DİN
25.8.2023 21:32

Allah'ın Ezeliyeti Meselesi

Mehmet Ali Kaya
Mehmet ALİ KAYA
Allah'ın Ezeliyeti Meselesi

Hiçbir şey yokken sadece Allah vardı. Ve Allah her şeyi sonsuz ilmi, iradesi ve kudreti iler bir tek sözden “Kün” hazinesinden yarattı. Allah’ın hazinesi sonsuz olan kelamıdır. “Kaf Nûn” tezgahından “adem-i sırftan” vücut vererek kudreti ile varlık alemine çıkarır.

Giriş

Hiçbir şey yokken sadece Allah vardı. Ve Allah her şeyi sonsuz ilmi, iradesi ve kudreti iler bir tek sözden “Kün” hazinesinden yarattı. Allah’ın hazinesi sonsuz olan kelamıdır. “Kaf Nûn” tezgahından “adem-i sırftan” vücut vererek kudreti ile varlık alemine çıkarır.

Kadir-i Kayyum, “kâf-nun” kelâmı ve kudretiyle her şeye yoktan vücut vererek imam-ı mübinden kitab-ı mübine âlem-i gaybden âlem-i şahadete çıkarır ve sonra oradan kolayca alem-i gayba gönderir. Yoğu var etmek, varı yok etmek Allah’ın işidir ve Allah’a çok kolaydır.

Eşyanın hakikati, varlığın vücudu Kâdir-i Kayyum, Ehad, Samed ve Ferd olan Allah’ın bir ismine dayanarak hakikat olur ve vücut bulur. Yoktan yaratma ve icad Allah’a hastır ve Allah’ın sıfatıdır. Allah’tan başka hiçbir varlık ne tek başına ne de hep beraber bir araya gelip güçlerini birleştirseler yoktan bir varlığı icad edemedikleri gibi, Allah’ın yaratıp vücut verdiği bir şeyi yok edemezler. Maddeyi Allah yaratmış ve ona kendisinden başka hiçbir varlığı şerik etmeyerek onlara ne icad cihetinde ve ne de imha cihetinde bir tesir vermemiştir. İcad da imha da Allah’a aittir. Dirilten de hayat veren de öldüren de Odur. Fizik bu hakikati keşfetmiş ve “Madde yoktan var edilmez, var olan madde de yok edilemez” demiş ve bu kurala da “Maddenin Sakımı Kanunu” adını vermiştir.

Yüce Allah Ehad ve Samed olduğu, her şey ve bütün eşya kendisine ait olduğu için bir padişahın maddi ve manevi gücünü bir askerin yardımına gönderdiği ve o bir neferin padişahı namına bir orduyu kumanda ettiği gibi bir emirle her şeyi icad eder ve yaratır. Hem Allah’ın hazinesi varlık değil, yokluk olduğu için yoktan bir anda yaratır ve onun hazinesi asla tükenmez. Var olandan yaratacak olsa sınırlı olur ve tükenirdi.

Yüce Allah’ın sonsuz ilminde bulunan ve Kader ile her şeyin manevi mahsus sureti ve kalıbı ilminde bulunduğu için irade ve kudret onu gayet kolay bir anda o kaderi kalıp ve miktar üzerinde kibrit çakar gibi, hiçten yoktan bir emirle, hadsiz kudretiyle bir anda halk ve icad eder yaratır. Yüce Allah bu kolaylığı ifade etmek için “Kıyamette sizin yeniden yaratılmanız göz açıp kapayıncaya kadardır yahut ondan daha yakındır” (Nahl, 16:77.) buyurur. Bu yaratılığın kolaylığını ifade etmek için de “Allah bir şeyin olmasını dilediği anda ona ‘Ol!’ der o da hemen oluverir” (Yasin, 36:82.) buyurarak bize anlatır.

Yüce Allah böyle ilim, irade ve kudret sahibidir.

Ezel-Ebed / Kıdem-Beka Ne Demektir?

Ezel başlangıcın olmaması demektir. Kıdem de bu manayı ifade eden Allah’ın zâtî sıfatlarından birisidir. Arapçada “Lem yezel ve la yezâlü” kelimeleri ile Allah’ın yaratılmış olmadığı, “Vücut” sıfatının Allah’ın zâti sıfatı olduğu için yaratılmayan mutlak varlığın Allah’a has olduğunu ifade etmektedir.

