Cahiliye döneminde şiir ve edebiyat yaygındı. Yazı yaygın olmadığı, okuma yazma bilen binde bir olduğu için dinleme ve ezberleme yoluyla şiirler ve hitabeler dilden dile yayılıyordu. Bediüzzaman Hazretleri gazetecileri “huteba-i umumî” olarak tavsif eder. Gazetelerin “bedraka-i efkâr” yani, fikirlerin kılavuzu ve yol göstericisi olmaları gerektiğini de ifade eder.
Cahiliye döneminde şiir ve edebiyat yaygındı. Yazı yaygın olmadığı, okuma yazma bilen binde bir olduğu için dinleme ve ezberleme yoluyla şiirler ve hitabeler dilden dile yayılıyordu. Bu sebeple şiir ve edebiyata değer verilirdi. Fikir ve düşüncelerini şiirlerle ve hitabelerle ifade ederler, karşı fikirleri yine şiir ve hitabelerle çürütmeye çalışırlardı.
Allah Resulü (asm) da bu sebeple hitabete ve şiire değer vermiştir. Müşriklere karşı Hassan b. Sâbit (ra) Abdullah b. Ravaha (ra) ve Kaab b. Malik (ra) gibi sahabeleri şiire teşvik etmiştir. Hassan b. Sabit (ra) “Ya Resulallah! Ben size dilimle yardım etmeye hazırım. Onları hicvederek haklarından gelirim” demiştir. Peygamberimiz (asm) “Onları nasıl hicvedeceksin? Ben de neseben onlardanım” buyurunca Hassan b. Sabit (ra) “Ya Resulallah! Ben sizin mukaddes şahsiyetinizi yağdan kıl çeker gibi nezaketle çeker alırım” diye cevap vermiştir. Bunun üzerine Peygamberimiz (asm) ona izin verdi ve Hz. Ebubekir (ra) ile görüşmesini söyledi. Zira Hz. Ebubekir (ra) da hem şiir kabiliyeti vardı ve bazı şiirleri vardı. Hem de Arapların nesep ilmini çok iyi biliyordu. Daha sonra Hassan b. Sabit (ra) müşrikleri hicvederken Resulullah’ın yüce şahsiyetini övücü şiirleriyle gönülleri heyecana getirmeyi başarmıştır. (Üsdü’l-Gabe, 2:4-5.)
Peygamberimiz (asm) şiirlerinden dolayı Hassan b. Sabite (ra) dua etmiş “Ya Hassan! Sen Allah’ın Resulü namına cevap ver!” demiş ve “Allahım onu Cebrail ile güçlendir” diye dua etmiştir. (Tecrid-i Sarih, 2:360.) Şair Kaab b. Malik (ra) için de “Allah’a yemin ederim ki Ka’b’ın sözleri oktan daha tesirlidir” (Nesai, Hac, 119.) Bir başka hadisinde Peygamberimiz (asm) “Şüphesiz kardeşiniz Abdullah b. Revaha batıl bir söz söylemez” (Buhari, Küsuf, 71.) buyurarak taltif etmiştir.
Hak ve Hakikate Hizmet Eden Şiir Makbuldür
Yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde “Biz, elçimiz Muhammed'e şiir öğretmedik. O'nun buna ihtiyacı da yok. Peygamberlik, şairlik olmadığı gibi, Kur'ân da şiir değildir. O Kur'ân, başka değil, ancak bir zikir, öğüt, vaaz, irşat ve hatırlatıcı bir kitaptır.” (Yasin, 36:69.) buyurarak şiirde hayal ve mübalağa olduğu için hak ve hakikatin dili olan Peygambere şiirin yakışmayacağını, Kur’an-ı Kerimin de hak ve hakikatten ibaret olduğu ve hayalden, mübalağadan uzak olup ihtiyacı olmadığını ifade etmiştir.
Şairler mübalağa ve hayalle şiirlerini süsledikleri için kendilerine ancak azgınlar uyduğu için Yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde “Şairlere ancak azgınlar uyar” (Şuara, 26:224.) ayetini inzal edince şair sahabeler Resulullah’ın (asm) huzuruna üzgün bir şekilde geldiler. Peygamberimiz (asm) onları teskin etti ve “Siz azgınların kendisine uyacağı şairlerden değilsiniz” buyurdu ve ayetin devamındaki ayetleri okudu. Devam eden ayetlerde “Ancak iman eden, salih amel işleyen, Allah’ın çokça zikreden ve zulme uğradıktan sonra kendilerini müdafaa edenler müstesnâ” (Şuara, 26: 225-226.) ayetlerini okudu ve onları rahatlattı.
