SİYASET
11.1.2025 13:26

Ahrar ve Demokrat Misyon

Mehmet Ali Kaya
Mehmet ALİ KAYA
Ahrar ve Demokrat Misyon

Demokrasinin sağlıklı işlemediği ülkelerde iktidarın görevi sağlıklı bir demokrasiyi kurup geliştirmektir. Gelişmiş demokrasilerin olduğu ülkelerde ise hükümetin görevi demokrasiyi korumak ve geliştirmek ve yozlaşmasına engel olmaktır. Bunu da “Adalet ve emniyetin tesisi” “Liberal Ekonomi” “Yardımlaşmanın sağlanması” gibi temel ilkeler çerçevesinde yapacaklardır.

“Hürriyeti” esas alan Ahrarlar 1908’de “Osmanlı Ahrar Fırkası” ve “Hürriyet ve İtilaf Fırkası” olarak siyasi hayatta yerini aldı. Ancak iktidarda bulunan “İttihat ve Terakki Cemiyeti” mensupları Ahrarları kendilerine alternatif gördüklerinden komitecilikle siyasi hayatlarına son vermek için ellerinden gelen her şeyi yaptılar. “İttihad-ı Muhammedî Cemiyeti” olarak kurulan ve dini/ahlâki değerleri korumayı esas alan cemiyet mensupları bu cemiyetin gücünü kullanarak “siyasi bir fırka” teşkil etmek istedikleri zaman başta Bediüzzaman Said Nursi ve Süheyl Paşa gibi dindarlar buna karşı çıktılar. Dinin siyasete alet edilemeyeceğini ifade ettiler, fiilî siyasetten alakayı kestiler ve İttihat ve Terakki Cemiyetine muhalif olan “Hürriyet ve İtilaf Fırkasını” destekleme kararı aldılar.

Aynı çizgiyi takip eden Ahrarlar aradan 35 sene geçtikten sonra 1946’da yeniden DP olarak siyasi hayata atıldı. İttihad-ı Muhammedî’nin devamı olan Nurcular da DP’ye destek oldular. Böylece 1908’deki çizgilerini korumuş oldular. Fiilî siyasete girmeden “Ahrarları” destekleyerek Meşrutiyetin gereği ve amacı olan “Hürriyet, Müsavat, Adalet, Meşveret ve Hürriyet-i Kelam” prensiplerinin siyasi ve sosyal hayata hâkim olmasına hizmet ettiler.

Siyasi katılımın amacı “temel hak ve hürriyetlerin” hayata geçmesine yardımcı olmak ve “Hukukun Üstünlüğü”nü sağlamaktır. “Hürriyet, Adalet, Meşveret” gibi siyasi hayatın olmazsa olmazı olan temel prensiplere işlerlik kazandırmaktır. Bunu yapacak olan siyasi iktidarı çıkarmaktır. Bu sağlandığı zaman halk zaten çalışmakta ülkenin gelişmesini sağlamaktadırlar. Siyasilerin vazifesi iktisadî kararları almak ve hukuku korumaktır.

Siyasi partiler dini değerlere saygılı olmalı ve korumaya çalışmalıdırlar. Dine hizmet ise her müminin görevidir. Özel olarak da “Din adamları” ve “Dini cemaatlerin” işidir. Siyasiler engel olmasın yeter. Partiler devlet idaresi ve kurumları işletmeye taliptirler. Bunu yaptıkları ölçüde başarılı olurlar ve iktidarın başarısı ülkenin başarısıdır. Kendilerine yönetme yetkisi veren halka hizmet etmek haklarıdır. Halka hizmet yerine ceplerini doldurmaya başlarlarsa bu durumda önce Allah sonra halk cezalarını verir.