Kur’ân-ı Kerimde ve hadislerde “ezel” kelimesi geçmez; ancak ondan daha geniş kapsamlı bir manayı ifade eden “Evvel” kelimesi ile “Hüve’l-Evvelü ve’l-Âhiru” (Hadid, 57:3.) şeklinde Allah’ın tek varlık olduğu, ondan önce hiçbir varlığın bulunmadığı, yaratıcılığın sadece Allah’a has olduğunu ifade etmek için geçer.

Hadid Suresinde yüce Allah kendisini şöyle vasfeder:

“Göklerde ve yerde bulunan her şey Allah’ı tesbih ederek överler. O Allah izzet ve azamet sahibi olup her yaptığında büyük faydalar ve hikmetler vardır. Göklerin ve yerin hükümranlığı Ona aittir. Her şey hayat veren de öldüren de Odur. O Allah her şeye kadirdir. O Allah evveldir, âhirdir, zahirdir ve bâtındır. Her şeyi bilir; ilmi her şeyi kuşatmıştır. Gökleri altı günde yaratıp Arşa istiva eden Odur. O Allah yere giren ve yerden çıkan, gökten inen ve göğe çıkan her şeyi bilir. Nerede olursanız olun O Allah sizinle beraberdir. Allah yapıklarınızı yakinen görmektedir.” (Hadid, 57: 1-4.)

Bu ayetlerde geçen “Evvel, Âhir, Zâhir, Bâtın” isimleri Peygamberimizin (asm) Allah’ın doksan dokuz isminin sayıldığı “Esmâ-i Hüsnâ” ile ilgili hadisin yanı sıra, onun şu şekilde başlayan bir münâcâtında da yer alır: “Allahım! Sen evvelsin, senden önce olan yoktur; sen âhirsin, senden sonra da hiçbir şey yoktur. Sen zâhirsin, senden daha açık ve üstün olan yoktur; Sen bâtınsın, senden daha gizli ve senden öte hiçbir şey yoktur...” (Müslim, Zikr, 61; Tirmizî, Da‘avât, 19.)

Evvel: Allah Teâlâ kadîmdir, ezelîdir; varlığının başlangıcı yoktur, O, her şeyin başlangıcı ve başlatıcısıdır.

Âhir: Allah Teâlâ bâkidir, ebedîdir; varlığının sonu yoktur, her şey sonludur ve sonunda O’na ulaşmak üzere vardır.

Zâhir: Allah Teâlâ’nın varlığı ve varlığının delilleri, kudretinin eserleri açıktır. Her şey Onun eseri olmakla lisan-ı hal ile Onun varlığını birliğini, ilmini, iradesini ve kudretini bize anlatır. Her mevcut ferden Allah’ın varlığına, nev’an birliğine delalet eder. Cem’an de hem varlığına hem de birliğine delalet eder. Evet, “Bir kitabullah-ı Azamdır serâser kâinat / Hangi harfi yoklasan manası hep Allah çıkar.” (Recaizade Mahmud Ekrem)

Bâtın: O’nun zâtının mahiyeti gizlidir, yaratılmış olanlarca bilinemez; gözler O’nu göremez, akıllar O’nu idrak edemez, muhayyileler O’nu kuşatamaz. O ise bütün gizlilikleri bilir, her şeye nüfuz eder. (DİA, 1:542; 5:187; 11:545.)

Peygamberimiz (asm) “Allah vardı ve kendisi ile birlikte hiçbir şey yoktu” (Buhari, Bed’ul-Halk, 1; Tevhid, 22; Tirmizi, Menâkıb, 74; Müsned-i Ahmed, 4:431 - 432.) buyurarak varlığı kesin olan tek varlığın Yüce Allah’ın zatı olduğunu bize haber vermiştir. “Allah âlemi yaratmadan nerede idi ve ne yapıyordu?” sorusuna da Peygamberimizin (asm) “O altında ve üstünde hava bulunmayan bir amâda idi” şeklinde cevap verdiği hadislerde geçer. (Tirmizi, Tefsir, 12; Müsned-i Ahmed, 4:11.) Amâ kelimesini İslam bilginleri “Bilinmezlik içinde olmak, bilinememek” şeklinde açıklamışlardır. Bizler ancak Allah’ın bize bildirdiği ve bilmemizi istediği kadar bilgi sahibi olabiliriz. Onun dışında Allah’a ait olan hususları biz aciz insanların bilmesi imkânı yoktur. Peygamberimiz (asm) bu gerçeği bize bildirmiştir. Peygamberimiz (asm) de ancak Sultan-ı Ezeli’sinden aldığı bilgileri bize haber verir, onun dışında bir şey bilemez.

