EĞİTİM
14.11.2023 17:49

Hak ve Hakikat

Mehmet Ali Kaya
Mehmet ALİ KAYA
Hak ve Hakikat

Hakk, sübut ve tahakkuk-u vücut şeklinde ifade olunur. Mevcut ve gerçekten sabit olup inkârı mümkün olmayan şeydir. Vacip, sabit ve lâzım olmayı da ifade eden bir kelimedir. Peygamberimiz (sav) “Hak daima galiptir ve asla mağlup edilemez” (Buhari, Cenaiz, 79.) buyurmuşlardır.

HAK

Sözlükte “gerçek, sabit, doğru ve bir şeyi yakinen bilmek, varlığı kesin olan şey” anlamında bir kelimedir. Yüce Allah var olduğu ve varlığı hakikat olduğu için kendisine “Hak” ve “Cenâb-ı Hak” denilmiştir. Varlık açısından hak, varlığı kesin ve gerçek olan anlamını ifade ederken, hukuk dilinde bir emeğin karşılığı olan ve birine ait olan şey anlamını ifade etmektedir. Din dilinde ise Allah’a ait olan her şeyi ifade eden bir kelimedir. Allah’ın zatına, isimlerine, sıfatlarına ve şuunatına ait olan her şey din dilinde gerçeği, yani “Hak ve Hakikati” ifade etmektedir.  

Hakk, sübut ve tahakkuk-u vücut şeklinde ifade olunur. Mevcut ve gerçekten sabit olup inkârı mümkün olmayan şeydir. Vacip, sabit ve lâzım olmayı da ifade eden bir kelimedir. Peygamberimiz (sav) “Hak daima galiptir ve asla mağlup edilemez” (Buhari, Cenaiz, 79.) buyurmuşlardır.

Ragıb el-Isfahani, “Müfredat”ında “Hak” kelimesinin karşılığı olarak “mutabakat ve muvafakat” yani, “gerçek ve gerçeğe uygun olan şey” manasını vermiştir. Hak kelimesine dört açıdan dört anlam yükleyen Ragıb el-İsfahani bunları şöyle sıralar:

1. Yaratılışta bir şeyin hikmet ve maslahata göre icat edilmiş olması ki yüce Allah’ın her bir ismi ve sıfatına dayanan her şey hak ve hakikattir. Varlığın her şeyi Allah’ın bir ismine ayine olduğu için bu isme dayanarak hak ve hakikat olur.

2. Hikmetin gereğine uygun, fayda ve maslahata yönelik olarak yaratılan eşya da kendisinden murat edilen amacı ve faydayı gerçekleştirdiği ölçüde hak ve hakikat olmaktadır.

3. Bir şeyi alına ve hakikatine uygun, olduğu gibi anlama ve algılamaya da hakikatini bulma denilmekte ve o fiil de hak olmaktadır.

4. Hakkın yerini bulması anlamında “gereken bir şeyin, gerektiği zaman ve mekânda ve gereken ölçüde meydana gelmesi… (Ragıb, el-Isfahanî, Müfredat, Hakk Md.)

Seyid Şerif Cürcani de “Hak” terimini “İnkârı mümkün olmayacak kesinlikte sabit olan şey” Taftazani de “Gerçeğe mutabık olan hüküm” şeklinde tarif etmişlerdir. Bu sebeple “Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat” mezhebine “Ehl-i Hak” denmiştir.

Kur’ân-ı Kerimde 247 yerde geçen “Hak” kelimesi “Bâtıl”ın zıddı olarak ele alınmıştır. (Bakara, 2:42; Nisa, 4:105; Mâide, 5:77.) Ayrıca vakıaya uygun olan söz anlamında da kullanılmıştır. (A’raf, 7:169; Sad, 38:84.) “Doğru Haber” (Mü’minun, 23:62.) Doğru yol (Yunus, 10:35.) “Asla uygun bilgi ve inanç” (Yunus, 10:36; Necm, 53:28.) “Delil”, (Yunus, 10:76-77.) “Bir olayın iç yüzü” (Yusuf, 12:51.) gibi anlamlarda kullanılmıştır.

Peygamberimiz (sav) “Allahım! Sen Haksın, senin va’din haktır, sana kavuşmak haktır, senin sözün haktır, cennet haktır, cehennem haktır, peygamberler haktır, Muhammed haktır ve kıyamet haktır” (Buhari, Teheccüd, 1.) hadisinde varlığı kesin olan şeylerin hak olduğunu ifade etmiştir. Bu bakımdan hak olmak ve hak ve hakikat Allah’a ait olan şeylerin tümüdür. (İbn-i Hacer, Fethu’l-Bari, 6:4.) Bu hadisten cennet ve cehennemin şu anda mevcut ve hazır olduğu anlaşılmaktadır. Hz. Aişe (ra) “Peygambere hak geldi” buyurarak Vahy’in “Hak” olduğunu ifade etmiştir. (Buhari, Bed’ü’l-Vahy, 3) Peygamberimiz (sav) “Biz hak üzerinde, düşmanlarımız ise batıl üzerinde değil midir?” (Buhari, Şurut, 15.)  “Hak geldi bâtıl zail oldu” (İsra, 17:81.) ayetinde de İslam dininin hak olduğu ifade edilmektedir. İmam-ı Gazali’de en hak sözün “Lâ ilâhe illallah” olduğunu ifade ederek “hak” terimini açıklar. Böylece hak kavramı, gerçek bilgiyi, doğru sözü ve gerçek varlığı ifade etmektedir. Bunlara delalet eden hakikat sözü de böylece kelime-i tevhit olmaktadır.

