FELSEFE
12.12.2023 23:09

Akıl İlim ve Ahlak

Mehmet Ali Kaya
Mehmet ALİ KAYA
Akıl İlim ve Ahlak

Hz. Ali (ra) “Edebi olmayanın aklı yoktur" der. Akıl, hakkı batıldan, doğruyu yanlıştan, faydalıyı zararlıdan ayıran, geçmişten geleceği, olmuştan olacağı doğru şekilde tahmin eden, muhakeme ve tefekkür aletidir ve insanın en önemli geliştirilebilen duygusudur.

“Edebi olmayanın aklı yoktur.” (Hz. Ali (ra))

Akıl, hakkı batıldan, doğruyu yanlıştan, faydalıyı zararlıdan ayıran, geçmişten geleceği, olmuştan olacağı doğru şekilde tahmin eden, muhakeme ve tefekkür aletidir ve insanın en önemli geliştirilebilen duygusudur.

Yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde insanın aklına hitap eder ve aklını çalıştıran ve kullanan kullarına hakkı ve hidayeti ilham eder. Aklını kullanmayanları da pislik ve rezillik içinde bırakır. (Yunus, 10:100.) Maalesef bizler doğruyu eğriden, hakkı batıldan ayırmayacak kadar akıldan uzaklaştık. Akıl ilmi, araştırmayı, ihtisası, liyakat ve ehliyeti emreder. Bizler yağcılığı ve dalkavukluğu, sevdiklerimizin düşüncelerini körü körüne taklit etmeyi tercih ediyoruz.

Akıl bilgi ve tecrübeyi önerir, bizler yandaşlığı ve ideolojiyi tercih ediyoruz. Akıl hak ve adaleti tavsiye ediyor; bizler haksızlık ve kayırmacılığı tercih ediyoruz. Akıl edep ve ahlakî davranışları uygun bulur; bizler ise nefis ve hevamıza uygun davranmayı tercih ediyoruz.

Bundan dolayı sürünüyoruz… Bunun için “herkes bizi kıskanıyor…!!!

**

Ahlak basit düşünceler, menfaat duygusu ve düşük hesaplar üzerinden temellendirilemez; fıtratı ve fıtratı ve yaratıcıyı esas alarak düzenlenmesi gerekir. Aklın aydınlanması da kalbin nurlanması iledir. Kalb kirlenip kararınca akıl da şaşar.

Kalbin katılaşması ve kirlenmesi haram yemekten kaynaklanır. Kazancına haram katan ve haramdan beslenen kalbden sağlıklı düşünce çıkmaz. Akıl terazisi bozulursa her şeyi yanlış tartar. Yanlış anlamaların sebebi budur. Göz için görmeye yarayan mercek ne ise akıl için de kalp odur. Kalpsiz akıl fayda vermez.

**

İslâmiyet, akıl, mantık, hikmet ve ilim üzere müessestir. Müslümanların sıkıntılarından kurtuluşu Asr-ı Saadette olduğu gibi aklın ve hikmetin hükmetmesi, ilim ve ahlâkî faziletlerin hükmetmesi, aklın hissiyâta galip gelmesi ve muhakeme kabiliyetinin gelişmesi ile mümkün olur. Bunun için de din ve fen ilimleri beraber tahsil edilmelidir.

Zira “Vicdanın ziyası din ilimleri, aklın nuru fen ilimleridir. İkisinin imtizacı ile hakikat tecelli eder.” Hak ve hakikate ancak bu şekilde ulaşabiliriz. Aksi taktirde “taassup” ve “safsata”dan kendimizi kurtaramayız.

**

Ehl-i Sünnet uleması “Eş’ârî” ve “Maturudî” akla değer verirler. Zira Kur’an’ın Allah kelamı olduğu, Hz. Muhammed’in (asm) Allah’ın elçisi olduğu akılla bilinir. Kur’an’dan doğru hükümlerin çıkarılması da akıl, ilim ve muhakeme ile olur. İcma ve Kıyas akılla teşekkül eder. Fetva ve Kazâ ancak akıllı insanların araştırma ve akıl yürütmeleri ile doğruya isabet eder. Müçtehitler içtihatlarını akılla yaparlar. Velhasıl aklı olmayanın dini de ilmi de edebi de yoktur.