İslam mütefekkir ve filozoflarından Yakub b. İshak el-Kindî çeşitli aklî deliller göstererek hareket ve zamanın da ezelî olmadığını ispatlamakta ve sonuç olarak sadece “gerçek bir” olan varlığın yani Allah'ın ezelîlikle nitelendirilebileceğini ortaya koymaktadır (Resail, s. 113-122, 153, 215.) Fârâbî'ye göre de tam anlamıyla ezelî olan sadece “ilk varlık” Allah'tır. Zira ilk varlık diğer bütün varlıkların ilk sebebidir. O bütün eksiklik çeşitlerinden münezzehtir; en şerefli ve en kadîm varlıktır. O bilfiil vardır; bilkuvve var olduğu yahut herhangi bir şekilde yok olmasının da mümkün bulunduğu düşünülemez. Bundan dolayı O ezelîdir ve ezelî olması için varlığının geriye doğru devam etmesini sağlayacak başka bir şeye ihtiyaç göstermeksizin varlığı süreklidir. (Ârâʾü Ehli'l-Medîneti'l-Fâzıla, s. 37-38.)

İslâm inancına göre Allah için bir başlangıç ve son düşünülemez. O hep vardı ve daima var olacaktır; yokluğu düşünülemeyen Vâcibü'l-Vücûddur; varlığı aklen zorunludur. O'nun bulunmadığı bir zaman düşünülürse sonradan olduğu kabul edilmiş olur. Sonradan olana hâdis denir. Hâdis olan ise yaratıcı olamaz. Bu sebeple aklen ve mantıken Allah’a “yokluğu aklen ve mantıken düşünülemeyen” anlamında “Vacibu’l-Vücûd” denilmiştir.

Kelam ulaması varlığı üç şekilde kategorize etmişlerdir.

a) Hem ezelî hem ebedî olan varlık; bu iki sıfat sadece Allah'a mahsustur.

b) Ne ezelî ne de ebedî olan varlık: Kâinat kitabında olan varlıklar. Kâinat kitabı bir bakıma “Levh-i Mahv ve İsbat”tır. Yani, yüce Allah yoktan yaratıp varlık alemine çıkarır, sonra ölüm ve helak ile tekrar yokluğa mahkum eder. Bediüzzaman Said Nursi hazretleri bunu “İmam-ı Mübin’den Kitab-ı Mübine, kitab-ı mübînden tekrar İmam-ı Mübine geçiş” şeklinde izah eder. (Mektubat, 2005, 10. Mektup, s.60-62.) Zira Allah yoktan yaratıp vücut vererek varlık alemine çıkardığı bir varlığı tekrar mutlak yokluğa mahkûm ederek zulmetmez. Çünkü ehl-i hakikat “Vücut hayr-ı mahz, adem şerr-i mahzdır” demişlerdir. Allah ise zulümden münezzehtir. Ahirette de cennet fazl-ı ilâhî, cehennem ise adl-i ilâhidir, hak edenleri adaleti ile cehenneme atar, yine yokluğa mahkûm etmez.

c) Ezelî olmayıp ebedî olan varlık: Âhiret alemi, ehl-i cennet ve cehennemdir. Bunun aksi, yani ezelî olup da ebedî olmayan bir varlık düşünülemez; çünkü “kıdemi sâbit olanın ademi imkânsızdır.” (Seyid Şerif Cürcâni, et-Taʿrîfât, Ezelî Md.)

Ezel Geçmiş ve Mazi Değildir

Ezel mazi silsilesinin bir başlangıcı olmadığı gibi ebed de istikbalin son noktası değildir. Bediüzzaman Said Nursi hazretleri “Ezel, mazi silsilesinin bir ucu değil… Belki ezel, mazi ve hal ve istikbali birden tutar, yüksekten bakar bir âyine-misaldir. Öyle ise, daire-i mümkinat içinde uzanıp giden zamanın mazi tarafında bir uç tahayyül edip, ona 'ezel' deyip, o ezel ilmine, eşyanın tertiple girmesini ve kendisini onun haricinde tevehhüm etmesi, ona göre muhakeme etmek hakikat değildir” (Sözler, 2001, 26. Söz, 430.) buyurarak ezel kavramının Allah’ın her yerde hazır nazır olan ilim, irade ve kudretinin, görmesinin, işitmesinin ve idare etmesinin bir unvanı ve ifadesi olarak izah eder. Bu izahtan ezelin öncesi ve sonrası, başlangıcı ve sonu olmayan Allah’ın geçmiş ve geleceği ihata eden bir yücelikte olmasını anlıyoruz.