O gün propaganda ve neşir vasıtası şiir ve hitabet idi, Günümüzde ise, neşir ve propaganda aleti ediplerin ve şairlerin sözlerini geniş kitlelere yayan ve ulaştıran en tesirli vasıtalar basın, yayın, gazeteler ve sosyal medyadır. Bu sebeple Bediüzzaman Said Nursi hazretleri 1898’den itibaren gazeteleri takip etmiş ve 1908’de İstanbul’a gelince ondan fazla gazetede makaleler yazmış, Sultanahmet meydanında “Hürriyete Hitap Nutkunu” okumuş. Camilerde hitabelerde bulunmuştur. (Tarihçe-i Hayat, s. 47 vd.)
Bediüzzaman Said Nursi Hayat-ı İçtimaiyeye Tevazu İle Katılmıştır
Bediüzzaman İstanbul’da “İttihad-ı Muhammedî Cemiyeti” “Müderrisler Cemiyeti” “Teşkilat-ı Mahsusa” “Hilal-i Ahdar (Yeşilay) “Daru’l-Hikmetü’l-İslamiye” gibi cemiyetlere dahil olmuştur. “Rehber-i Vatan, Tercümân-ı Efkâr, İttihâd ve Terakkî Gazetesi, Volkan, Serbestî, Mizan, Misbah, Şûra-yı Ümmet, Şark ve Kürdistan, Kürd Teavün ve Terakki Gazetesi, İkdâm” gibi gazetelerde yazılar yazmış ve fikirlerini neşretmiştir.
Bediüzzaman Hazretleri gazetecileri “huteba-i umumî” (ESDE, Makalât, s.57.) olarak tavsif eder. Gazetelerin “bedraka-i efkâr” (Age, 115.) yani, fikirlerin kılavuzu ve yol göstericisi olmaları gerektiğini de ifade eder. Müslümanların naşir-i efkârı i’lâ-i kelimetullahı hedef-i maksâd eden umûm cerâiddir. (Age, 84.) buyurur. Bu sebeple gazetenin ve gazetecilerin ve edebiyatın edepli ve ahlaklı olması gerektiğini ifade eder. “Ey gazeteciler! Edipler edepli olmalı; hem de edeb-i İslâmiye ile müteeddip olmalı. Ve onun sözleri kalb-i umûmî-i müşterek-i milletten bîtarafane çıkmalı. Ve matbuat nizamnâmesini, vicdanınızdaki hiss-i diyanet ve niyet-i halise tanzim etmeli” (Age, 124.) buyurmuştur.
Gazeteler Nasıl Olmalı?
Bediüzzaman hazretleri bu zamanın vaizlerinin kitaplar ve gazeteler olduğunu ifade eder. Basın için “Vaiz-i Umumi” olduğunu ifade eder ve şöyle buyurur: “Din nasihatten ibarettir. Nasihatta tesir lazımdır. Tesir de hamiyet-i İslamiyenin heyecanı ve vicdanların ihtizazına vabestedir. Biz de câzibedar olan invan-ı İttihad-ı Muhammedî ile herkesin vicdanına karşı bir pencere açıyoruz. Volkan gibi cerâid-i diniye ile nesayih-i diniyeyi o mütheyyic vicdanlara yağdırmak istiyoruz” (Volkan, 29 Mart 1325.) buyurmuştur.
Bediüzzaman efkâr-ı umumiyenin yalancı tercümanı olan gazeteleri de tenkit etmiştir. (Divan-ı Harb-i Örfi, s.33-47.) Gazeteleri elmas kılınca benzetmiş ve “O elmas kılınca benzeyen gazete lisanına itidal ile cilâ vurun. Ta ki ifrat ve tefrit ile pas tutmasın” (Asar-ı Bediiye, s.360.) demiştir. Gazetecilerin sözleri tarafsız olmalı ve basın kanununu vicdanlardaki hiss-i diyanet tanzim etmeli ve halis niyetle hareket etmeli” (Hutbe-i Şamiye, 92, 109; Divan-ı Harb-i Örfi, 25.) toplumu doğru haberlerle bilgilendirmeli ve haber alma hürriyeti kısıtlanmamalıdır.
