1946’da “dörtlü Takrir” ile daha fazla demokrasi isteği ile CHP’den ayrılan Celal Bayar, Adnan Menderes ikilisinin başı çektiği demokrat düşünce hareketidir. Kökü Meşrutiyet döneminin “Ahrar” olarak bilinen hürriyetçilere dayanır. “Partiler kökenlerine bağlı olduğu” için DP’nin kökeni de “Ahrar Fırkası”dır.
1946’da “dörtlü Takrir” ile daha fazla demokrasi isteği ile CHP’den ayrılan Celal Bayar, Adnan Menderes ikilisinin başı çektiği demokrat düşünce hareketidir. Kökü Meşrutiyet döneminin “Ahrar” olarak bilinen hürriyetçilere dayanır. “Partiler kökenlerine bağlı olduğu” için DP’nin kökeni de “Ahrar Fırkası”dır.
DP 1950 yılında iktidara geldiği zaman “Demokratik değerleri” ve “Din ve Vicdan Hürriyeti” çerçevesinde “Şeâir-i İslam” denilen ve dinin sosyal hayata bakan yönünü ilgilendiren “Ezan-Kur’an ve Din Eğitimi” gibi hususlarda hürriyetçi bir tavır sergileyerek toplumun arzusu istikametinde hayata geçirdi, yani ihya etti. Bu bakımdan halktan büyük bir destek gördü. Okullarda Din Eğitimi yanında “Din Adamı” yetiştirmek ve dini kaynaklarından öğrenmelerini sağlamak amacı ile “İmam-Hatip Okulları” ve “İlahiyat Fakültesi” yanında “Yüksek İslam Enstitülerini” açtı. Böylece kamu kurumlarında da dinin yaşanmasına yönelik bir kapı açmış oldu.
DP hürriyetçi tutumu ile estirdiği “hürriyet” havası tüm insanların ve kurumların önünü açtığı için insanlar büyük bir şevke gelerek çalışmaya başladılar. Böylece ekonomik yönden büyük bir atılım başladı. Makineleşmenin ve fabrikalaşmanın da önünü açan DP bu yönden ekonomik olarak da büyük gelişme sağlamış oldu. Bilhassa halk ve avam tabakasının en alt sınıfı olan köylü ve çiftçiye değer verdi ve halk verdiği oyun bir değer ifade ettiğini, adam yerine konduğunu anladı. Böylece demokrasi ve hürriyetin değerini anlamış oldu. Bu durum günümüzde bir şey ifade etmese de “köylü ve şapkalının Ankara’nın belli cadde ve sokaklarına” giremediği bir dönmede çok büyük önem arz etmekteydi.
DP’nin ülkede estirdiği demokrasi havası ve uygulamaları demokrasiye inanmayan ama demokrasiyi bir araç olarak gören “Siyasal İslam” ve “Milliyetçi-Irkçı” zihniyetlere de siyasal hayatta kendilerini ifade etmek ve fikirlerini halka kabul ettirmek ve zihniyetlerini geliştirmek için cesaret verdi. Kendi kafalarındaki ideal sistemi iktidara taşımak için DP’nin iktidardan düşürülmesi ve yaptıklarının hoş görülmemesi için propaganda, yalan ve hileler ile DP’nin yıpratılması çalışmalarını da beraberinde getirdi. Ülkeyi 27 sene tek başına despotça idare eden ve askeri, mülkî erkân ile yargı, memur ve bürokrasiye hâkim olan CHP’nin de desteği ile bir taraftan “Milliyetçi ve Ülkücü Dernekler ve Ocaklar” diğer taraftan “Atatürk Düşmanlığı” ile tarikatlar, dini cemaatler ve islâmi dernek ve vakıfları kullanarak dindar ve milliyetçileri DP’den koparmaya çalıştılar. Bunlar yetmedi Malatya’da Hüseyin Üzmez’in Başbakan Menderes’in yanında gazeteci Ahmet Emin Yalman’a su-i kast yapması ile DP’yi dindarlar aleyhine gibi göstererek dindar çevreleri DP’den koparmaya çalıştılar. Bir derece başarılı da oldular. Ancak yine de halkı DP aleyhine geçiremedikleri için bu defa fa Askeri İhtilaller ile DP ve devamı AP’yi kapatarak halkı yanılttılar ve şaşırttılar. Karşılarına Milletçiler, Milliyetçiler, Milli Görüşçüler ve Dört Eğilimi Birleştirenleri (ANAP-AKP) çıkararak işte DP ve felsefesinin devamı bunlardır diyerek CHP zihniyeti olan Atatürkçülüğü devam ve ihya etmeye başladılar ve ardan geçen 30-40 sene içinde başarılı da oldular.
