AKP Referandumdan “Evet” kampanyasını Cami avlularında ve İftar Sofralarında da yaparak “dini siyasete alet etmenin” bir başka şeklini ortaya koymuş ve dikkatleri üzerine çekmiştir. AKP Belediyeleri aracılığı ile verdirdiği iftar yemeklerine zenginleri ve partilileri davet ederek istismarın bir başka yönünü de ortaya koymuştur.
“İnsanı ayakta tutan iskeleti ve kas sistemi değil, inançları ve prensipleridir.” (A. Einstein)
12 Eylül 1980’in 30 yıldönümü olan 12 Eylül 2010’da yapılan ve 12 Eylül İhtilalinin rövanşı olarak değerlendirilen bir referandum süreci yaşandı. İktidar partisi olan AKP bu Referandumu “İhtilale Hayır!” “Demokrasiye Evet!” “12 Eylül Anayasasına Hayır!” sloganları ile, devletin bütün imkanlarını kullanarak yoğun bir kampanya yürüttü. “İhtilalde işkence görenler dava açacak ve ihtilal liderlerinden hesap soracak” “Askerden atılanlar tazminat davası açacak” diyerek kendi mağduriyeti yanında mağdur olanların intikam duygularını çok iyi kullandı.
Ayrıca kampanyada milyarlar harcanarak çok büyük mitingler yapıldı. Posterler, şapkalar, evet bilbordları, bayraklar, platformlar yapıldı. Gazetelere milyarlar liralık reklamlar verildi. Milyonlarca el ilanı, broşür ve dergiler basıldı ve dağıtıldı. Özellikle yazarlar, karşı partinin önemli isimlerini para ile kiraladığı TV kanallarında herhalde bedava konuşturmadı.
Peki, bu paralar nereden geldi? İki kaynaktan… Birincisi, İddiaya göre “İran’dan yardım aldı.” (Bu durum partinin kapatılması için tartışmasız bir gerekçedir.) Bu yardıma İnsanı Yardım Vakfı (İHH) aracılık etti. İkincisi, AKP’nin “Devlet İhaleleri” ile zengin ettiği iş adamlarının yaptığı bağışlar ile “Vergi borcunu devlete ödemek yerine “Deniz Feneri” ve “Kimse Yok mu Derneği” gibi derneklere yardım ederek vergiden düştüğü paraların bir kısmını “Seçim Kampanyasında” kullanmak üzere verdiği vergi kaçaklarından kaynaklanabilir. Tabi bütün bunlar parti yetkilileri ve İHH tarafından inkâr edilmektedir.
Bu arada PKK ile ve lideri Abdullah ÖCALAN ile Referandum süresince “Ateşkes” anlaşması yaptığı konuşuldu. İnkar edildi. Ama Öcalan AKP bize verdiği sözde durmazsa Ateşkes’ten vazgeçeceklerini deklare etti. Ve hemen arkasından terör azmaya başladı.
Başka bir husus da “Okyanus Ötesinden” yani ABD’den Fetullah Gülen’in ölüleri de mezardan çıkararak sandığa götürme” ve “yurtdışında bulunan tüm çalışan cemaat mensuplarına biner lira harcayarak oy kullanmak üzere sandık başlarına göndermeleri ve her birine de en az on kişiyi ikna ederek “Evet” dedirtmeleri direktifini vermesiydi. STV ve Zaman Gazetesi yayınlarının da etkisi inkar edilemez. Dini bir cemaat olduğunu ve siyasetle ilgilenmediklerini söylemelerine rağmen referandumdaki bu gayretini anlamak da mümkün olmamıştır.