İstibdad-ı Mutlak Döneminde Bediüzzaman Gazete Okumamıştır
1923 – 1950 yılları arasında Tek Parti’nin baskıcı ve Laiklik adına dini dışlayan ve dini neşriyat yaptığı için “devletin temellerini dini esaslara dayandırmaya çalışmak” “Laikliği ve devrimleri kabul etmemek” suçlaması ile Bediüzzaman’ın idam edilmesi için hapsedilip mahkemelere çıkarıldığı dönemdir. “Din ve Vicdan Hürriyeti” “Düşünce ve Fikir Hürriyeti”nin olmadığı, basının “Milli Şef”in emrinde neşriyat yaptığı bir dönemdir. Bediüzzaman bu dönemde sürgünlere ve hapislere mahkûm edilerek dini neşriyat yaptığı, kitap yazdığı için susturulmak istenmiştir. Bediüzzaman da “Dünyanız sizin başınızı yesin. Ne yaparsanız yapın. Ben sizinle ve dünyanızla meşgul değilim. Ben imanımı ve gelecek nesillerin imanlarını kurtarmak ve onları ebedi cehennemden kurtarmak için çalışıyorum. Sizinle meşgul değilim” demiş ve bunu da “Yirmi, yirmi beş senedir hiçbir gazeteyi okumayarak ve siyasi meseleleri sormayarak ve bahsetmeyerek” (Emirdağ Lahikası, 1:9, 85, 108, 206, 217, 226.) ispat etmiş, suçlamaların hiçbir delili olmadığını ve sadece imanla ahiretle meşgul olduğunu ispat etmiştir.
Bediüzzaman’ın siyasetle meşgul olmaması ve neşriyatı takip etmemesi, gazete ve neşriyata karşı olduğu için değil, ideolojik, taraflı, baskıcı ve devrimleri halka zorla kabul ettirmeye çalışmaktan, din aleyhinde neşriyat yapmaktan başka bir şey yapmayan basını ve yayını protesto etmek içindir.
Demokrasiye Geçilince Bediüzzaman Yeniden Neşriyat Hizmetine Başlar
1950 sonrası demokrasiye geçilerek muhalefete imkân tanındığı, demokrasi adına muhalif basına izin verildiği dönemde hem siyasetle hem de basın ve neşriyatla meşgul olmaya başlamıştır. Daha önce laiklik adına dine ve dindara baskı yapılırken bu dönemde din adına siyaset yaparak, dinsizliği siyasete alet yapanlara mukabil dini siyasete alet etmek isteyenlerin de ortaya çıktığını görür ve bu tehlikeye karşı bu defa basın ve neşriyat yoluyla ikaz vazifesini yapmaya başlar. “Sebilürreşad ve Doğu gibi mücahitler, iman hakikatlerini ehl-i dalaletin tecavüzatından muhafazaya çalıştıkları için ruh-u canımızla onları takdir ve tahsin edip onlarla dostuz ve kardeşiz. Fakat siyaset noktasında değil. Nur risalelerinin ve nurcuların siyasetle alakaları yok ve Risale-i Nur rızay-ı ilâhiden başka bir şeye alet edilemez. Mümkün olduğu kadar Nur Talebeleri içtimai ve siyasi cereyanlara karışmak istemiyorlar. Çünkü iman dersi için gelenlere tarafgirlik nazarı ile bakılmaz. Dost düşman derste fark etmez. Halbuki siyaset tarafgirliği bu manayı zedeler. Onun için nurcular emsalsiz işkencelere ve sıkıntılara tahammül edip Nuru hiçbir şeye alet etmediler. Siyaset topuzuna el atmadılar” (Emirdağ Lahikası, 2:36.) buyurmuştur.
Bediüzzaman istikameti esas alıp takip ettiği için Laiklik adına dinsizliği esas alarak tefrit eden ve demokrasiye geçildiği zaman da dini siyasete alet edip ifrata kaçan siyasilerden uzak durmuş; ancak “Din ve Vicdan Hürriyeti”ni esas alan Demokratlara destek vererek siyasette muktesit olan istikamet yolunu takip etmiştir. Bediüzzaman siyasetin halka hizmet aracı olmasını ister. Bu konuda “Kavmin efendisi ona hizmet edendir” (Beyhaki, Şuabu'l-İman, 17: 408; Mağribî, Câmiu'ş-Şeml, 1:450, H. No: 1668; Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, 2:463.) hadis-i şerifini esas alır ve “Memuriyet, emirlik ise, reislik değil, millete bir hizmetkârlıktır. Demokratlık, hürriyet-i vicdan, İslâmiyetin bu kanun-u esasîsine dayanabilir. Çünkü kuvvet kanunda olmazsa şahsa geçer. İstibdad, mutlak keyfî olur.” (Emirdağ Lahikası, s. 318, 501, 746.) buyurur.
Bediüzzaman’ın sakındığı ve “Şeytandan ve siyasetten Allah’a sığınırım” dediği siyaset halka hizmet eden yönetim değil ideolojik ve ırkçı siyasettir. Laiklik adına siyaseti dinsizliğe alet eden, dini siyasete alet eden, ırkçılık siyaseti yapan ve siyaseti menfaat aracı haline getiren siyasettir. Bediüzzaman bu konuda pek çok ikazları vardır. Demokratlar insan hak ve hürriyetlerini esas aldığı, ideolojik ve ırkçı siyaseti takip etmedikleri ve dini siyasete alet etmedikleri için “Siyastteki muktesit meslek budur” diye demokratları desteklemiştir.
