
“Zîrâ meşveret perdeyi attı; milliyet göründü, harekete geldi. Milliyet içinde İslâmiyet ışıklandı, ihtizâza geldi. Zîrâ, milliyetimizin rûhu İslâmiyettir; hakîki ve nisbî ve izâfiden mürekkeptir. Başka millete benzemiyoruz.” (Münazarat, 1999, s. 15-16) Demokrasinin temeli olan meşveret bireyi toplumla barıştırdı. Bundan milliyet ortaya çıktı.
İstibdat hastalığını tedavi edecek olan meşrutiyet/demokrasi ilacını ise Bediüzzaman Said Nursi hazretleri şöyle tarif etmektedir. “Demokrasiyi/meşrutiyeti hazmetmeyen ve istibdat ruhu ile hareket eden memurların yanlış gösterdiği ve şiddetten kaynaklanan karışıklıktan dolayı hâl-i hazırdan anladığınız meşrutiyeti anlatmayacağını” ifade eden Bediüzzaman “hükümetin hedef-i maksadı olan meşrutiyet-i meşruayı” yani sözdeki meşrutiyeti değil, “meşruiyeti kabul edilen meşrutiyeti” şöyle tarif etmektedir:
1. Meşrutiyet “İşlerinde onlarla istişare et.” (Al-i İmran, 3:159) ve “Mü’minlerin işleri aralarında istişare iledir” (Şura, 42:38) ayetlerinin tecellisidir ve meşveret-i şer’iyedir: Yüce Allah bu ayetlerde peygamberimize (sav) hitaben istişare ederek dünya ve devlet işlerini yapmayı emretmiştir. Peygamberimiz (sav) de Allah’ın bu emrine çok titizlikle uyarak ümmetine örnek olmuştur. Bedir savaşı, Uhud Savaşı, Ezanın meşru olması, hicret, Medine müdafaası, Medine Sözleşmesi ve Anayasa’nın yapılması gibi konularda olduğu gibi dünyaya ait her konuda peygamberimiz (sav) istişare ile hareket etmiştir. İşte demokrasinin temel esprisi ve kaynağı budur. Bu ise “meşveret-i şer’iyedir.” Yani dinin emrettiği meşveret ve şuradır.
2. O vücûd-u nuraninin kuvvete bedel, hayatı haktır, kalbi marifettir, lisanı muhabbettir, aklı kanundur, şahıs değildir: Demokrasi nurani bir vücuttur. Zulmanî ve dünyevî değildir; Allah’ın istediği ve insanlara emrettiği ve dünyada başarıyı sağlayan bir husustur. Varlığı kuvvete ve güce, zora ve şahsa bağlı değildir. Hayatını hak ve hakikatten alır. Kalbi marifet, yani eğitim ve bilgiden kaynaklanır. Muhabbet dilini kullanır. Demokrat bir lider veya insan ayrışmayı, kavgayı ve düşmanlığı değil, sevgi ve muhabbeti esas alır, sevgi dili ile konuşur. Demokrasinin gereği budur. Demokrasi birinin aklı ve emri ile değil, kanun hâkimiyetini esas alır. Kanunlar istişare kurumu olan parlamentoda çoğunluğun onayı ile dayatma ile değil, uzlaşarak adil şekilde yapılır ve kanun hâkimiyetini esas alır. Demokraside şahıslar kanunları uygulamakla görevli olan görevlilerdir, kendi görüşleri ve keyfi yönetimle hareket etmezler. Bu sayılan hususlar yoksa orada demokrasi yok demektir.
3. “Meşrutiyet hâkimiyet-i millettir; siz dahi hâkim oldunuz.” Demokrasi milletin ve toplumun hâkimiyetini esas alır. “Hâkimiyet milletindir” ifadesi bu nedenle Bediüzzaman’a aittir. Zira “Münazarat” 1909-1910 yıllarında basılmıştır. TBMM ise 1920’de açılmıştır. Dolayısıyla “Hâkimiyet milletindir” ifadesi Bediüzzaman’ındır. Temsilcilerini halkın seçtiği bir parlamento halkın hâkimiyetini sağlar. Ama ne var ki günümüzde temsilcileri halk değil, liderler seçmekte ve halka onaylatmaktadırlar. Bu da demokrasinin yozlaştırılmasından ve halkın aldatılmasından başka bir şey değildir. Günümüzde hâkim olan halk değil, maalesef liderlerdir.