Fetullah Gülen’in ve cemaatinin Okyanus ötesinden ve okyanus ötesinde bulunan talebeleri aracılığı ile ülke siyasetine karışması ve siyasi konularda aşırıya kaçmaları da bu şaibeyi artırmakta, zahiri başarıları da “istidrac” eseri olarak kabul edilmektedir. Bu onları tanıyanların anlayacağı gibi, felsefelerine ve dünya görüşlerine uygun bir durumdur. Zira anlayışlarına göre “hizmet için” maddeten terakki şart, maddeten terakki için her nevi istismar ve takıyye lüzumlu ve vaciptir. Üst kademe olayları inkâr ederek çok ince bir siyaset ve iz bırakmadan iş görme becerisini takip ederken, alt kademede ‘biz bizim adamlarımızı istediğimiz yere yerleştirir, istediklerimize sınavları kazandırırız’ diye sayılarını çoğaltma ve devleti ele geçirme gibi bir siyaset takip etmekte ve bunun için de ANAP ve AKP gibi pragmatist ve ilkesiz siyasileri çok iyi kullanmaktadırlar. Bu nedenle “Demokratlar” dışında her siyasi partiyi çok iyi kullandıkları için de gerek iktidardan, gerekse muhalefetten “teşekkür” üzerine teşekkür almaktadırlar. Demokratlar ise kullanılmadıkları için olsa gerek nefretlerini çekmektedirler. Bu durum “İstidraclı” bir şekilde başarılı olan ve “Ben size dünyayı cennet haline getireceğim” diye ehl-i imanı aldatan Süfyan rejiminin nasıl ehl-i imanı yoldan çıkardığının da bir delili olmaktadır. Bu ise İran hazinesi ayaklarına serilen Hz. Ömer’in “Bu bir istidrac olmasın ve bizi helake sürüklemesin!” diye endişeye kapılmasının hikmetini çok açık ifade etmektedir. Hizmeti siyasete ve dünyaya alet etmenin en açık şekli Fetullahcılar’ın faaliyetlerinde görülmektedir. Ama bu taraftarlarınca bir keramet ve velayet telakki edilmektedir. Bu da “Hasan Sabbah”ların bu zamandaki bir versiyonu olarak” tarihe geçecektir. Gerçekte ise Allah dostlarına dünya düşmandır ve dünyevi başarıyı istidrac olarak kabul ederler. Bu nedenledir ki “Belalar ve dünyevi musibetler Allah’a kavuşana kadar enbiyaların ve evliyaların üzerinden kalkmaz ve onlara göz açtırmaz.” Çünkü Allah sevdiklerine dünyayı küstürür. Dünyadaki kolay başarı ahretteki iflasın delildir. Zira dünya ve ahret birbirinin düşmanıdır, birini memnun eden diğerini küstürür. Dünyada işin içinde hile ve yalan olmazsa dünyevî başarı imkânı olmaz bu ise ehl-i imana yakışmaz. Ama ne ki gafiller ve menfaatçiler bunu keramet ve velayet görürler ve nerede bir menfaat varsa koşar, nerede hafif bir sıkıntı hissetse kaçarlar.
AKP Referandumdan “Evet” kampanyasını Cami avlularında ve İftar Sofralarında da yaparak “dini siyasete alet etmenin” bir başka şeklini ortaya koymuş ve dikkatleri üzerine çekmiştir. On binlerce kişiye AKP Belediyeleri aracılığı ile verdirdiği iftar yemeklerine zenginleri ve partilileri davet ederek istismarın bir başka yönünü de ortaya koymuştur.
**
Referandum sonucu resmi olarak % 57.88 “Evet” ve % 42.12 “Hayır” olarak ilan edildi. Böylece Evet”ler kazanmış oldu. Bundan herkes kendisine pay çıkaracaktır. Gerek kasıt, gerek ihmal ve gerekse DTP’nin “Boykot” kararı sonucu seçmenlerin % 23’ü sandığa gitmemiştir. Şayet gitmiş olsaydı bu durumda referandumdan “Evet” çıkmayabilirdi. Bu nedenle halkın çoğunluğu “Evet” diyerek Anayasa değişikliğine onay vermiştir” iddiası tartışmaya açık hale gelmiştir. Buna göre seçmelerin ¼’ünün oylamaya katılmadığı anlaşılmaktadır.