Mazi, hal ve istikbal zaman şeridine tabi olan ve sonradan yaratılan varlıklar içindir. Zira zamanla sınırlı olan varlıklar sonradan yaratılan varlıklardır. Allah zamanın da yaratıcısı olduğu ve zamanla sınırlı olmadığı için geçmiş ve gelecek onun hakkında düşünülemez ve söylenemez. Tüm zamanlar ve mekanları Allah’ın ilim, iradesi dahilinde olduğu için tüm zamanlardaki tüm varlıkları her an hazır görür ve bilir. Yerde olan için ön ve arka, ileri ve geri olabilir; ama yukarıdan ve çok yüksekten bakan birisi yerde olanın önünü, arkasını, ileri ve gerisini bir anda görür. Bir kilometre yüksekte trafiği kontrol eden bir helikopterden bakan birisi yolda hızla giden bir arabanın bir dakika sonra aynı hızla gelen ve virajı hızla dönen araçla çarpışacağını önceden görebilir.

Bediüzzaman bunu şöyle izah eder: “Şu sırrın keşfi için şu misale bak: Senin elinde bir âyine bulunsa, sağ tarafındaki mesafe mazi, sol tarafındaki mesafe müstakbel farz edilse, o âyine yalnız mukabilini tutar. Sonra o iki tarafı bir tertiple tutar, çoğunu tutamaz. O âyine ne kadar aşağı ise, o kadar az görür. Fakat o âyine ile yükseğe çıktıkça, o âyinenin mukabil dairesi genişlenir. Git gide, bütün iki taraf mesafeyi birden, bir anda tutar. İşte, şu âyine, şu vaziyette, onun irtisamında, o mesafelerde cereyan eden hâlât birbirine mukaddem, muahhar, muvafık, muhalif denilmez. …İlm-i ezelî, hadisin tabiriyle, manzar-ı âlâdan, ezelden ebede kadar herşey, olmuş ve olacak, birden tutar, ihata eder bir makam-ı âlâdadır. Biz ve muhakemâtımız onun haricinde olamaz ki, mazi mesafesinde bir âyine tarzında olsun.” (Sözler, s. 431.)

Kur’ân-ı Kerim Allah kelamı olduğu için onun ifadeleri ve beyânâtı geçmiş ve geleceği bir anda ihata eder. Bu sebeple geçmiş ve gelecekten verdiği haberler hakikatin kendisidir. Ezelde Firavun ve Ebu Cehilin iman etmeyeceğini görmüş ona göre haber vermiştir. Bediüzzaman bu hakikati de “Demek oluyor ki, beyanat-ı Kur’âniye beşerin ilm-i cüz’îsine, bahusus bir ümmînin ilmine müstenid olamaz. Belki, bir ilm-i muhite istinad ediyor ve cemî eşyayı birden görebilir, ezel ve ebed ortasında bütün hakaikı bir anda müşahede eder bir Zâtın kelâmıdır. Âmennâ…” (Sözler, 13. Söz, s. 130.)

Yaratılan Varlığa Allah Denemez

Allah Yaratılmayan Varlığı Zorunlu Varlıktır. Bu sebeple “Allah’ı kim yarattı?” “Allah’tan önce ne vardı?” şeklinde bir sual sorulamaz. “Allah” ezelî ve ebedî olan, bütün “Ehad” ve “Samed” ve “Kıyam bi-Nefsihi” yani varlığı zatının gereği, lâzeme-i zaruriyesi olan ve tüm sıfatları sonsuz kemalde bulunan bir zat anlaşılır. Böyle bir zat ise yaratılmaktan münezzehtir. Zira yaratılan her şey hadistir, sonradan olmuştur, fanidir, varlığının bir sonu vardır ve bütün sıfatları sınırlıdır. Biz yaratılmayan ve bu sonsuz kemalde sıfatlarla muttasıf olan Zât-ı Zü’l-Celâle Allah diyoruz.