Bediüzzaman Dine Hizmet Eden Demokrat Neşriyatı Takdir Eder
Samsun’da neşriyat yapan “Büyük Cihad” gazetesinin Bediüzzaman’ın bir makalesini gazetesinde neşrettiği için gazete ve Bediüzzaman hakkında açılan davadan dolayı o gazeteyi metheder ve şöyle der: “Yeni harfleri bilmediğimden birisi bana okudu. Ben memnun oldum. Allah razı olsun neşredenlere dedim. Gerçi otuz beş seneden beri siyaseti terk etmiştim. Fakat ‘Büyük Cihad’ gibi hâlisâne dine hizmet eden o cerideye ve onun sahip ve muharrirlerine din namına minnettar oldum. Ve Allah razı olsun dedim. Haberim olmadan ve para vermeden daima bana o mübarek gazete gönderiliyordu.” (Emirdağ Lahikası, 2:146.) demektedir.
Yine Bediüzzaman Celal Başer’in Ağrı’da çıkardığı “Demokrat Ağrı” gazetesini “Nurun matbuat kalesi” olarak vasıflandırır. (N. Şahiner, Son Şahitler, 1:115-119.) Ömrünün sonuna doğru yazdığı bir mektubunda “Bize ait meseleleri yazan gazetelere hitaben yazdığım bu yazıyı neşretseler bu günlerde olan aleyhimdeki isnatları helal edeceğim” (Emirdağ Lahikası, 2:211.) demiştir. Sebilürreşad’ın istikametli yazıları için “Hak ve hakikatin naşiri olan Sebilürreşad” ifadesini kullanmıştır. (Emirdağ Lahikası, 2:22.)
Bediüzzaman gazetelerin neşriyatını takip etmiş ve Ankara’da çıkan ve Doğu Üniversitesi aleyhine neşriyat yapan “Ulus Gazetesi”ne cevap vermiştir. (Emirdağ Lahikası, 572.) Bağdat'ta çıkan ed-Difa gazetesinin muharriri İsa Abdülkadir'in Arabî makalesinin tercümesini eserine almıştır. (Emirdağ Lahikası, 553.) “Cumhuriyet gazetesinin aleyhindeki yazılarına cevap vermiştir. (Emirdağ Lahikası, 673.) Buna benzer pek çok faaliyetler yapmıştır.
Ayrıca Adnan Menderes’in Konya Nutkundaki “Laiklik ve Din Eğitimi” konusundaki konuşmasını takdir ederek aleyhinde neşriyat yapan garazkar ceridelerin yanlış ve kasıtlı neşriyatına cevap veren haberini kitabına almıştır. Şöyle: “Menderes'in Konya nutkuna dair açıklaması: Başvekil, sözlerinin maksatlı olarak tefsirlere tâbi tutulduğunu söylüyor. (Hususî muhabirimizden.) ANKARA: Başvekil Adnan Menderes Konya'da söylemiş olduğu nutuk dolayısıyla yapılan neşriyat üzerine Zafer gazetesinin sorduğu bir suâli şu şekilde cevaplandırmıştır.” (Emirdağ Lahikası, 588.)
Niyazi Tekin anlatıyor: “Üstadı ziyarete gitmiştim. Bana Antalya’nın ‘Demokrat İleri’ gazetesini gösterdi. Bunda neşredilmiş risaleler vardı. Bana bir gazete verdi ve ‘Diyarbakır’a götür Mehmet Kayalar’a bunu ver, okusunlar’ dedi. ‘Bu İleri gazetesine abone olsunlar’ dedi. (Yeni Asya, Cemil Tokpınar, Biz Bize, 26 Ağustos 1993.)
Sonuç
Sonuç olarak Bediüzzaman istibdad-ı mutlak döneminde gizli olarak el yazması 600 bin nüsha Risale-i Nurları neşrettiği zaman İnebolu’luların “Teksir Makinası” alıp onunla risaleleri neşretmelerini takdir etmiş ve teksir makinesi için “Bin kalemli nurcu” ifadesini kullanmıştır. 1950 sonrası Risale-i Nurların üç dört merkezde “Matbuat lisanıyla neşri” için izin verirken (Mektubat, 467.) sevinçten uçuyordu. “Bugün Nur’un bayramıdır” diyordu. Bu sebeple Üstad’ın vefatından sonra “Nurun Kumandanı” denilen Zübeyir Gündüzalp Ağabey İstanbul’a gelerek önce “İttihat” sonra da Risale-i Nurun hakikatlerini, içtimai ve siyasi meseleleri neşretmek üzere “Yeni Asya Gazetesi”ni çıkartmış ve neşriyat hizmetlerine başlamıştır ve devam etmektedir.