Yine yapılan araştırmalarda İlkokul mezunlarının ve kırsal kesimin % 70.9’u “Evet” derken bu oranın Üniversite mezunlarında % 37.7’de kalması da Anayasa oylamasında bilinçli oy kullanımının ne kadar az olduğunu gösteren bir başka çarpıcı sonuç olarak basında yerini almıştır.
Sandık başına giden seçmenin buradaki tercihi elbette ki AKP değildi. Bir kısmı “12 Eylül İhtilal ve Anayasasına Hayır!” demek için “Evet” dedi. Ama bunların % 99’u zaten değişmesini istediği bu 12 Eylül Anayasa’sına 6 Kasım 1982’de “Evet!” oyu vermişti. O gün yanılmıştı. Bu gün de yanılmayacağını iddia etmek zor gözükmektedir.
Seçmenlerin tercihini etkileyen en önemli hususlar “Krizler”dir. Önce “YAŞ Krizi” Arkasından “HSYK Krizi” ve “Anayasa Mahkemesi”nin TBMM’den çıkan Kanunları yetkisi dâhilinde iptal etmesini” “Hükümet bir şeyler yapmak istiyor ama görüyorsunuz ki yaptırmıyorlar” söylemi ve siyasi propaganda malzemesi yapmasının da etkisi büyük olmuştur. Ama dikkat edilirse AKP hükümetinin bu krizleri Referanduma dönük olarak özellikle oluşturduğu görülecektir.
Bir başka husus ise AKP’nin “Ergenekon Terör Örgütü”nü ortaya çıkararak ihtilalleri bu örgütün yaptığı propagandası ile Askeriye içinde örgütlenen bu çetelere hesap sorduğu ve böylece daha önceki hükümetlerin yapamadığı “Askerden Hesap Sorma” ve “İhtilalcileri dize getirme” gibi iddiaları ve “Silivri Mahkemesinde” hesaba çekmenin de çok büyük etkisi olmuştur. Vatandaş ve bilhassa dini cemaat ve tarikatlara mensup olanlar “İşte bizim önümüzü tıkayanlardan hesap soran böyle bir hükümet Allah'ın bize lütfudur. Buna destek olmamak ihtilale destek olmak demektir ve büyük vebaldir” propagandası ile “Evet” oyu vermişlerdir. Zaten AKP hükümeti de Referandumu 12 Eylül tarihine getirerek ve “Bu Anayasa’ya Evet demeyenler ihtilali destekleyenlerdir” diye zihinleri bulandırmış ve halkı büyük bir yanılgı içine sürüklemişlerdir. Gerçekte ise bunu yapanlar 12 Eylül 1982’de bu ihtilal Anayasa’nın onaylamayanı Komünistlikle suçlayarak hararetle “Evet” diyenlerdir.
Bununla beraber gafil ve safdil taraftarlar istidrac eseri olan R. Tayyip Erdoğan’ın bu başarısını ve referandumdan % 57.88 “Evet” çıkmasını Kur’ânın 58 Suresi olan Mücadele Suresi ile örtüştürerek ehl-i imanı başka tarzda aldatmaya çalışmaktadırlar. Kur’an-ı Kerim iki tarafı keskin bir elmas kılıç gibidir. “Tevekkül ve Teslimiyetle” bakılmazsa her şeyden önce tevilcileri mahveder. Tevilci sadece surenin 21. Ayetin bakarak “Bu Allah'ın galibiyetinin delilidir” diye Referandumda % 57 “Evet” çıkmasını Müslümanların başarısı ve kâfirlerle mücadelenin başlaması olarak yorumlamaktadır. Gerçekte ise surenin tamamına bakıldığı zaman “Fısıltılarla, dedikodu ve iftiralarla iman ehli ile mücadele eden küfür cephesinden” bahsetmekte ve onları tehdit etmektedir. Elbette “akıbet müttakilerindir” ama görünen husus Süfyanizmin başarısıdır. Zira Deccal soldan gelirken Süfyan münafıkane hareket ederek sağdan vuracağı peygamberimizin ihbarı ve Bediüzzaman’ın izahı ile sabittir. Süfyan son döneminde “vaziyeti muhafazaya çalışacaktır.” Vaziyeti muhafazaya çalışmak, hiçbir şey yapmadan durmak anlamına gelmez. Elinden geldiği gücünün yettiği şekilde Müslümanları aldatarak, her nevi hileye başvuracağı ve hâkimiyetini devam ettirmeye çalışacağı anlamına gelir. Ehl-i imanın güçlendiğini gördükçe ifsadı da hırsı da artacak demektir. “Münafıkane hareket etmek” hususunu Kur’ân-ı Kerimin münafıklarla ilgili ayetlerine havale ediyoruz.