İhtilalleri hazırlamak için Anarşi körüklendi, cemaatler ve tarikatlar kullanıldı, aralarına ihtilaflar ve fitneler sokuldu. Türk-Kürt, Alevi-Sünni çatışmaları çıkarıldı. Böylece Osmanlı’nı yıkılmasını sağlayan dış düşmanların ve Amerika, Rusya gibi Türkiye üzerinde gizli emeller besleyenlerin ekmeklerine yağ sürülmüş ve politikalarına alet olunmuş oldu. Günümüzde bu oyunların bir kısmı “Ergenekon Örgütlenmesi” adı altında deşifre olduğu görülmektedir.
1960 öncesi Harp Okulu Öğrencileri ve Üniversite Öğrenci Hareketleri olarak başlayan sokak gösterileri ve hareketleri 1970-80 arası tüm ülkede “Anarşi ve Terör” olarak yansıdı ve en az 5 bin gencin hayatına mal oldu. Ülkenin kaynaklarının ve ekonomik kaybının boyutları ise hesaba gelmez. Aynı durum 1980-2011 yılları arasında ise “Türk-Kürt Mücadelesi” ve “PKK Eylemleri” olarak devam etmektedir.
Demokrat Parti ve onun devamı olan AP ve DYP ne yapmamıştı?
Her şeyden önce DP Demokrasinin gereği ne ise onu yapmıştı ve diğer ideolojik partiler gibi ideolojik ve siyasi davranmamıştı. Demokrasinin gereği olan “Gençlik Kolları” dışında “Ocakları” ve “Dernekleri” yoktu. Bu nedenle de ideolojik partiler tarafından “ideolojisinin olmaması” ile suçlanıyor ve “renksiz” denerek aşağılanıyordu. Gerçekte ise demokraside ideoloji olmaz ve demokratik devlet ve idare her çeşit fikre ve düşünceye eşit mesafededir ve fikir hürriyetini savunur. Hiçbir din, mezhep ve düşünceyi diğerine ezdirmez ve kendisi de taraf olmaz. Hürriyet ve Demokrasi budur. Ancak ideolojik düşünenler demokratları fikirsiz ve ideolojisiz olmakla suçlarlar. Bu onların demokrasiyi anlamadıklarını ve demokrasiye inanmadıklarını göstermektedir. CHP demokratları “Atatürkçü” olmamakla ve “İrtica” adını verdiği dine ve farklı düşüncelere taviz vermekle suçluyordu. MHP milliyetçi olmamakla, MSP ve türevleri de “Şeriatçı” olmamakla suçluyordu. Peki, haklı olan kimdi? Elbette demokratlardı. Aradan geçen 60 sene Demokratların haklılığını tescil etmiştir.
DP başka ne yapmıyordu? “Kışlaya, mektebe ve camiye siyaset sokmam” diyordu. Bu nedenle askeriyeye, eğitime ve ibadete asla siyasetin girmemesi ve onarın da siyasi düşünce ve mülahazalarla değil, görevleri neyi gerektiriyorsa onu yapmaları gerektiğini vurguluyordu. Diğer ideolojik partiler ise kendi ideolojisi doğrultusunda askeri, okulları ve din eğitimini ve camileri kullanmak ve ideolojilerini anlatma mekânları olarak görme eğilimindeydiler. Hatta partilerine destek kuvveti ve ideolog yetiştirmek amacı ile kurdukları dernekler ile talebeleri “ülkücü” “solcu” “akıncı” gibi gruplara ayırmışlardı. Devletin memurunu ve polisini aynı şekilde ayrıştırmak için “Pol-Der” “Pol-Bir” gibi dernekler ve “DİSK” ve “TÜRK-İŞ” gibi sendikalar kurmuşlardı. Bu ayrıştırma ne ile sonuçlandı, milletin ayrışması, sokak çatışmaları ve anarşi ile… Peki, doğru olan bu muydu? Elbette ki DP’nin ve devamı olan AP’nin takip ettiği “Demokratik” tavırdı.
