SİYASET
24.2.2024 15:50

Ahrarlar ve Nurcular

Mehmet Ali Kaya
Mehmet ALİ KAYA
Ahrarlar ve Nurcular

İman hizmeti olan Risale-i Nur hizmetleri 1950 sonrası Demokratların toplandığı DP’nin iktidarı ile Türkiye’de oluşan “Hürriyet” ortamında inkişaf etmiştir. Zira CHP’nin ideolojik, dayatmacı istibdadı Üniversite gençliğinin, talebelerin, memurların, askerlerin ve hatta halkın Risale-i Nurları okuyarak imanlarını kurtarmalarına engeldi.

Ahrarlar ve Nurcular

Bediüzzaman Said Nursi hazretleri “Madem Nurcular Mâmehuran içine girmişler, şeyh-i meşrutiyet yerine ahrar perdesi ve hamiyet-i İslâmiye ve milliye ve elbette ittihâd-ı Muhammedî dairesinde olan şeyh-i Risale-i Nur denilmeli” (Münazarat, 49.) buyurarak herkesin kendi malına sahip çıkması sonucu hırsızlık yapamayan Mamehuran hırsızlarının tevbe etmesini sağlayan Şeyh Ahmet adındaki mürşidin onları irşad etmesi gibi davasına sahip çıkan Nurcuların her birinin Şeyh Ahmet gibi halkı irşad ederek “Hürriyet” konusunda toplumu bilgilendirmesi gerektiğini ders verir. Zira hürriyet olmazsa istibdat hâkim olur. İstibdadın olduğu yerde ne uhuvvet ne de ittihat mümkün olmaz. Uhuvvet-i İslam’ın inkişafını da İttihad-ı İslâm’ın oluşmasını da sağlayacak olan Hürriyettir. Bu sebeple Bediüzzaman “Bana hürriyetimi verin. Ben ekmeksiz yaşarım hürriyetsiz yaşayamam” demiştir.

İman hizmeti olan Risale-i Nur hizmetleri 1950 sonrası Demokratların toplandığı DP’nin iktidarı ile Türkiye’de oluşan “Hürriyet” ortamında inkişaf etmiştir. Zira CHP’nin ideolojik, dayatmacı istibdadı Üniversite gençliğinin, talebelerin, memurların, askerlerin ve hatta halkın Risale-i Nurları okuyarak imanlarını kurtarmalarına engeldi. Herkes yasaklanan Risale-i Nurlara ulaşamıyor, okumaktan korkuyor ve vatan haini gibi gösterilen Nur Talebeleri ile konuşamıyorlardı. Gizlilik içinde okuyanlar da yakalanarak cani gibi suçlanıp hapislere konuyor ve mahkemelere çıkarılıyor, idam edilmekle yargılanıyorlardı. Bu durumda Risale-i Nurları okumak ve başkalarına tavsiye etmek elbette her babayiğidin karı değildi. Bu sebeple Risale-i Nurların ilk talebeleri ve naşirlerinin cesaret ve kahramanlığına, hizmetlerine hiç kimse yetişemez.

AKP’nin son on yıllık iktidarı da din adına uyguladığı istibdat ile Risale-i Nurların sakıncalı kitap, Nurcuların da 15 Temmuz ile ilişkilendirmeye ve böylece Vatana İhanet suçuna bulaştırmaya çalışarak büyük bir korku ve baskıya maruz bırakmaktadırlar. Bunun sonucu olarak dini devlet tekeline almak için açtıkları İlahiyat Fakülteleri, İmam-Hatipler ve Diyanete bağlı camiler, Kur’an Kursları, İmamlar, Vaizler ve din adamlarına rağmen gençlerin dinden uzaklaşması, Deizme, Ateizme kaymasına çare bulamamış ve aciz kalmışlardır. Bunun en önemli sebebi “İman Hizmeti”ni yapan Risale-i Nurlara ve Nur Talebelerine karşı baskıcı bir tutum sergilemeleri ve yaptıkları gerçek dışı propaganda ve yayınlarla Risale-i Nurlar sakıncalı eserler olarak göstermeleridir.

