
İslam’ın “Cumhur” dediği çoğunluk hak ve hakikate dayanan ve hakta ittifak eden ulema ve onların ortaya koyduğu hak prensiplere bağlı bulunan halkın çoğunluğudur. Nitelikli çoğunluktur. Yoksa cahil, korkularla ve kaygılarla hareket eden kuru kalabalıklar değildir. Meseleyi böyle anlamadığımız takdirde doğruya isabet etmemiz imkânsızdır.
Soru:
Bediüzzaman Said Nursi hazretleri “İşaratu’l-İ’câz” isimli eserinde “Nâs unvanı, herkesi cumhur-u nâsa tabi olmaya davet eder. Çünkü cumhura muhalefet öyle bir hatadır ki, o hatayı irtikâp etmek, kalbin, vicdanın şanından değildir” (İşaratu’l-İ’câz, 2000, s. 99) demektedir. Bu durumda “Cumhur-u Nâs”, yani halkın çoğunluğu her zaman hakka dayanır ve isabet eder mi?
Cevap:
Bediüzzaman yine İşâratu’l-İ’caz’ın “Nübüvveti konu alan Bakara Suresinin 21 ve 22 ayetlerinin tefsirine girerken ortaya koyduğu metot ve ölçülerde şöyle demektedir: “Evet, kahır ve cebirle zahirî bir hâkimiyet, sathî bir tahakküm, kısa bir zamanda ibka edilebilir. Fakat bütün kalblere, fikirlere, ruhlara icrâ-yı tesir ederek, zahiren ve bâtınen beğendirmek şartıyla vicdanlar üzerine hâkimiyetini muhafaza ve ibka etmek, en büyük harika olmakla, ancak nübüvvetin hassalarından olabilir. Evet, tehditlerle, korkularla, hilelerle efkâr-ı âmmeyi başka bir mecrâya çevirtmek mümkün olur. Fakat tesiri cüz'îdir, sathîdir, muvakkat olur. Muhakeme-i akliyeyi az bir zamanda kapatabilir. Amma irşadıyla kalblerin derinliklerine kadar nüfuz etmek, hissiyatın en incelerini heyecana getirmek, istidatların inkişafına yol açmak, ahlâk-ı âliyeyi tesis ve alçak huyları imha ve izale etmek, cevher-i insaniyetten perdeyi kaldırıp hakikati teşhir etmek, hürriyet-i kelâma serbestî vermek, ancak şua-ı hakikatten muktebes harikulâde bir mucizedir.”
Burada ifade edilmek istenen husus “siyasi” hâkimiyetten çok “toplumu etkileyen inanç ve fikirlerdir.” Siyaset ise geçici rüzgârlar ve dünya cereyanlarıdır. Bediüzzaman “Sakın dünya cereyanları, hususan siyaset cereyanları ve bilhassa harice bakan cereyanlar sizi tefrikaya atmasın. Karşınızda ittihat etmiş dalalet fırkalarına karşı perişan etmesin” (Kastamonu Lahikası, 88) diye bu cereyanlara kapılmamamızı, ama toplumu uzun süre etkileyen ve etkilemesi gereken fikri ve ilmî cereyanlardan da gafil olmamamız için bizi ikaz etmektedir.
“Hürriyet ve Demokrasi” gibi faydalı olan, insanları ve toplumları etkileyen umumi cereyanlar vardır. İlim ve teknikteki gelişmeleri de buna ilave etmek gerekir. Peygamberimizin (sav) Arap toplumuna ve tüm insanlığın “imasızlık, cehalet, fakirlik ve ihtilafa” cereyanlarına karşı Kur’ân ve İslam ile getirdiği “iman, ilim, ahlak, hürriyet ve hilafet” gibi insanlığın hayrına olan umumi cereyana karşı cahiliye Arap/Kureyş toplumunun karşı çıkmaları siyasi değil, umumi, dini ve ilmî, sosyal bir gelişme durumuydu. Bu siyasi olmayan umumi ve evrensel gelişmeye karşı çıkanlar zamanla yok oldu gittiler. Siyasi hâkimiyetleri bitti ve feleğin çarkları altında kalıp ezilerek yok oldular.