“Hak galiptir ve asla mağlup edilemez” (Buhari, Cenaiz, 79.) hadisinin ifade ettiği manaya göre sonuçta hak daima galip gelmektedir. Ehl-i hakkın ve hakkı müdafaa edenlerin yanlışları yüzünden hak mağlup gibi gözükse de sonuçta galip olacağını peygamberimiz (sav) bu hadisi ile ifade buyurmuşlardır. Çünkü hakkın vesilesi ve hakka götüren vasıtaların da hak olması gerekirken batıl vesileler hakkın mağlubiyetini netice vermektedir. Bu davanın hak olmadığından değil, vasıta ve vesilenin hak olmadığından kaynaklanmaktadır. Bunların içinde batıla vesile olan vasıflar ve dünyada cari olan “Adetullah” ve “Sünnetullah” kanunlarına ittiba etmemek gibi haklı ve doğru gerekçeler (ki çoğu hakaik-i nisbiyeye ait emirlerdir) tam olarak uyulmadığı için ehl-i hakkın mağlubiyeti kaçınılmaz olmaktadır. Ama sonuçta yine “Akibet müttakilerindir” ayeti gereği ahirette müttakiler galibiyetlerini ilan etmiş olacak ve bütün batıl mabutlar ve gerekçeler mağlup olmuş olacaklardır. (Sözler, 2005, s. 1180-1182.)

HAKİKAT

Hak kökünden türeyen “hakikat” kelimesi ise hakkın ta kendisi anlamına gelen bir terimdir. Hakikatin çoğulu ise “hakâik”tir. Bu kelime Kur’ân-ı Kerimde geçmemekle beraber hadis-i şeriflerde “Hakikatu’l-İman” ifadesinde “mahza hakikat ve imanın künhü ve hâlis gerçek” anlamlarında kullanılmıştır. “Allah’ı bilmenin hakikati” ve “takvanın hakikati” şeklinde geçmektedir. (Buhari, İman, 1; Ebu Davud, Sünnet, 16.) Bu ifadelerden anlaşıldığı kadarı ile hakikat, “bir şeyin kendisi sayesinde var olduğu ve varlığın dayandığı temel esas” olduğu anlaşılmaktadır. Allah’ın varlığı gibi zatı ve sıfatları da hakikattir. Allah’ın varlığı sıfatları ve isimleri ile beraber külli bir hakikattir. Birbirinden ayrılması düşünülemez. Allah’ın zatı gibi isimleri ve sıfatları da onun ayrılmaz kendisine özgü temel hakikatlerdir. Yani Allah’ın sıfatları mecazi şeyler olmayıp hakikatin ta kendisidir.

Hz. Adem’den (as) kıyamete kadar değişmeden kalan ezelî ve ebedî dini bilgilere hakikat, değişen ve değişmesi caiz olan bilgilere ise şeriat denilmektedir. Buna göre imana ait bilgiler hakikat, amele ait olan hükümler ise şeriattır. Bir şeyin hakikati ve künhü olan bilgilere de hakikat denilmektedir. Kur’ân-ı kerimde geçen Hz. Hızır’a ait bilgiler de hakikat olarak ifade edilmiştir. (Kehf, 18:65-67.) burada Musa’nın (as) bilgilerine “şeriat” Hızır’ın bilgilerine ise hakikat (İlm-i Ledün) denilmiştir. Cüneyd-i Bağdadi “Hakikat ledün ilmidir” demiştir. Hakikatin bilinmesine “İlm-i hakikat” hakikatin görünmesine “ayn-i hakikat” ve hakikatin yaşanmasına ise “hakk-ı hakikat” denilmektedir.

İman konusunda ikrar şeriat ve tasdik ise hakikattir. Her ikisi beraber olursa iman makbul sayılır. İkrarsız tasdik ve tasdiksiz ikrar muteber değildir. Şeriat ve hakikat ilişkisini izah eden İslam bilginleri daha sonra buna bir de “Tarikat” kavramını ilave etmişlerdir. Necmeddin-i Kübra şeriatı gemiye, tarikatı denize ve hakikati de inciye benzetir. Mevlâna’da şeriatı ışığa benzetir, tarikati yol alma ve hakikati de amaca ulaşma olarak görür. Bazıları da şeriatı ağaca, tarikatı çiçeğe hakikati de meyveye benzetmişlerdir. “Peygamberimizin (sav) sözleri şeriat, fiilleri tarikat, halleri de hakikattir” demişlerdir.