İmam-ı Gazali de aklı göze vahyi güneşe benzetir. Güneş olmazsa göz görmez, göz olmazsa vahiy anlaşılmaz. Allah aklı vahyi anlaması için yaratmıştır. İkisi de birbirine muhtaçtır. Ehl-i Sünnete göre aklın makul gördüğü şeyi kalp de anlayarak teslim olmakla “iman” tahakkuk eder. İman, aklın iknası ve kalbin tatmini ve tasdiki ile gerçekleşir. İman hakikatlerini önce akıl kabul edecek ki kalp de ona iman etsin. Akıl ve kalp beraberliğinden “salabet” doğar. Bu sebeple mümin mutaassıp olmaz, salabet sahibi olur. Taassup körü körüne taklittir, salabet ise akıl ve kalp beraberliğinde tahkikten kaynaklanan inancını müdafaadır.

**

Bilgi tek başına iman değildir. İman insanın akılla yaptığı tercihidir, temelini hak ve hakikati tasdik oluşturur. İnsan bilgi, iz’an, iltizam aşamalarından sonra “tasdik” ve “iman” mertebesine ulaşır. Yani, iman, aklî ve kalbî melekelerin çalışması ile imana ulaşır. Ancak imanda terakki ve tekâmül ile “hidayet” ve istikameti elde eder. Bu da Allah’ın o kulunun aklını ve kalbini iradesi ile çalıştırması ve Allah’tan hidayeti talep etmesi ile Allah’ın o kuluna ihsanı ve ikramıdır. Bu sebeple hidayet Allah’tandır, ancak rızık ve şifa gibi çalışma ve gayrete ve sebeplerine sarılmaya bağlıdır. Tasdik bir emr-i nisbîdir ve bir hükümdür. İnsan iradesi ile gerçekleşir. İnsan tasdik edip imana hükmetmesi ile Allah hidayeti yaratır.

İman sadece Allah’ın emri olduğu için inanmak gerektiğini söylediğiniz zaman iman etmeyi sağlayamazsınız. Zira, “Neden inanmalıyım?” diyene “Allah emrettiği için” derseniz, o da size “Ben Allah’a inanmıyorum ki emrini kabul edeyim!” diye cevap verir. Bu da “devir” iktiza eder. Yani kısırdöngüyü netice verir ve kişiyi çıkmaza sokar. Mantıkta devir ve teselsül batıldır. Bu sebeple “Kur’ân ve Hadisleri” inanmayana delil olarak sunamazsınız. Bu delil geçersiz olur. Bu sebeple iman aklî bir süreçtir.

**

Akıl peygamberi tasdik ettikten sonra akılla vahiy arasında etkileşim başlar. Bunun için İslam fukahası “Akıl ile nakil tearuz ederse akıl esas alınır, nakil tevil olunur” hükmünü kabul etmiş ve bir usul olarak kabul edilmiştir. Zira gerçek doğrulayıcı akıl olduğu için akliyyâta ait bilgiler zarurî ve kesin bilgilerdir. Akılla çelişen bilgiler ise zannî bilgilerdir. Zannî olanın aklî ve zaruri olana uyması aklın gereğidir.

Mucizeyi görerek iman edenlerin imanları da aklîdir. Zira akıl mucizenin Allah’ın fiili olduğunu ve bir beşer olan insanın fiili olmayacağını bilir. Böylece mucizenin Allah’ın peygamberi tasdik etmek için gösterildiğini bilir ve bundan itikat ve teslimiyet doğar. Din imandır ve imanda zorlama yoktur. Akıl ve iman insanı zorlamaz. Din de akla kapı açar, insanın ihtiyar ve iradesini elinden almaz. Bu sebeple insanları imana zorlamaz.