Nur Talebelerinin de burada yaptıkları yanlışlardan en önemlisi Bediüzzaman’ın kendilerine gösterdikleri Demokrat ve Ahrarları desteklemek yerine “Dindar” zannettikleri “Dini Siyasete Alet ve Tabi Kılan” Siyasal İslamcıları destekleyerek Risale-i Nurun Meslek ve Meşrebinden ayrılmaları ve Bediüzzaman’ın mesleğine sadakatsizlik göstermeleridir. Bir zamanlar da “Risale-i Nurlar devletin tekeline verilsin” demeleri, Risale-i Nur Talebesinin görevi olan Risale-i Nurlara sahip çıkma ve neşretme görevini terk etmeleridir. Bediüzzaman ise Risale-i Nurları kendi malı gibi kabul edip, neşrine çalışmakla “Nur Talebesi” vasfını kazanacağını belirtir. Çare yine Nur Talebesiyim diyenlerin davalarına “iman davasına” ve “Risale-i Nurlara” sahip çıkmasına bağlıdır. Bu da ancak Ahrar ve Demokratlarla ittifak ederek demokratlara destek olmalarına bağlıdır. Zira Bediüzzaman “Demokratlar dine taraftardır ve Nurculara dosttur” (Emirdağ Lâhikası, 2006, s. 874; Hizmet Rehberi, 230; Tarihçe-i Hayat, 238.) demiştir. Demokratların dışında ne “Dinci” görünen Siyasal İslamcılar ne ırkçılar ve ne de ideolojik düşünenler Risale-i nurlara ve Nurculara dost değillerdir. Zira Nurcuları ve Risale-i Nurları kendi davalarına engel görürler. Bu sebeple kendi yanlış davalarını bırakmadan Risale-i Nurlara dost olamazlar.

Ahrarlar ile Nurcular Müttefiktir

Bediüzzaman hazretleri “Ahrarlar ile Nurcular müttefiktir” buyurur. Yani, her ikisinin davası ve siyasi amacı “İnsan Haklarını” “Temel Hak ve Hürriyetleri” herkes için istemek ve ülkeye hâkim kılarak “Kanun Hakimiyetini” sağlamaktır. Irkçı ve İdeolojik düşünenler ise “Temel Hak ve Hürriyetleri” kendi fikirlerinin yayılmasına engel görürler ve “Temel Hakların” kısıtlanmasını, daraltılmasını ve kendileri dışındakilerin hürriyetlerinin ellerinden alınmasını isterler ve iktidar oldukları zaman da bu amaçla yasalar çıkararak hürriyetleri kısıtlarlar.

Bediüzzaman Said Nursi hazretleri siyasi hayatında daima Ahrarları ve Demokratları desteklemiş ve “Hürriyet başında bizimle, yani İttihad-ı Muhammedi (asm) Cemiyeti ile, İttihatçıların bir kısmındaki gizli farmasonlara muârız ve mânen bizimle, yani İttihad-ı Muhammedî ile müttefik olan Ahrar Fırkası yine otuz beş sene sonra dirildi, yine uyandı. Birden şeâir-i İslâmiyenin başında olan ezan-ı Muhammedî’yi farmasonların zincirlerini kırıp ilân etmesiyle; siyasetten kat’ı alâka eden, eskide “İttihad-ı Muhammedi” şimdi “Nurcular” nâmını alan ve İttihad-ı İslâm içinde bulunan kardeşlerimiz yanlış basmamak için bazı şeyleri söylemek isterdim. Fakat Risâle-i Nur benim bedelime konuşuyor dedim, yüzümü çevirdim.” (Beyânât ve Tenvirler, s. 305.) buyurarak İttihad-ı Muhammedi, Nurcular, İttihad-ı İslam ve Demokratların aynı amaca hizmet ettiğini ifade etmiştir.

Hürriyet ancak hürriyet için çalışanların gayreti ile ülkeye hâkim olabilir. Nitekim Bediüzzaman “Eski tahribatı tamirata başlayan hakikî vatanperverler olan Demokrat namında hamiyetli Ahrarlar, yani hürriyetperverler, Nur ve Nurcuları takdir etmelerine çok minnettarım. Onların muvaffakiyetine çok duâ ediyorum. İnşâallah, o Ahrarlar istibdad-ı mutlakı kaldırıp tam bir hürriyet-i şer’iyeye vesile olacaklar” (Emirdağ Lâhikası, s. 519.) buyurarak hürriyeti ancak hürriyetçilerin getireceğini, diğerlerinin hürriyet adına kendi ideolojilerine hürriyet verip kendileri gibi düşünmeyenleri büyük bir baskı altına alacaklarını ifade etmiştir. Demokratlar dışında iktidara gelenler Bediüzzaman’ın bu tespitlerini doğrulamıştır.

