DİN
20.8.2024 8:18

Bu Zaman Tarikat Zamanı Değil

Mehmet Ali Kaya
Mehmet ALİ KAYA
Bu Zaman Tarikat Zamanı Değil

Allah’a insanı yaklaştıran en değerli şey İLİM’dir. İlimlerin şahı ve padişahı da iman ilmidir. Ondan üstün bir şey olamaz. Kur’an-ı Kerimin tamamı iman ilmidir. İman hakikatlerini insanlara ders veriyor. Risale-i Nur bu asrın dinden ve imandan uzaklaşan insanına Kur’anın iman dersini veriyor. Bundan daha üstün bir ibadet olur mu?

SORU:

Muhterem ağabeyim aşağıdaki soru ve cevap hakkında fikirleriniz nedir? Mesleğimizin tasavvufa ve tarikata bakışı nasıldır? Üstadımız Bediüzzaman iddia edildiği gibi nakşiliğe ve kadiriliğe intisap etmiş midir?

"Değerli hocam Nurlarda sahabi mesleği, hakikat mesleği, Velayet Kübra tabirleri geçiyor. Peki ehli tasavvuf bu yollardan gitmiyor mu? Ehli tarikte Kur’an ve Sünneti takip ettiğine göre neden onların mesleği sahabi, hakikat, veleyat-i kübra olmuyor? Bunca yıllık tasavvufi birikim neden kuran ve sünnetten tam istifade edememiş sayılıyor? Bu konu çok kafamı karıştırıyor geniş bir şekilde izah eder misiniz?


Cevap :
Değerli Mustafa. Velayette ilerleme basamak adımları şöyledir: Şeriat, tarikat, marifet, hakikat.... Bu konak cezbeler aşklar konağıdır... Efendimiz Aleyhi selamın velayetine bakar... Bediüzzaman Said Nursi Gavsul Azam Seyyit Abdulkadir Geylani Hazretlerinin ruhani elleri himayesi altında büyümüş... Hem Kadiri hem Nakşi tarikatına biat ederek Gavs mertebesine ulaşmış ve asrın müceddidi olmuştur...

Bediüzzaman Hazretleri YEPYENİ BİR EKOL kurmuş... Yani hakikat tariki... Bu da eserleri hakkıyla okumak Kuran, sünnet çizgisinde durmak dine ihlasla hizmet ve ön görülen tespihatları zikirleri yapmak... Bu sisteme velayeti kübra, hakikat yolu denmiş... Bu mesleğin ashap efendilerimizin yolu olduğu cezbe konağına girmeden elde edilen bir velayet hakikati olarak kabul edilmiştir... Bu düşünce bir yorumdur... Ancak bir de işin farklı yorumu var...

Ashap Efendilerimizin mesleği büyük velayettir bu da Efendimiz Aleyhi selamı görüp onun sohbetinden feyizlenmek ile elde edilen bir velayet... Risale mesleği asla böyle bir velayeti elde etmeye vesile olamaz... Bu hem hayal hem de böyle bir şeyi ön görmek kibirdir... Ashap Efendimizin en hayırlısı Hazreti Ebubekirdir aynı zamanda NAKŞİBENDİ tarikinin en zirve noktasında o yüce zat bulunur... En büyük velayetin sahibi İmam Ali Hazretleridir tüm cehri tarikatların başında bu yüce zat bulunur... Tarikat ehline haksızlık yapıldığını düşünüyorum... Bin defa Risaleyi Nur külliyatı okunsa bir tarikat ehlinin 100 defa ihlasla söylediği la ilahe illallah zikrinin getirdiği sevaba tecelliye ulaşılamaz...

En büyük velayet de en büyük ashap efendilerimiz caddesi de TARİKAT yoludur... Bu yol karşısında Risaleyi Nur mesleği çok sönük kalır... Görmez misiniz ki GAVSUL AZAM SEYYİT ABDULKADİR GEYLANİ Hazretleri Said Nursi Hazretlerine dua ve himmetiyle tasarruf etmektedir... Hatta Risale-i Nur talebelerine dahi ihlaslarına göre tasarruf etmektedir...

Senelerdir Risaleyi Nur medreseleri var ve harıl harıl VELAYETİ KÜBRA yolundayız diyerek öğünmekteler... Hatta kendilerinin dahi ashap efendilerimizin caddesinde olduklarını övünerek söylemekteler... Oysa tarikatlar PEYGAMBERLER CADDESİ, PEYGAMBERLER VELAYETİ yoludur... Tarikat mesleği en yüce en büyük en nurlu en şirin bir umut yoludur... Risaleyi Nurlar yolu ise alimlik mollalık yolu... Risaleyi Nur olmadan önce de olduktan sonra da bu yol vardı... Tarikata girmeden bir Risaleyi Nur talebesinin velayeti elde etmesi hakikate ulaşması hayal... Selam ve dua... (Dr. Ferhat ÖZDEMİR)"

**

MÜSKİT CEVAP:

Bu meselenin pek çok yönü vardır. Her şeyden önce bir kaç mukaddimenin zikri lazımdır ki zihin hakikati anlamaya hazır olsun.