AKP Krizler ve Seçimler:
AKP Kriz üretme ustasıdır. Önce kriz üretir daha sonra bunu seçim stratejisi olarak kullanır. 3 Kasım 2002 Seçimleri 28 Şubat 1997 Postmodern darbeden sonra yapılan bir seçimdir. Bu seçimde AKP 28 Şubat ürünü olarak halkın tepki oylarına talip olmuş ve böylece siyaset sahnesine girerek % 34.26 oy oranı ile 363 milletvekili çıkarmıştır. 28 Mart 2004 Mahalli Seçimlerde ise iktidar avantajını kullanarak oylarını % 42.18’e çıkararak belediyelerin 1750’sini almıştır.
22 Temmuz 2007 Seçimlerine ise Cumhurbaşkanlığı Seçimi damgasını vurmuştur. TBMM’de uzlaşmadan kaçan ve kriz üreterek bundan pirim yapmayı seçim stratejisi olarak benimseyen AKP halkın karşısına “Bunlar Müslüman-Dindar Cumhurbaşkanı seçtirmiyorlar. Başörtülü eşi bulunan Cumhurbaşkanı seçerek başörtüsü krizini halletmek istiyoruz. Görüyorsunuz ki TBMM ‘deki partiler, Anayasa Mahkemesi, Danıştay ve Ordu bize komplo yapıyor ve dine karşı oldukları için dindar Cumhurbaşkanı seçtirmiyorlar” propagandası ile seçime girmiş ve halkın dini duygularını istismar ederek % 46.58 oy oranı ile meclise 341 milletvekili çıkararak tek başına iktidar olmuş, ancak milletvekili sayısında azalma yaşanmıştır. Bunun sebebi ise MHP’nin barajı aşması olmuştur.
Ama ortada bir kriz olmadığı ve gündemde halkın ve belediyelerin sıkıntıları konuşulduğu için 29 Mart 2009 Yerel Seçimlerinde oylarını yaklaşık % 8 kaybederek % 38’83’e gerilemiş ve 1404 Belediyelik kazanarak 2004 Mahalli seçimlerinde kazandığı 1750 belediyenin 346’sını kaybetmiştir. Bu nedenle AKP 12 Eylül 2010 Kısmî Anayasa Değişikliği Referandumunda aldığı % 57.88 oy oranını Genel Seçimlerde nasıl koruyacağının planlarını yapacak ve akla hayale gelmedik krizler çıkarmak için devlet ile ve devletin kurumları ile çatışmalara girecektir. Bunun için şimdiye kadar devletin kurumlarından zarar görenleri tespit edecek ve onların oylarına talip olacaktır. Bunun için daha önce “Açılım”lar yapmıştı, şimdi ne gibi “Sloganlar” üretecektir bekleyip göreceğiz.
Seçmen Sayısı 3 Senede Nasıl 9.3 Milyon Arttı?
12 Eylül Referandumunda 52.051.828 seçmenin % 73’si sandık başına gitti. 21.787.610 “Evet” 15.856.441 seçmen “Hayır” dedi. 11.210.184 seçmen ise sandığa gitmedi. Evetler ile Hayırlar arasındaki fark 5.931.169 oydur.
21 Ekim 2007 Cumhurbaşkanının Halk tarafından seçilmesi konusunda yapılan Halkoylaması, yani referandumda seçmen sayısı 42.665.149. Oylamaya katılanların sayısı 28.797.216 olmuş ve katılım % 67.49 olmuştur. Son üç sene içerisinde 9.386.679 seçmen ortaya çıkmıştır. Üç senede 9.3 milyon seçmen nasıl artmıştır? YSK’nın buna cevap vermesi gerekmektedir.