İslam’ın “Cumhur” dediği çoğunluk hak ve hakikate dayanan ve hakta ittifak eden ulema ve onların ortaya koyduğu hak prensiplere bağlı bulunan halkın çoğunluğudur. Yoksa cahil, korkularla ve kaygılarla hareket eden kuru kalabalıklar değildir. Meseleyi böyle anlamadığımız takdirde doğruya isabet etmemiz imkânsızdır. Peygamberimiz (sav) “Ümmetim dalalette ittifak etmez. Ümmetimin ittifakı hüccet, ihtilafı rahmettir” buyurduğu husus, peygambere ümmet olma şerefine ermiş ümmetin önderleri ve önde gelenleri, halka ve topluma yol gösteren ve hakka irşad eden “Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat” olan ulemanın çoğunluğudur. Ehl-i dalalet ve gaflet/siyaset fırkaları ve onların aldattığı halk kitleleri değildir.
Toplumu etkileyen iki nevi cereyan vardır. Birincisi, geçici siyasi cereyanlar. İkincisi umumî cereyanlardır ki siyasiler de bunlardan etkilenirler. Günümüzün umumi cereyanları “Hürriyet ve Demokrasi” “Temel Hak ve Hürriyetler” “Din ve Vicdan Hürriyeti” ve “Hukukun Üstünlüğü” “Teknik ve Teknolojik Gelişmeler”dir. Bu cereyanlara muhalefet etmemek gerekir. İşte Bediüzzaman’ın “Nâs unvanı, herkesi cumhur-u nâsa tabi olmaya davet eder. Çünkü cumhura muhalefet öyle bir hatadır ki, o hatayı irtikâp etmek, kalbin, vicdanın şanından değildir” dediği husus budur.
Bediüzzaman bu konuda ayrıca “Heyet-i içtimaiyede, umumi cereyana muhalefet etmemek lazımdır. Muhalefet edildiği takdirde, dolabın üstünden düşer, altında kalır” demektedir. Bu husus ayrıca “Hayat-ı İçtimaiye-i siyasiyede bir çığır açan, eğer kâinattaki kanun-u fıtrata muvafık hareket etmezse, hayırlı işlerde ve terakkîde muvaffak olamaz. Bütün hareketi şer ve tahrip hesabına geçer” (Lem’alar, 174) ifadesine de uygundur. Bediüzzaman bunu “Kemalizm” eleştirisi için söylemiştir. Kemalizm siyasi bir cereyan olduğu ve insan fıtratına ve sosyal hayata uyumlu olmadığı için seksen sene cebren uygulandığı halde başarı sağlayamamış ve toplumun da gelişimine engel olmuş ve Bediüzzaman’ın haklı çıkarmıştır. Dolayısıyla demokrasi adına kemalizmi savunan siyasilerin bu ifadeler doğrultusunda geleceğinin olmayacağı anlaşılmaktadır.
Bediüzzaman’ın “İcma-i Ümmet şeriatta bir delil-i yakînidir. Rey-i cumhur, şeriatta bir esastır. Meyelân-ı âmme şeriatta muteber ve muhteremdir” (Münazarat, 40) dediği hususu da bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Dinin temel ölçülerini ifade eden bu cümleleri “geçici siyasi olaylara izafe etmek” din ile siyaseti, sosyal hayat ile geçici cereyanları, istibdat ile hürriyeti ve padişahlık özlemi ile demokrasiyi karıştırmak demektir. “Şap ile şekeri karıştırmak” buna denir. Hem bir ifadeyi önüne ve sonuna bakmadan cımbızla çekip alarak hiç alakası olmayan yerlere koymak “cerbeze”dir, bilgisiz insanların akıllarını yanıltır ve kafa karışıklığına sebep olur. Hak ve hakikat mesleğinde Bektaşiliğe yer yoktur.