Kur’ân-ı Kerimin anlaşılması ve yorumlanması da akıl işidir ve akıl esastır. Aksi taktirde kişi taassuptan ve hissiyata kapılmaktan kendisini kurtaramaz.

**

Ahlak aklın ve vahyin prensiplerinin pratik hayatta “Salih Amel” haline gelmesidir. İnsan akla ve vahye uygun davranacaktır. Akıl ise “kendisine yapılmasını istemediği bir şeyin başkasına yapılmasının da uygun olmadığını” kabul eder. Peygamberimiz (asm) bunu “Kişi nefsi için isteyip razı olduğunu başkası içinde isteyip razı olmadıkça kâmil mümin olamaz” hadisi ile ifade etmiştir.

Ahlâkî davranış da vicdanı rahatlatan davranıştır. “Vicdanı rahatlatan ve başkalarının görmelerini ve duymamalarını istemediğin şeyi terk etmen ahlâkî olandır” hadisi de bunu ifade eder.

“Allah adaleti, ihsanı ve akrabaya iyilik yapmayı emreder; fuhşiyatı, zulmü ve kötülük yapmayı yasaklar.” (Nahl, 16:90.) Adalet ise hak sahibine hakkını vermek ve kimseye zulmetmemektir. Ahlak ise fıtrat uygun davranmaktır. Temeli utanma anlamındaki “hayâ”ya dayanır. Hayâ ise kişinin yanlışı, hatası kendisine söylendiği zaman yüzünün kızarması ve mahcup olması durumudur. Bu sebeple Peygamberimiz (asm) “Utanmazsan dilediğini yap!” buyurmuşlardır.

**

İyi ve kötü biz insanların fayda ve zarar görmesine göredir. Allah’a göre iyi ve kötüdür denemez. Zira ikisini de yaratan Allah’tır. Bunun için “Allah iyi olanı emretti, kötü olanı yasakladı” demek yerine “Allah bizim için hayırlı olanı emretti, zararımıza olanı yasakladı” demek daha doğrudur. İslam alimleri “Allah bir şeyi emreder hasen olur, yasaklar çirkin olur” demişlerdir. Kur’ân-ı Kerim “Allah çirkin olan şeyleri yasaklardı” (Araf, 7:33.) ayeti bize göre demektir.

Zira iyi ve kötü, zarar ve fayda izâfîdir. Kişiye göre değişebilir. Hastalık hastaya göre kötüdür. Eczacı ve doktora göre ise rızık kapısı olduğu için iyidir, eczacılık ve tıp ilminin gelişmesine sebeptir. Bu bakımdan faydalıdır.

Bu sebeple iyi ve kötünün bir kısmı zaruri olarak akla göre bilinir. Adalet ve ihsan gibi... Bir kısmı vahiyle bilinir. Oruç, namaz ve hac gibi… Bir kısmı da emre ve nehye bağlıdır. Bu sebeple Allah emreder iyi olur, yasaklar çirkin olur.

**

Kişi akıl ve iradesi ile hürdür. Hür olduğu için sorumludur. Sorumlu olduğu için iyi olanı iradesi ile yapar mükafatı hak eder, kötü olanı iradesi ile tercih eder cezayı hak eder. Hürriyet olmazsa sorumluluk da olmaz, kabiliyetleri gelişmez, hür olmazsa kişi haklarını arayamaz, adalet temin edilemez.

Hürriyetin olmadığı yerde ahlak gelişmez. İnsanlar yalancılık ve dalkavukluğa alışır ahlak sukût eder. İlmî gelişme olmaz; zira kişi aklını ve iradesini hür bir şekilde kullanamaz.

**

“Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer, 39:9.)

“Rabbim! İlmimi artır.” (Tâhâ, 20:114.)

“Bilmiyorsanız bilene sorun!” (Nahl, 16:43.)

“Kaleme ve yazdıklarına yemin olsun.” (Kalem, 68:1.)

“Allah’tan ancak âlimler korkar!” (Fatır, 35:28.)

Youtube Kanalıma Abone Olun!

Düzenli olarak paylaştığımız videoları kaçırmayın.

Abone Ol