Birincisi: Veli, samimi dost anlamındadır. Allah dostlarına veli denmektedir. Kur’an-ı Kerim “Allah iman edenlerin velisi, dostudur; onları karanlıklardan aydınlığa ve nura çıkarır.” (Bakara Suresi, 2:257.) buyurur. Demek ki Allah iman edenlerin dostudur. İman edenler de Allah’ın dostudur. Hal böyle olunca mü’mine düşmanlık Allah’ın öfkesini çeker. Peygamberimiz (asm) “Yüce Allah ‘Kim dostum düşmanlık ederse ben ona harp ilan ederim. Kulum bana yaklaşmak istiyorsa benim farz kıldığım ibadetleri yapsın ve haram kıldığım şeylerden uzaklaşsın. Sonra nafilelerle de bana yaklaşmaya devam etsin...” (Buhari, Rikak, 38.) buyurur.

Demek ki Allah’a dostluk ve yakınlık farzları yapmak ve haramlardan kaçmakladır. Nafileler farzı ikmal içindir ve sünnet olan hususlar ve fezail denen konular tamamen haramlardan kaçabilmek ve farz olan emirleri en güzel şekilde yapmak içindir. Farzlarında ihmali olanın ve haramlardan her hangi birini işleyenin ve kazancında az da olsa haram karışanın velayet iddiası yalandır. Tasavvuf erbabının piri olan İmam Kuşeyri der ki: “Hiç günah işlemeden yirmi sene ibadet üzere olan kimseye ‘Mürid’ denir.” (Risale-i Kuşeyri, s. 248.) Bu zamandan mürid bulmak dahi müşkildir. Hal böyle olunca “Bediüzzaman’ın dediği gibi zaman tarikat zamanı değildir.”

İkincisi: Veli Allah’ın bilen, Allah’tan korkan ve Allah rızasından başka bir amaç taşımayan kimsedir. O dünyayı ancak ahiret amacı için ister. Dünyaya ve dünyanın siyasetine ve malına değer vermez. Zenginlerin ve idarecilerin kapısına gitmez ve onlarla beraber görünmez. Nitekim peygamberimiz (as) “Allah’ın itaatkar, takva sahibi ve halktan uzak duran kullarını Yüce Allah sever. Onlar görülmedikleri zaman aranmazlar, hazır bulundukları zaman da meclislere çağrılmaz ve tanınmazlar. Kalpleri pırıl pırıl hidayet kandilleridir. Her müşkil meselenin ve ağır belanın altından kalkarlar." (İbn Mace, Fiten, 16.)

Veliler Allah’ın insanlara tanıtan ve sevdiren kimselerdir. Peygamberimiz (asm) “Size insanların en hayırlılarını haber vereyim mi? Onlar gördüğünüz zaman size Allah’ı hatırlatanlardır.” (İbn Mace, Zühd 4.) buyurdular. Konuştukları zaman sizin inancınızı güçlendirirler ve şüphelerinizi giderirler, sizi dünyadan ahirete, düşmanlıktan dostluğa, kibir ve gururdan tevazuya, riyadan ihlasa davet ederler. Bu beş vasfa sahip olamayan zaten sizi aldatır ve günaha sevk eder.

Üçüncüsü: Velayet şehitlik gibi yaptığı hizmet ve ibadetin karşılığında Allah’ın rızasını ve sevgisini kazanmak, ahirette Allah’ın yakınlığını elde etmektir ve uhrevi bir makamdır. Dünyada velilik iddia etmek riyadır, gururdur ve boş bir iddiadır ve veli olmadığına delildir. Bediüzzaman gibi bütün alimler ve veliler kendilerini insanların en günahkarı ve Allah’ın huuzurunda en kusurlu ve hatalı olarak bilirler, herkesi kendilerinden daha iyi bilir ve Allah’ın kullarına hizmet ederek  değer verirler. Asla kendilerine hizmet ettirmezler. Zira peygamberimiz (asm) “kavmin efendisi ve idarecisi onlara hizmet edendir.” buyurur. Onlar hizmetteki kusuru dahi büyük bir günah gibi görüp daima tövbe ve istiğfar ile meşgul olurlar. “Ben günden yüz defa istiğfar ve tövbe ediyorum.” buyuran peygamberimizin izinden gider asla kendilerini veli falan görmezler. Zira ameller sonuçları ile değerlendirilir, kabre imanla girmeden ve kendisini affettirmeden her zaman tehlike ihtimali vardır ve onlar bundan titrerler.  