DP ve devamı olan AP ve DYP ne yaptı?
“Kavmin efendisi ona hizmet edendir” prensibini hayata geçirmeye çalıştı. Ülkeye hizmet insana hizmettir. Hizmet de “ayırım yapmamaya ve liyakate göre seçim yapmaya bağlıdır” dedi. İşe kim layıksa onu getirdiği için menfaat bekleyerek kendisine oy verenleri küstürdü, ideolojik yaklaşım sergileyen kimselerden de oy alamadığı için devamlı oy kaybetti. Bunun için de particilik ve partizanlık yapmamakla suçlandı. Yanlış mı yaptı? Hayır, doğru ve adil olanı yapmaya çalıştı.
Önce “Altyapı” hizmetlerini yaptı. Altyapı hizmeti nedir? Altyapı vatandaşın kendisine kazanç getirmediği için yapmadığı kamunun tamamına hizmet veren çalışmalardır. Bunlar da yol, köprü, baraj, okul ve madenlerin işletilmesi gibi sanayinin ve ticaretin olmazsa olmazlarıdır. 1950 yılında ülkede şehirleri birbirine bağlayan yol yoktu. Baraj olmadığı için elektrik yoktu ve verimli arazilerin sulanması söz konusu değildi. Dolayısıyla üretim yoktu. 1970’li yıllarda Üniversite olmadığı için ülkede mühendis yoktu. Süleyman Demirel Bulgaristan’dan elektrik aldığı zaman “Demirel ülkeye komünizm getirecek” diyorlardı. Rus mühendisler Sümerbank Fabrikalarını ve Yer altı kaynaklarını işleyecek fabrikalar yaptırdığı zaman “İşte komünist mühendisler ülkeye gelecek ve ülke komünizme kayacak. Demirel buna zemin hazırlıyor” diyorlardı. Avrupa’yı Asya’ya bağlayan Boğaz Köprüsünü yaptığı zaman “Zap Suyuna köprü lazım. Boğaz köprüsünden zenginler geçecek” diyorlardı. Barajlar yaptığı zaman “Bu kadar elektrik ne lazım, toprağa mı gömeceksiniz” diyorlardı. Maalesef 1980 sonrasında ülkede yatırımlar durdu ve bu günkü iktidarlar yapılan fabrikaları satarak ve kapatarak ayakta duruyorlar. Gerçekte “elektrik, su ve yer altı kaynaklarının işletilmesi olmazsa” ülkede ne ziraat ve ne de ticaret olur. Demokratlar işte bunu yapmışlardır. Günümüz iktidarları ise “yapılan yatırımlar yanlıştı” diyor. Bunlar da lafla iş yaptıklarını sanıyor.
Demokrat Parti iş yapmaktan konuşmaya ve eğlenmeye fırsat bulamıyorlardı. Bu günün iktidarları da konuşmaktan ve eğlenmekten iş yapmaya zaman bulamıyorlar. İşte aralarındaki fark budur. Süleyman Demirel dünya gündemini ve yayın dünyasını takip ederek okumaya çalışıyordu. Günümüz başbakanı ise kendisine sorulan “kitap okuyor musunuz?” sorusuna “okumaya zamanım yok” diye cevap veriyor. İşte ikinci bariz fark da burada ortaya çıkıyor.
Demokratların en önemli özelliği ayırım yapmadan vatandaşların tümüne devlet hizmetlerini sunmalarıdır. İdeolojik partilerde ise bunu görmek mümkün değildir. İşte adaletsizlik ve zulme varacak kadar yapılan haksızlıkların kaynağı da budur. Bu nedenle asrımızın en büyük âlimi Bediüzzaman Said Nursi hazretleri “Kavmin efendisi ona hizmet edendir” hadisini ele alarak “Demokratlık ve hürriyet-i vicdan İslamiyet’in bu kanun-i esasisine dayanabilir” (Emirdağ Lahikası, 2:163) demektedir.