Nitekim müşrikler Peygamberimize (asm) “Senin bize inanmanı istediğin Allah nasıl bir varlıktır? Her şeyi Allah yarattı diyorsun Allah’ı kim yaratmıştır?” (Müsned-i Ahmed, 5:133-134.) gibi sorular sorunca yüce Allah zatını vasfeden imanın halis tevhid hakikatini ifade eden “İhlas ve Tevhid Suresini” inzal buyurdu. Bu surede yüce Allah kendisinden başka hiçbir varlıkta bulunmayan zatına has zatî sıfatlarını açıkladı. “Allah vardır. Ehaddir, birdir. Sameddir, hiçbir şeye muhtaç değildir; ama tüm varlıklar ona muhtaçtır. Ezelidir, hiçbir varlıktan doğmamıştır. Ebedidir, hiçbir çocuk edinmemiştir. Varlığı zatının gereği olup yarattığı hiçbir varlığa benzememektedir” (İhlas Suresi, 112:1-4.) buyurdu.

Yaratılan hiçbir zaman yaratan olamaz. Yaratıcı olan da yaratılan olamaz. Kuvvet ve kudreti sonsuz olan, bir başkasının tesiriyle vücuda gelemez. Başlangıcı olmayan, sonradan olamaz. Kısaca hem yaratıcılığın sonsuz kemal sıfatlarıyla donatılmış, hem de mahluk olmanın gereği olarak sınırsız eksikliklere sahip bir konumda olamaz. Böyle bir şey muhaldir, aklen imkansızdır. Hem yaratıcı olacak hem yaratılmış olacak hem sonsuz kudreti olacak hem son derece aciz olacak. Hem hiçbir şeye muhtaç olmayacak hem yaratılmaya ihtiyaç duyacak. Buna “içtimau’z-zıddeyn” yani zıtların bir arada bulunması denir ki bu imkansızdır. Hem aydınlık olacak hem de aynı zamanda karanlık olacak bunlar imkansızdır.

Teselsül ve Devir İmkansızdır

Arka arkaya, birbirine bağlı olan şeylerin bir başlangıcı ve bir de sonu vardır. Art arda bağlı hadiseler zincirinde mutlaka bir ilk halka olmalıdır ki diğer halkalar ona bağlı olsun. İnsanların bir anne-babadan doğdukları gerçeğinden hareketle iş ilk insan olan Hz. Adem’e dayanır. “Ademin babası kimdir?” diye sorulmaz. Hz. Adem’i Allah ilk baba olarak yaratmıştır. Şayet Allah’ın yaratıcı olduğu kabul edilmezse bir “Teselsül” devam eder gider ve sonuç alınmaz.

Mesela, otuz vagonlu bir trende, her bir vagonu bir önceki vagon çeker. Sonuçta iş, lokomotife dayandığında, “Lokomotifi kim çekiyor?” diye sorulmaz. Çekme gücü olan, fakat çekilmeye ihtiyacı olmayan bir araç olmalı ki - o da lokomotiftir - tren sağlıklı olarak hareket edebilsin.

Aynı şekilde, bir şekerin nasıl yapıldığını sorsak, bize cevaben, şeker fabrikasında yapıldığı söylenecektir. Şeker fabrikasındaki aletlerin nerede yapıldığını sorduğumuzda onların da tezgahlardı gösterilecektir. Neticede problem bir ilme, bir iradeye dayandırılmazsa, tezgâhın da tezgâhı sorulacak ve kısır döngüye düşülecektir.

Bir er, emri onbaşıdan, o da yüzbaşıdan ve nihayet başkomutan da padişahtan alır. Peki, padişah kimden emir alıyor, diye sorulmaz, zira o emir alan değil emir veren konumundadır. Eğer birinden emir alacak olursa, o da emredilenler sınıfına girer ona emir veren kimse padişah olur.

Bu sebeple “Yumurta mı tavuktan çıktı, tavuk mu yumurtadan çıktı?” şeklinde bir soru devirdir. İkisi de birbirinin sebep ve sonucudur. Aynı şekilde ağaç mı çekirdekten, çekirdek mi ağaçtan çıktı?” Bu da sonucu olmayan bir devirdir. Bunun cevabı ancak “Çekirdeği de ağacı da yaratan, tavuğu da yumurtayı da yaratan Allah’tır” demektir. Zira ne ağaç çekirdeği yapacak ilim, irade ve kudrete sahiptir, ne de çekirdek… Aynı şekilde ne yumurtada tavuğu yapmak ne de tavukta yumurtayı yapacak ilim, irade ve kudret vardır. İkisini de yaratan Allah’tır.