Bediüzzaman hediye kabul etmemesinin sebeplerini açıklarken şöyle der: İbn-i Hâcer diyor ki: “Salâhat niyetiyle sana verilen birşey sâlih olmazsan kabul etmek haramdır.” (İbn-i Hacer, Şerh-i Minhac, 1:78.) İşte, şu zamanın insanları, hırs ve tama’ yüzünden, küçük bir hediyesini pek pahalı satıyorlar. Benim gibi günahkâr bir biçareyi, sâlih veya velî tasavvur ederek, sonra bir ekmek veriyorlar. Eğer-hâşâ-ben kendimi sâlih bilsem, o alâmet-i gururdur, salâhatin ademine delildir. Eğer kendimi sâlih bilmezsem, o malı kabul etmek caiz değildir. Hem âhirete müteveccih a’mâle mukàbil sadaka ve hediyeyi almak, âhiretin bâki meyvelerini dünyada fâni bir surette yemek demektir. (Mektubat, 37.)

Dördüncüsü: Velayeti üçe ayrılır: Velayet-i Kübra, Velayet-i Vusta ve Velayet-i Suğra... “Velayet-i kübra, veraset-i Nübüvvet yoluyla tarikata girmeden hakikate yol açmaktır.” (Mektubat, 40.) der. Hakikat nedir?  İman esaslarıdır. Tarikat yolundan gitmek için de “Hakaık-ı imaniyeye sağlam bir surette itikat etmek ve feraiz-i diniyeyi imtisal etmek” gerekir.

Velayet-i vusta faraiz-i diniyeye ve sünnet-i  seniyyeye hizmet etmektir. Bu ise “şeriattır.” Şeriate kim hizmet etmiştir? Mezhep imamları ve müçtehid alimler... O zaman velayet-i vusta ve onların sahipleri kimler oluyor? Akılları ve ilimleri ile şeriatın emir ve yasaklarını öğreten mezhep imamları ve müçtehit alimler... Zira tarikatın şahları ve aktapları da şeriat imamlarının içtihatlarına göre amel etmezlerse ibadet ve amelde hata ederler. O zaman Allah’ın emirleri uygulanmamış ve yasaklarından kaçılmamış olur. Demek ki velayet-i vusta müçtehit imamların yoludur. Bu nedenle İmam-ı Azam “Alimler Allah’ın veli kulları değilse, yeryüzünde veli yoktur.” demiştir.

Gelelim velayet-i suğraya, yani küçük velayet... Velayet-i vusta, “tasavvuf yoluyla emraz-ı kalbiyenin izalesine çalışmak, kalp ayağıyla süluk etmektir.” (Mektubat, 41.) Birinci yol olan imana hizmet farzdır. İkinci yol olan Allah’ın emir ve yasaklarına hizmet vaciptir. Üçüncü yol olan tasavvuf yoluyla emraz-ı kalbiyenin izalesine çalışmak sünnettir.

Madem hakikat budur... İmana hizmet velayet-i kübradır, farzdır, Sahabe Mesleğidir, Risale-i Nur yoludur. Farz ihmal edilerek vacipler ve sünnetler yapılamaz. Zira vacipler ve sünetler farzları tamamlamak içindir. Bu sepeple İmam-ı Rabbani son zamanda tarikat yolunu bırakıp doğrudan imana hizmet mesleğine yönelmiştir.

Sonuç:

Bu hakikatleri bilmeyenler “Tarikat mesleği en yüce en büyük en nurlu en şirin bir umut yoludur... Risaleyi Nurlar yolu ise alimlik mollalık yolu... Risaleyi Nur olmadan önce de olduktan sonra da bu yol vardı... Tarikate girmeden bir Risaleyi Nur talebesinin velayeti elde etmesi hakikate ulaşması hayal..” diyerek bilgisizliklerini ilan etmiş oluyorlar.

Allah’a insanı yaklaştıran en değerli şey İLİM’dir. İlimlerin şahı ve padişahı da iman ilmidir. Ondan üstün bir şey olamaz. Kur’an-ı Kerimin tamamı iman ilmidir. İman hakikatlerini insanlara ders veriyor. Risale-i Nur bu asrın dinden ve imandan uzaklaşan insanına Kur’anın iman dersini veriyor. Bundan daha üstün bir ibadet olur mu? Sahabe mesleği budur. Peygamberi görmek ve onunla sohbet etmek imana hizmet amacı ile olursa kişiyi “Sahabe” yapar. Yoksa münafıklar da müşrikler de peygamberimizi görüyor ve sohbet ediyorlardı. Yalan söylemediğini bilip çok da iyi tanıyorlardı. Ama peygamberin (asm) sohbetinden hiçbir feyiz almadılar. Zira imanları yoktu.

Youtube Kanalıma Abone Olun!

Düzenli olarak paylaştığımız videoları kaçırmayın.

Abone Ol