4. “Umum akvâmın sebeb-i saadetidir; siz de saadete gideceksiniz.” Demokrasi bireylerin hürriyetini sağladığı gibi, kavimlerin ve toplulukların da saadetini temin eden bir sistemdir. Demokrasilerde ırk ve köken ayrımı olmaz. Herkes kanun karşısında eşittir ve herkes bütün haklardan eşit şekilde istifade ederek hiçbir haksızlığa uğratılmaz. Bu nedenle tüm toplumların mutluluğuna hizmet eder. Ezen de ezilen de olmaz. Herkesin mutluluğunu amaçlar ve sağlar.
5. “Bütün eşvak ve hissiyât-ı ulviyeyi uyandırır; uyku bes, siz de uyanınız.” Demokrasi, her insanın temel haklardan ve imkânlardan eşit yararlanma imkânı sağladığı için insanları cesaretlendirir ve şevklendirir. Gayret, çalışma, hakkaniyet ve emek gibi ulvî duyguları uyandırır. Uyanık olanların uyuyanları geçtiği bir sistemdir demokrasi. Bu nedenle uykuyu terk edip uyananlar terakki ve tekâmül ederler.
6. “İnsanı hayvanlıktan kurtarır; siz de tam insan olunuz.” Demokrasi insanın insanlığının gereği olan irade, akıl ve hürriyetinin kullanımı olduğu için insanı köle olmaktan ve emir eri olmaktan kurtarır. Öyle ise siz de demokrasiye sahip çıkarak aklınızı, iradenizi ve hürriyetinizi kullanarak gerçek bir insan olmaya çalışınız.
7. “İslamiyetin bahtını, Asya’nın tâliini açacaktır.” Meşveret ve şuraya değer vermediğimiz için Asya Avrupa’dan geri kalmıştır. Asya’nın geleceğini parlatacak olan demokrasi olacaktır. Nerede demokrasi sağlıklı işliyorsa orada maddi ve manevi refah ve saadet vardır. Nerede istibdat, baskı ve dikta varsa orada fakirlik, yoksulluk, cehalet vardır. Bu nedenle demokrasi İslamiyet’in geleceğini ve Asya’nın talihini açacaktır.
8. “Size müjde. Bizim devleti ömr-ü ebediye mazhar eder. Milletin bekası ile ibka edecek; siz de me’yus olmayınız.” Osmanlı devleti meşrutiyeti/demokrasiyi işletebilseydi yıkılmayacak ve 22 milyon kilometre kare toprağını kaybetmeyecekti. Zira bir devletin ömr-ü tabisi bir insanın ömrü kadardır. Bilhassa diktaya dayanan devletler diktatörün ölümü ile yıkılırlar. Hükümetler de böyledir. Ancak seçimle hükümetlerin değiştirilebildiği demokrasilerde devletin bekası hükümetle sınırlı olmaz. Millet devem ettiği sürece beş senende bir seçim sonucu yeni hükümetler gelir ve yeni bir başlangıç ile milletin devleti devam eder. Bu nedenle demokrasi devletin ömrünü ebediyete mazhar eder. Milletin bekası ile ibka eder.
9. “Bir ince tel gibi her tarafa hevâ ve hevesin tehyici ile çevrilmeye müsait olan rey-i vahid-i istibdadı lâyetezelzel bir demir direk gibi, lâyetefelfel bir elmas kılınç gibi olan efkâr-ı âmmeye tebdil eder; siz de, sefine-i Nuh gibi emniyet ediniz.” İstibdadı temsil eden bir lider ve tek adamın görüşü bir ince tel gibidir. Rüzgâr nereden eserse o taraftan eğilir ve değişir. Meşverete ve şuraya dayanan ortak akılla hareket eden liderin görüşü ve düşüncesi ise demir direk gibidir. Hangi taraftan ne kadar şiddetli rüzgârlar esse de onu yerinden oynatamaz. Sallanmaz ve bükülmez. Nuh’un (as) gemisi gibi güvenlidir.