Daha sonra Şeriat, Tarikat ve Hakikat üçlüsüne bir de “Marifet” kavramı ilâve edilmiştir. Böylece dört temel esas belirlenmiştir. Marifet kişinin sonuçta ulaşacağı bilgi olarak kabul edilirse hakikatten sonra geldiği düşünülmekle beraber çoğu defa Hakikat ve marifet bir olarak kabul edilmiştir. Hakikat bir erme hali görülürse o zaman hakikat marifetten üstün olmuş olur. Çok defa hakikat ve marifet bir tutulmuştur. Genellikle “Şeriat, tarikat, marifet ve hakikat” olarak sıralanır.

“Hakikatü’l-Hakâik” tabiri bütün hakikatleri kendisinde toplan Cenab-ı Hakk’ın Zât-ı Ehadiyeti kast edilmektedir. İnsan-ı kâmil denildiği zaman “Tevhit” hakikatini tam manası ile kavramış ve bu hakikate ermiş kimse kast edilmektedir. Böylece ilâhî hakikatleri kavramış olan kimseye “İnsan-ı Kâmil” denilmiştir.

“Hakikat-ı Muhammediye” tabiri genel olarak Muhiddin-i Arabî ve İnsan-ı Kâmil kitabının yazarı Abdülkerim Ceylî tarafından açıklanmıştır. Vâcibu’l-vücudun vücûd-u mutlakının taayyün ettiği ilk mertebeye (taayyün-ü evvel) “Hakikat-ı Muhammediye” tabir edilmiştir. Çünkü ilk yaratılan şey Hz. Muhammed’in (sav) nurudur. Yüce Allah’ın ehadiyeti bu ilk tecelli ile “Vahidiyet”e dönüşmüştür. Böylece ehadiyyetten ilk sudur eden şey vahidiyetin ilk mertebesi “Hakikat-i Muhammediye”dir, ki bu kâinatın mayasını teşkil etmiştir. Bu da yüce Allah’ın “bilinmek istemesi” sırrından ve “görünmek istemesi” hakikatinden tecelli etmiştir.

Ehl-i keşf ve hakikat, Hakikat-i Muhammediye mertebesini ifade edebilmek için “Ulûhiyet, vâhidiyet, ehadiyet, kab-ı kavseyn, akl-ı evvel, rûhu’l-kuds, kalem, levh-i ezel” gibi terimler kullanmışlardır. Peygamberimiz (sav) hakkında “Sen olamasaydın kâinatı yaratmazdım” (Aclunî, Keşfu’l-Hafa, 2:164; Hâkim, El-Müstedrek, 2:615.) hadisi bu hakikatleri ifade etmektedir.  

Resul-i Ekrem’in (sav) nuru ve ruhu bütün peygamberlerden evvel, hatta meleklerden de evvel yaratılmış olduğu için insanlığın manevi babasıdır. Hz. Âdem (as) “Ebu’l-Beşer” olup insanların maddi babasıdır. Bu gerçeği peygamberimiz (sav) “Allah ilk olarak benim nurumu yarattı” “Âdem toprak ile su arasında iken ben peygamberdim” (Tirmizi, Menâkıb, 1; Müsnd-i Ahmed, 4:66; 5:379; Aclunî, Keşfu’l-Hafa, 1:265.) hadisleri bunu ifade etmektedir. Dolayısıyla İsm-i Azam olan “Allah” isminin tam mazharı “Hakikat-i Muhammediye”dir. (as) Vücud-u mutlak en kâmil manada Hakikat-i Muhammediye’de tecelli etmiştir. Bundan dolayı Hz. Âdemde tecelli eden “Nübüvvet” nurunun hakikati daha sonra diğer peygamberlerde mertebelerine göre tecelli ederek nihayetinde kâmil manada son peygamber olarak Hz. Muhammed’in (sav) zatında temerküz ederek nübüvveti kemale erdirmiş ve nihayet bulmuştur. Bunun için Zât-ı Ahmediye (as) vücud-u mutlakın azam tecellisine mazhar ve “İnsan-ı kâmil” mertebesinde en ekmeldir. Bu bakımdan âlem-i yaratma ilkesinin aslıdır. Varlık mertebesinin ilk tecellisi ve sonucudur. Bu hakikatlerin yüceliğinden dolayıdır ki Mevlana Celaleddin-i Rumî “Ahmed şayet o ulu kanatlarını tam olarak açmış olsaydı Cebrail (as) da dehşet içinde kalırdı” demektedir.

Youtube Kanalıma Abone Olun!

Düzenli olarak paylaştığımız videoları kaçırmayın.

Abone Ol