Demokrasinin sağlıklı işlemediği ülkelerde iktidarın görevi sağlıklı bir demokrasiyi kurup geliştirmektir. Gelişmiş demokrasilerin olduğu ülkelerde ise hükümetin görevi demokrasiyi korumak ve geliştirmek ve yozlaşmasına engel olmaktır. Bunu da “Adalet ve emniyetin tesisi” “Liberal Ekonomi” “Yardımlaşmanın sağlanması” gibi temel ilkeler çerçevesinde yapacaklardır.

Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan itibaren “Askerî bir Cumhuriyet” asker ağırlıklı olarak kurulduğu bir gerçektir. Cumhuriyetin ilanından sonra “Devletin kurucuları” olan askerî erkân genellikle “İttihat ve Terakki” mensubu olanlardı. Askerlerin ağırlıklı olduğu bir grup tarafından kurulan Cumhuriyet Halk Fırkası (CHF) yine askerî bir yapıya uygun olarak devleti yönetmiştir. 27 sene muhalefetin olmadığı ve göstermelik seçimlerle yenilenen bir meclisle devlet yönetildiği için demokratik bir yönetim söz konusu değildi. Avrupa ve ABD ise demokrasiye uzun yılların tecrübeleri sonucu ulaşmışlardı. Türkiye dış tehditle karşı karşıya kalınca NATO’ya iltica etmek zorunda kaldı. Batılılar “demokrasi” şartını ileri sürünce CHF hükümeti zorunlu olarak demokrasiye geçmek durumunda kaldı ve DP’nin kuruluşuna ses çıkarmadı. DP güdümlü ve “açık oy gizli tasnif” sistemindeki seçimde muhalefet oldu, 1950 yılındaki “gizli oy açık tasnif” şeklindeki demokratik ve hür seçimde iktidar oldu.

Bediüzzaman Said Nursi hazretleri DP yanında yer aldı. Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Adnan Menderes’e tebrik mektupları yazdı ve bunu da eserlerine koydu. (Emirdağ Lâhikası, 2:16-17) Böylece siyasi tercihinin geçici, DP’ye yönelik siyasi bir tercih olmadığını, “Ahrar Çizgide” Hürriyet ve Demokrasi mücadelesinin bir parçası olduğunu anlatmak istedi. Aksi takdirde “bu seçimde oyumuz DP’ye daha sonra bakarız, hangi parti işimize gelirse ona veririz” şeklinde yanlış bir anlaşılmaya sebep olabilirdi. Bunun önünü tıkamak için yazdığı siyasi mektuplarını “hatıra olsun” için değil, gelecek nesillere “ölçü olsun” diye kitabına koydurdu ve öyle bastırdı. Bu nedenle “Emirdağ Lâhikası”ndan bu mektupları çıkarmaya veya yok saymaya kimsenin hakkı yoktur ve haddi de değildir. Bu nedenledir ki CHP hükümeti Bediüzzaman’ın siyasi tutumundan dolayı kendisine baskı yaptı. (Emirdağ Lâhikası, 1:128.) Hükümeti de Bediüzzaman ile tehdit etti. Bediüzzaman fikir odaklı siyasi tercih yapmamış olsaydı veya “seçmenler” gibi sadece geçici bir “tercih” düşüncesinde olsaydı tercihinin siyasi sonuçlarını düşünür, “Ben bir din adamıyım, siyasetle ne işim var? Hem talebelerimi de sıkıntıya sokarım” der ve sandığa gitmez, açıktan mektuplarını yazmaz ve en azından kitabına koydurmazdı.

Bediüzzaman’ın DP’yi tercih etmesindeki temel yaklaşımını şu ifadelerinde görmek mümkündür. “İstibdad-ı mutlak ve rüşvet-i mutlaka ile hareket eden bir cereyan-ı zındıka, masonluk ve komünistlik hesabına bizi böyle işkencelerle ezmeye çalışmış. Şimdi o kuvveti kıracak başka bir cereyan bu vatanda tezahüre başladığını gördüm.” (Emirdağ Lâhikası, 2:15.)