10. Demokrasi/Meşrutiyet “Herkesi bir padişah hükmüne getiriyor; siz de hürriyetperverlikle padişah olmaya gayret ediniz.” Demokraside ülke yönetimine herkesin katkısı ve düşüncesi vardır. Hiç kimsenin “bana ne padişahımız bizi düşünüyor, benim kendimi ve ülkemi düşünememe gerek yok” diyemez ve demez. Bediüzzaman’ın başka bir eserinde dediği gibi “Neme lazım başkası düşünsün, istibdadın yadigârıdır.” Bu nedenle demokrasi hürriyet ve seçim hürriyeti ile herkesi bir padişah hükmüne getirmektedir. Öyle ise insan olan insana hürriyetperverliğe ve padişah gibi fikir yürütmeye önem vermesi ve bu konuda gayretli olması yakışır.
11. Demokrasi “Esâs-ı insaniyet olan cüz’ü ihtiyârı temin eder, âzâd eder; siz de camie olmaya razı olmayınız.” İnsanlığın gereği insanın cüz’î iradesini hür bir şekilde kullanabilmesidir. İnsan iradesini kullanamaz ve haklarını hür bir şekilde savunamazsa başkasının kölesi olur. Demokrasi insanı köle olmaktan ve köle gibi hareket etmekten kurtarır, hürriyetine kavuşturur. Öyle ise insan cansız bir varlık veya köle gibi olmamaya gayret etmeli ve hürriyetini sağlayan ve iradesinin kullanımına fırsat ve imkân veren demokrasiye sahip çıkması gerekir.
12. Demokrasi “Üç yüz milyondan (şimdi bir buçuk milyar) ziyâde ehl-i İslamı bir aşîret gibi rapteder; siz de o râbıtayı muhafaza ediniz.” Müslümanları birbirine bağlayan “İman” ve “Uhuvvet” gibi bağlar vardı. Bunlar asırlardır varlığını devam ettirdiği halde Müslümanların birliğini sağlayamadı. Çünkü bu bağların mü’minleri bir araya getirmesi ve ihtilafların ortadan kalkması için “istibdadın” kalkması ve “hürriyet” zemininin olması gerekiyordu. İşte demokrasi bu hürriyet zeminini oluşturmaktadır. Öyle ise Müslümanların saadeti, geleceği ve birliği ancak demokrasi ve hürriyetle gerçekleşecektir. Müslümanların görevi demokrasiye ve hürriyete sahip çıkarak bu bağı korumak olmalıdır.
Sonuç:
“Zîrâ meşveret perdeyi attı; milliyet göründü, harekete geldi. Milliyet içinde İslâmiyet ışıklandı, ihtizâza geldi. Zîrâ, milliyetimizin rûhu İslâmiyettir; hakîki ve nisbî ve izâfiden mürekkeptir. Başka millete benzemiyoruz.” (Münazarat, 1999, s. 15-16) Demokrasinin temeli olan meşveret bireyi toplumla barıştırdı. Bundan milliyet ortaya çıktı. Birey bencilliği bırakıp tevazu ile topluma girerek diğer bireylerin akıllarını ve fikirlerini de almaya başlayınca demokrat bir kişiliğe bürünür. Böylece milliyet denilen çoğulculuk ortaya çıkar. Çoğulculuk düşüncesi ise çoğulculuğu, yani cemaati esas alan İslamiyeti öne çıkarır. Çünkü cami, cemaat, Cuma gibi çoğulculuğu teşvik eden İslamiyet’tir. İslam milliyetinin ruhu cemaatten ve camiden geçer. Birey cemaat içinde erir ve büyük bir güce kavuşur. Bu toplumun ve çoğunluğun gücüdür. Demokrasi de buna dayanır. Böylece hakiki bir fert, topluma izafe edilerek nisbî bir temsil gücüne kavuşur. Cemaati temsil eden fertleri seçimle ortaya çıkarır. Seçimle ortaya çıkan fert ise bireysel gücünden çok temsil ettiği toplumun gücünü taşır. Seçilmiş olan halifeni gücü bundan dolayı çok büyüktür.
Ne mükemmel şeydir dev gibi bir güce sahip olmak…
Ne kötü bir şeydir bu gücü bir dev gibi kullanmak…