Son İki Referandumun Karşılaştırılması:
14.404.000 seçmen sandığa gitmeyerek referandumu boykot etti. Bunun içinde boykot etmediği halde çeşitli sebeplerle sandığa gitmeyenler vardır; ama sonuçta gitmemiştir. Bunu DTP’nin boykot oyu görmek elbette yanlıştır. 725.000 küsur oy da çeşitli sebeplerle iptal edilmiştir. Böylece “Evet” oyu vererek değişikliği onaylamayan seçmen sayısı 30 milyonu geçmektedir. 20 milyon “Evet” çıktığına göre bu durumu 52 milyon seçmenin 32 milyonu bu Anayasa değişimini onaylamamıştır” diyenlerin de çıkacağı bir gerçektir. Yorumcular ve iktidar bunu nasıl değerlendirecektir bekleyip göreceğiz…
DTP’nin boykot kararı Güneydoğu Anadolu’da etkili oldu. Buna göre Güneydoğu vilayetlerinde seçmenlerin % 80’i sandığa gitmeyerek boykot etti. Sonuçlar sandığa gidenlere göre verildiği için % 95 “Evet” çıktığı ilan edildi. Örneğin Siirt’te % 95 “Evet” ama katılım oranı %50; Şırnak’ta % 89 “Evet” ama katılım oranı % 22; Tunceli’de katılım % 66 farklı olarak “Hayır” oyları % 80; Van’da katılım % 43 ama “Evet” oyları % 94; Hakkari’de katılım % 9 ama “Evet” oyları % 94; Mardin’de katılım % 43, ama “Evet” oyları % 93. Zaten Türkiye çapında katılım oranı % 73 olarak YSK tarafından ilan edilmiş durumdadır. Bu durum ise % 57’nin kabul ettiği ve onayladığı Anayasa değişikliğini meşruiyet zafiyetine uğratmış gözükmektedir.
Sonuç:
Anayasayı demokratikleştirdiklerini söyleyen iktidar partisini bundan sonra şu soruların cevabını vermesi beklenecektir.
1. Rusya gibi otoriter bir rejime sahip ülkede dahi %7 olan seçim barajı acaba Türkiye gibi demokratik bir ülkede % 10’dan aşağıya çekilecek ve daha demokratik hale getirilecek midir?
2. Devlet geleneğimizde asla bulunmayan ve Hukuk Devletinde olmaması gereken “Milletvekili Dokunulmazlıklarına” dokunulabilecek ve olması gereken “Hukuk Devleti” açılımı gerçekleştirilebilecek midir?
3. Anayasa Mahkemesi ve HSYK üyelerinin sayıları artırılınca değişen bir şey olacak mıdır? Bunların işleyişi ile ilgili uyum yasaları TBMM’den nasıl çıkacaktır?
4. Bu değişiklik ERGENEKON Yargı Sürecini nasıl etkileyecektir?
5. 12 Eylül mağdurları haklarını alabilecek ve Darbenin mimarları ile kanun önünde hesaplaşılabilecek midir?
6. 28 Şubat 1997 post modern darbesini yapanlar ile hesaplaşma zemini de açılacak mıdır?
7. Yoksa “Eski tas eski hamam” hiçbir şey değişmeden tartışmalarla yeni seçim dönemine girilecek ve “bu defa da oyları bize verin, bakın biz nasıl hesap soracağız!” diyen AKP’ye yeniden tek başına iktidar şansı verilerek “Erdoğan’ın önü açılarak Cumhurbaşkanı olması mı beklenecektir.
8. Erdoğan Cumhurbaşkanı olunca AKP tek başına iktidar olarak kalamayacağına göre bu defa da “Muhalefet bize yaptırmıyor” “Koalisyonlarla da bu işler yapılmıyor” diyerek mazeret üretilmeye devam mı edilecektir.
Bekleyip göreceğiz.