Buraya kadar yapılan açıklamalardan açıkça anlaşılıyor ki, bu kâinatın varlığı, zatı, isimleri ve sıfatlarıyla ezelî olan bir yaratıcıya dayanmaktadır. Böyle bir zatı kimin yarattığı sormak aklen mümkün değildir. Zira biz “Üçgeni” üç kenarı olan, “Dörtgeni” dört kenarı olan şekil olarak tarif ederiz. Üçgen ve dörtgen için “Üçgenin dördüncü kenarı var mıdır?” “Dörtgenin beşinci kenarı nasıldır?” şeklinde soru sorulamaz. Allah “yaratıcı kudret” olarak tanımladıktan sonra “Allah’ı kim yarattı?” şekliden soru sorulamaz.

Sonsuzluk Nedir? Sonsuzluk Anlaşılabilir Mi?

Bir bardağa bahr-i umman ve okyanus yerleşmediği gibi insanın sınırlı aklına da sonsuzluğu kavraması mümkün değildir; ancak insan aklı anlamakta ve kavramakta zorlandığı şeyleri temsil yoluyla, bilinenden bilinmeyene intikal metoduyla anlayabilir. Bu sebeple soyut kavramları anlamamız için yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde bizlere temsillerle misaller vermektedir. “Düşünesiniz ve aklınızı çalıştırasınız diye size misaller veriyoruz” (Bakara, 2:242; Haşir, 59:21.) buyurmaktadır.

Yüce Allah insana akıl vermiş ve aklı çalıştırarak maddi ve manevi alemlerden istifade etmelerini murat etmiştir. Yoksa yüce Allah insanı akılsız varlıklar gibi yaratır ve bütün ihtiyaçlarını da onlara verdiği gibi insana da verirdi. İnsan ancak aklını çalıştırdığı, düşündüğü ve eşya üzerinde, Allah’ın ayetleri üzerinde tefekkür ettiği zaman yüce Allah ona eşyanın hakikatini ve faydalarını, imanın hakikatini ve varlığın esma ve sıfata delaletini, ruhaniyat ve ilahiyata ait hususları da inzal ettiği kitapların hakikatlerini öğrenmeye çalıştığı ve üzerinde düşünerek kafa yorduğu zaman ilham yoluyla bilmediklerini ona öğretir. Nitekim Peygamberimiz (asm) “Bildikleri ile amel edene Allah bilmediklerini öğretir” (İhya, 1:177.) buyurur.

Din, ilim, amel ve ihlastır. Peygamberimiz (asm) bir başka hadislerinde “Şüphe yok ki insanlara hayrı öğreten kimselere Allah merhamet eder; melekleri, göklerin ve yerlerin halkı, hatta yuvasındaki karıncalar, hatta balıklar, insanlara hayır ve faydalı şeyler öğreten kimseye dua ederler.” (Tirmizî, İlim, 19; Dârimî, Mukaddime, 17.) buyururlar.

İnsan binler çeşit elemlerle müteellim ve binler nev'î lezzetlerle mütelezziz olacak bir zîhayat makine ve gayet derece acziyle beraber hadsiz maddî-mânevî düşmanları ve nihayetsiz fakrıyla beraber hadsiz zâhirî ve bâtınî ihtiyaçları bulunan ve mütemadiyen zevâl ve firak tokatlarını yiyen bir biçare mahlûktur. İnsan sonradan yaratıldığı gibi mahlukatın da en aciz ve en muhtacıdır. Gözü mevcut ışığın ancak yüzde iki buçuk kadarını algılayabilirken, seslerin ancak sınırlı belli bir frekansını işitebilir. Ruh aleminde de aynı şekilde aklı her şeyi anlayamaz, hayali her yere ulaşamaz, bilgisi ancak alakadar olduğu şeylerle sınırlı ve o konuda dahi eksik ve noksandır. Bunun en açık misali insan aklının kendi varlığını anlayamaması, ruhun mahiyetini bilememesi ve maddi bedenini henüz daha tam olarak keşfedememiş olmasıdır. Böyle bir insan elbette sonsuzluğu anlayamaz; ama kabul etmek zorundadır.