Bediüzzaman’ın bu ifadelerinden “zındıka komitesinin” baskı ve rüşvet çarkı ile hareket ettiğini, devletin imkânlarını ve kurumlarını alet ettiğini ve devlet hazinesini de rüşvet olarak dağıtarak kendi hâkimiyetini sağlamaya çalıştığını anlıyoruz. Hile ve desise ile aldatarak iş gören bu cereyan-ı münafıkâne elbette sağ gösterip sol vuracak, her şeyi istismar edecek ve köstebek gibi birkaç farklı yuvası ve çıkış yolu bulunacaktır.  İstismar, baskı ve rüşvetle hareket edecektir.

Rüşvet nedir? Allah’ın yasakladığı en büyük haramdır. Devletin imkânlarını, makam ve mevkilerini vermek de rüşvettir, hazinesini istediği gibi dağıtmak ta rüşvettir. Vatandaş rüşvet verse cebinden verir; ama hükümet ve yöneticiler verse milletin malından verir. Bu nedenle milletin malını hak etmeyene ve çalışmayana vermek rüşvetin katmerlisi olduğu gibi, millete büyük bir ihanettir. Bunu kim yapıyorsa millete en büyük ihaneti yapıyor demektir. İşte zındıka komitesi bunu yaparak ayakta kalmaktadır.

Demokrat zihniyet ise milletin desteği ile gelir ve milletin malını korur. Layık olmayana milletin parasını ve makamlarını vermez. İşi ehline verir ve millete hizmet eder. Dinin Şeâir denen sosyal hayata bakan yönüne kuvvet verir. Sonuçta millete hesap verir. Temel özelliği ve karakteri budur. DP bu özelliği ile millete hizmet etmiştir.

Bediüzzaman ayrıca “Eskide nasıl ahrarlar iki defa başa geçtikleri halde az bir zamanda onları devirdiler. Onların müttefiki olan İttihad-ı Muhammedî efratlarının çoklarını astılar. Ahrar denen demokratları kendilerinden daha dinsiz göstermeye çalıştılar” diyerek İttihat ve Terakki’nin mason kısmının “Hürriyet ve İtilaf Fırkası” mensuplarına yaptıklarını nazara vermektedir. Sonra devamla “Aynen öyle de şimdi de bir kısmı dindarlık perdesine girip Demokratları din aleyhine sevk etmek veya kendileri gibi tahribata sevk etmek, ulemanın resmî kısmını alıp demokratlar aleyhine sevk etmek, demokratlara destek olan Nurcuları ezmek, tâ Nurcular vasıtasıyla ulemâ demokratlara iltihak etmesinler” (Emirdağ Lâhikası, 2:24-25) diye hile dolapları çevirmektedirler.

İşte bu zındıka komitesidir ki 1960 ihtilali ile DP’yi kapatarak MHP’yi, 1971 muhtırası ile MSP’yi, 1980 ihtilali ile ANAP’ı ve 28 Şubat ile de AKP’yi kurdurarak Nurcuları bölüp parçalayarak ezmekte, ülkeye fitne tohumları atmakta ve kafaları karıştırmaktadır. Buna karşı Nurcular elbette üstad Bediüzzaman’ın takip ettiği “Ahrar ve Demokrat” çizgiyi takip ederek zındıkanın oyunlarını bozmaya çalışacaklardır.

Sonuçta hak ve hakikat galip olacak ve Bediüzzaman’ın beşaret verdiği gibi “O Ahrarlar (Demokrat manasındaki hamiyetli Ahrarlar) yani hürriyetperverler istibdad-ı mutlakı kaldırıp, tam bir hürriyet-i şer’iyeye vesile olacaklardır.” (Emirdağ Lâhikası, 2:20.)

Youtube Kanalıma Abone Olun!

Düzenli olarak paylaştığımız videoları kaçırmayın.

Abone Ol