İstibdadı İsteyenler Hürriyetçilere Düşmandır

İstibdat heveslileri olan ırkçı ve ideolojik yönetimler daima kendilerine rakip gördükleri ve kendi düşüncelerinin yayılmasına engel saydıkları hürriyetçileri baskılar ve korkularla, iktidardan düşürmekle meşgul olmuşlardır. Ülkenin kalkınması, gelişmesi ve refahı onları fazla ilgilendirmemiştir. Bu sebeple ne zaman iktidar olmuşlarsa ülke fakirleşmiş, haklar ve hürriyetler gasbedilmiş ve masum ve mazlumlar büyük zulme ve haksızlığa uğramıştır. Nitekim Bediüzzaman buna da dikkatimizi çekmiş ve şöyle demiştir:

Eskiden nasıl Ahrarlar iki defa başa geçtiği halde, az bir zamanda onları devirdiler. Onların müttefiki olan İttihad-ı Muhammedî (asm) efradının çoklarını astılar. Ve “Ahrar” denilen Demokratları kendilerinden daha dinsiz göstermeye çalıştılar. Aynen öyle de şimdi bir kısmı dindarlık perdesine girip Demokratları din aleyhine sevk etmek veya kendileri gibi tahribata sevk etmek istedikleri kat’iyen tebeyyün ediyor.

Hattâ ulemânın resmî bir kısmını kendilerine alıp Demokratlara karşı sevk etmek ve Demokratın tarafında, onlara mukabil gelecek Nurcuları ezmek, tâ Nurcular vasıtasıyla ulemâ, Demokrata iltica etmesinler. Çünkü Nurcular hangi tarafa meyletseler ulemâ dahi taraftar olur. Çünkü onlardan daha kuvvetli bir cereyan yok ki, ona girsinler.

İşte madem hakikat budur, yirmi beş seneden beri ehl-i ilmi, ehl-i tarikatı ezen, ya kendilerine dalkavukluğa mecbur eden eski partinin müfrit ve mason ve komünist kısmı bu noktadan istifade edip Demokratları devirmemek için, Demokratlar mecburdurlar ki hem Nurcuları, hem ulemâyı, hem milleti memnun ve minnettar etmek, hem Amerika ve müttefiklerinin yardımlarını kaybetmemek için bütün kuvvetleriyle ezan meselesi gibi şeâir-i İslâmiyeyi ihyâ için mümkün oldukça tamire çalışmaları lâzım ve elzemdir. Maatteessüf, bazı müfrit ve mason ve komünistler, Demokrat aleyhinde olduğu halde kendini Demokrat gösteriyorlar ki, Demokratları tahribata sevk etsin ve din aleyhinde göstersin, onları devirsin.

Nur talebeleri ve Nurcu Üniversite gençliği namına, Sadık, Sungur, Ziya” (Emirdağ Lahikası, 527.)

Burada Bediüzzaman’ın “Ahrarlar” dediği “Osmanlı Ahrar Fırkası” 23 Temmuz 1908’de ilan edilen II. Meşrutiyetten bir ay gibi kısa bir süre sonra kurulan ilk resmi siyasi fırkadır ve 14 Eylül 1908 tarihinde kurulmuştur. Aralık 1908’de yapılan ilk seçimde parti olarak değil, bağımsız olarak Meclis-i Mebusan’a girmiş ve 70 kadar mebusla temsil edilmiştir. Ancak 13 Nisan 1909’da ortaya çıkan 31 Mart Kalkışması sonunda Selanik’ten gelen Harekât Ordusunun kalkışmayı bahane ederek İstanbul’u işgal etmesi ve darbe yapması sonucu Ahrarlar haksız yere suçlanarak büyük bir baskıya maruz bırakılmış, pek çokları idam edilmiş ve yurt dışına sürgün edilmişlerdir. Fırka da kendisini Ocak 1910’da kendisini feshetmiştir. Bediüzzaman’ın ifadesiyle ancak 35 sene sonra 1945 yılında DP (Demokrat Parti) olarak yeniden dirilmiştir.

Bediüzzaman Said Nursi hazretleri bu olayı şöyle özetler: “Âl-i himmet olanlar o hadisede sukut ettiler. Garazkâr cerideler, hakikî hürriyetin sadâsını susturdular. Meşrûtiyet pek az adamların üstüne münhasır kaldı. Fedakârları da dağıldılar.” (ESDE, 2017, Münâzarât, 191.)