İnsanın sonsuzluk algısı Allah’ın ilim, irade, kudret gibi isim ve sıfatlarının sonsuzluğu konusundaki peygamberlerden bize gelen ilim iledir. Bir şeyi bilmek ve kabul etmek ayrıdır; mahiyetini bilmek ve idrak etmek ayrıdır. Biz her zaman gördüğümüz hava, ısı, ışık, güneş, elektrik, atom, hayat ve enerji gibi şeyleri biliyoruz; ama mahiyetini anlayıp idrak edemiyoruz. Eşyayı da aklımızla araştırıp özelliklerini öğrenerek kendi faydamız için kullandıkça anlamaya başladığımızı idrak ediyoruz. İnsan bir çekirdekten çıkan ağacın, bir yumurtadan çıkan canlının bir damla sudan yaratılan bebeğin varlığını inkâr edemiyor; ama nasıl olduğunu idrak edemiyor. Mahiyetini ve nasıl olduğunu anlayamıyor. Bu sebeple Sokrates “Bir şey biliyorum; o da hiçbir şey bilmediğim” diye boşuna dememiştir.

İnsanın sonsuzu anlama gayreti iki ayrı sahada cereyan ediyor. Birisi, ilahi sıfatların sonsuzluğu, diğeri de ahiret hayatının sonsuzluğu... Bu ikisi arasında, gözden kaçmaması gereken önemli bir farklılık var. Ahiretteki sonsuzluktan söz edildiğinde, zihinlerde hemen zaman ve müddet kavramları canlanır. Burada verilen hayatın geri alınmaması, baki kılınması söz konusudur. Bunu akıl kabul edebilir. Yani orada hayat devamlıdır ve ölüm denen hadise yoktur demektir.

Allah ın sıfatlarının sonsuzluğuna gelince: Onun kudreti sonsuzdur, demek, “ne kadar alem yaratırsa yaratsın kudretinde bir noksanlık olmaz. Bir çiçeği yaratma kolaylığında bütün çiçekleri yaratabilir” demektir. İlminin sonsuzluğu, onun cehilden münezzeh olduğu manasınadır. Diğer sıfatlar da aynı şekilde, aynı mantık içerisinde değerlendirilmelidir. “Ezeli olan elbette ebedidir” hakikati, Cenab-ı Hakk'ın zatı için de geçerlidir, sıfatları için de... Yani, onun bütün sıfatları sonsuzdur, ebedidir. Zira, hiçbiri sonradan var olmuş değildir; hepsi ezelidir.

İnsanın sonsuzluk kavramını binlerce yıl öncesinden anlamaya çalışmış, pek çok farklı fikirler ileri sürmüştür. Sonsuzluk kavramı ilahiyat sahası dışında felsefe ve matematiğin de en çok kullandığı bir kavramdır. Matematikte 1’de itibaren sonsuz sayı vardır. Ayrıca 1 ile 2 sayısı arasında da ondalık sayı olarak 1.1, 1.2, 1.3 gibi sonsuz sayı vardır. Matematikteki kurallardan birisi de şudur: “Herhangi bir sonlu sayının sonsuza bölümü sıfırdır.” Bu kurala göre insan bir katrilyon sene dünyada yaşamış olsa sonsuz hayat olan ahirete nispeten hiç yaşamamış gibidir. Bediüzzaman bu gerçeği “Şems-i sermedin berk-i zaile nispeti gibidir” ifadesi ile açıklamıştır.  

Felsefeciler “Sonluyu bilebiliriz ama sonsuzluğu bilemeyiz” demişlerdir. Descartes’e göre sonsuzu anlamaya çalışmak hiç de gerekli değildir, yalnız hiçbir sınırını bulamadığımız her şeyin sınırsız olduğunu düşünmemiz gerekir. İlâhi dinlerde her şey sonludur, sonsuz olan ancak Allah’tır, bir de Allah’ın ölümsüz yarattığı varlıklar da sonsuzdur.

Bu işaretin adı Latince bir kelime olan Lemniscate, yani “kurdele”dir. Bu sembol İngiltere'de zamanın orijinal matematikçisi olarak adlandırılan John Wallis (1616-1703) tarafından bulunmuştur. 

Youtube Kanalıma Abone Olun!

Düzenli olarak paylaştığımız videoları kaçırmayın.

Abone Ol