Ahrarların İki Defa Başa Geçmesi

Ahrarların iki defa başa geçmesi parti olarak değil, hükümet kurması şeklinde anlamak gerekir. Zira “Kanun-i Esasi”ye göre hükümetin teşkili padişahın “Sadrazamı” (Başbakan) ataması ve Sadrazamın da kendi kabinesini Meclis-i Mebusan içinden ve dışından kurması şeklinde idi. Bu sebeple Sultan Abdulhamid “Ahrar Fırkası” mensubu olan ve hürriyetçiliği savunanlardan “Heyet-i Vükelâyı” tespit edilmiştir. Ancak devletçi ve baskıcı olan İttihat ve Terakki Fırkası mensupları bu hükümetleri darbelerle devirmişlerdir.

Birinci darbe 31 Mart Olayı ile gerçekleşmiştir. Bediüzzaman bu hadiseyi “Tebeddül-ü Saltanat” ve İttihat ve Terakki içindeki bozuk Mason kısmının “Selaniklilerin İstibdadı” olarak ifade eder. Nitekim 14 Şubat 1909 – 13 Nisan 1909 tarihleri arasında görev yapan Hüseyin Hilmi Paşa hükümeti 31 Mart darbesiyle devrilmiştir. İkinci defa başa geçen Kıbrıslı Mehmet Kâmil Paşa Hükümeti 23 Ocak 1913’te “Bab-ı Âlî Baskını” denen darbe ile zorla istifa ettirilerek Ahrar Hükümeti devrilmiştir.

1945 yılında 35 sene sonra dirilen ve 14 Mayıs 1950’de halkın desteği ile iktidar olan Adnan Menderes’in Demokrat Parti hükümeti de 27 Mayıs 1960 Kanlı Darbesi ile birinci defa iktidardan düşürmüş, ikinci olarak da 12 Eylül 1980 darbesi ile Süleyman Demirel’in Adalet Partisi hükümeti düşürülmüştür. Her iki darbe de devletçi, baskıcı, laik, Kemalist ideolojik CHP’nin orduyu kışkırtması ile yapılmıştır.

Süleyman Demirel 12 Eylül darbesine karşı “Hak ve Hürriyetleri” savunarak 1987’de yeniden TBMM’ye girmiş, 20 Ekim 1991’de yeniden iktidar olmuş, ancak 1997’de Postmodern Darbe ile Ahrarlar (DP ve AP’nin devamı olan DYP) iktidardan uzaklaştırılmış, toplum ve siyaset mühendisleri tarafından Siyasal İslamcılar öne çıkartılarak 2002 yılında AKP (Adalet ve Kalkınma Partisi) adı altında 20 yıllık bir iktidar imkanı verilmiş ve Ahrarlar (Demokratlar) dağıtılmıştır.

Demokratların iktidardan uzaklaştırılmasının sonucu, hak ve hürriyetlerin daraltılması, istibdadın yaygınlaşması, ekonomik çöküş, üretimin daralması, ülkenin fakirleşmesi, Türk parasının değersiz hale gelmesi ve enflasyonun azması, anarşi ve terörün artması, toolumda ahlakın bozulması ve dinden uzaklaşma gibi olumsuz kötü sonuçlar doğurmuştur.

Çare yine Bediüzzaman’ın gösterdiği gibi “Ahrarlar ile Nurcuların” ittifak ederek “Hürriyet” mücadelesini beraber vermelerine bağlıdır. Başka çaresi de yoktur. Çünkü yine Bediüzzaman’ın tesbiti ile “Bizim ekser ahrarımız, mutekid Müslümanlardır.” (ESDE, 212.) Dolayısıyla gerçek Müslümanlar da siyaseten hürriyetçi olanlardır. Bu sebeple Nurcularla müttefiktir. Onlar da Risale-i Nurlar ve Nurculara dostturlar. Bu sebepel “Ahrar perdesi ve hamiyet-i İslâmiye ve milliye ve elbette İttihad-ı Muhammedî dairesinden olan “Şeyh-i Risale-i Nurdur.” (ESDE, 202.) “İttihad-ı İslâmı” ve “Sulh-u Umumiyi” ancak Ahrarlarla beraber Risale-i Nur Talebeleri gerçekleştirebilirler.

Sonucu yine Bediüzzaman’ın ifadeleri ile bağlayalım: “Yaşasın akıl ve tedbir-i mücessem dindar cemiyet-i Ahrar ve Nur Talebeleri!" (ESDE, 2017, S. 98.)

Youtube Kanalıma Abone Olun!

Düzenli olarak paylaştığımız videoları kaçırmayın.

Abone Ol