Siyaset devleti idare etme sanatıdır. Bir sanat ve teknik bir konudur. Bireye, topluma ve ülkeye hizmet etme metodudur. Halkın işlerini ve devletin menfaatini en uygun bir şekilde görüp gözetmektir. Bu nedenle siyasiler toplumun en bilgili ve akıllı insanlarıdır.
Giriş
Siyaset devleti idare etme sanatıdır. Bir sanat ve teknik bir konudur. Bireye, topluma ve ülkeye hizmet etme metodudur. Halkın işlerini ve devletin menfaatini en uygun bir şekilde görüp gözetmektir. Bu nedenle siyasiler toplumun en bilgili ve akıllı insanlarıdır. Siyaset insanların eğitimine ve gelişmesine hizmet ettiği için iyidir.
İdeal anlamda siyaset farklı düşünen, farklı dinlere ve kültürlere sahip olan insanları birleştirici ve birliği devam ettirici vasıfları ile kendisini gösterir. Toplumun birlik ve dirliğini sağlar.
İnsanlar bilgi sahibi olmak, zengin olmak ve refah içinde yaşamak isterler. Bunun için de çalışırlar. Siyasetin amacı insanların önündeki engelleri kaldırmak ve refah için, zengin olmak için çalışan insanlara yardımcı olmaktır. İnsanlara ve kurumlara yardımcı olmaktır. Elbette bu çok şerefli bir görevdir.
Dini hükümler yönünden siyaset dinin yüzde biri olsa da hayat-ı içtimaiye ve sosyal bakından siyaset hayatın yüzde ellisinden fazla bir yer işgal eder. Her insan ister istemez siyasetle ilgilenir ve bu zamanda siyasi partilere üye olmaları ve oy vermeleri cihetiyle insanların çoğunun ilgilendiği bir husustur.
Bediüzzaman Said Nursi hazretleri “Her bir adam vatanla, milletle, hükümetle alakadardır” demektedir. “Ancak bu alakadarlık muvakkat cereyanlara kapılıp, millet, vatan ve hükümetin menfaatini, bazı şahısların muvakkat siyasetlerine tabi etmek, belki aynını telakki etmek çok yanlış olmakla beraber, o vatanperverlik, milletperverlik hissinden ve vazifesinden herkese düşen vazife bir ise, kendi kalp ve ruhundan, idare-i şahsiye ve beytiye ve diniyeye duyulan hizmet, alaka ve merak on, yirmi, belki yüzdür. Bu ciddi alakaları bırakıp, siyaset cereyanlarına münhasır alaka göstermek divanelik değil de nedir?” (Kastamonu Lâhikası, 30-31) diye sorarak siyasetin yanlışlarına kapılmanın da doğru olmadığını ifade eder.
Siyaset ne kadar önemli ise, siyaset hastalığına yakalanmak da o derece kötüdür.
Siyaset dairesinin cazibedarlığı ve çekiciliği cihetiyle bireyin kendi dairesindeki lüzumlu ve ehemmiyetli vazifeleri ihmal ve terk etmesi, gereksiz ve malayani işlerle meşgul olması ömrünü boş yere geçirerek yok etmesine sebep olur. Değerli ömrünü değersiz işlerde öldürüş olur. (Meyve Risalesi, 21-22)
Birey her şeyden önemlidir. Memur iyi memur olursa, asker iyi asker olursa, öğrenci iyi öğrenci olursa devlet de mükemmel devlet olur. Bu nedenle öncelikli olarak bireyin, ferdin ıslahı gerekir. Herkes kendi kapısının önünü süpürürse şehir de tertemiz olur.
Başkasını ve toplumu düzeltmek isteyen birisi önce kendisini düzeltmekle işe başlamalıdır. “Kendisini ıslah edemeyen başkasını ıslah edemez.” “Kendisi himmete muhtaç dede, nasıl başkasına himmet ede?”
Ziya Paşa’nın dediği gibi:
“Gökte yıldız arayı nice turfa müneccim / Gafletle göremez kuyuyu reh-güzerinde,
Onlar ki laf ile dünyaya verirler nizamât / Bin türlü teseyyüp bulunur hânelerinde.”
Filozofların dediği gibi siyaset her kişinin değil, ilim, servet ve destekçileri çok olan faziletli insanların yapacağı bir sanat ve meslektir. Liyakat, hamiyet ve gayret gerektirir. Fedakârlık duygusundan mahrum olanların ve hizmet anlayışından uzak olanların yapacağı bir meslek değildir. Menfaat üzerine dönecek olursa insanı canavar haline getirir. Bediüzzaman’ın ifadesi ile “Menfaat üzerine dönen siyaset canavardır. Aç canavara karşı tahabbüb merhametini değil, iştahını açar; döner diş ve tırnağının kirasını da ister.”
Siyaset millete hizmet etmek isteyen hamiyetli ve kalbi vatan sevgisi ve milliyet duygusu ile dolu fedakâr ve kahraman insanların mesleğidir. Her kişinin değil, er kişinin işidir.
1. Siyaset Nedir?
Siyaset, manası kapalı olan, kapalı olduğu için de çok geniş manaları ihtiva eden bir kelimdedir. Dil bilginleri bu kelimenin tarifini “ıslah etmek içim bir şeyler yapmak” anlamını vermişlerdir. (Nizamu’l-Hukm fi’l-İslam, s. 1) Genel olarak devlet idare etme sanatı olarak kabul edilmiştir.
Siyasetin amacı insanları toplum içinde ortak değerler etrafında bir araya getirerek sosyalleştirmek ve birbirine yaklaştırıp kaynaştırmak, belli hedeflere yönlendirerek bireyin ve toplumun hayrına çalıştırmaktır. İdeal anlamda siyasetin amacı kardeşliği, birliği, beraberliği ve yardımlaşmayı sağlamaktır. (Bediüzzaman Said Nursi ve Devlet Felsefesi, Safa Mürsel, s. 221) İmam-ı Gazali siyaseti “Devlet işlerinin düzenlenmesi ve insaların idaresi” olarak trif etmiştir. (Devlet Felsefesi, 221) Din ıstılahında siyaset “hükümet ve memleket idaresi” şeklinde tarif edilmiştir. (Ö. N. Bilmen, Istılahat-ı Fıkhıye Kamusu, 3:22)
Sonuçta devlet şeklinin tayin ve tespiti, idari mekanizmanın belirlenmesi ve bu mekanizma içinde ilişkilerin düzenlenmesi ve idarî nizamla ilgili bütün faaiyetler siyaset kavramı içinde yerini alır. Hedefi de toplumun saadet ve refahına, ülkenin kalkınmasına ve toplumun huzur ve güven içinde yaşamasına hizmet etmektir.
1.1. Siyasetin Aksamı
İslam bilginlerinden Huccetu’l-İslam İmam Muhammed Gazali (ra) siyaseti dörde ayırır. Birincisi, peygamberlerin siyasetidir. Dünya ve ahirete müteallik ilâhi emirleri, imana ve ibadete dair hususları insanlığa tebliğ etmek, tatbik etmek ve talim etmekle ilgili takip ettiği metot ve sünnetidir.
İkincisi, hükümetin siyasetidir. Memleketin temel meseleleri olan maarif, ziraat, ticaret ve sanatla ilgili takip ettiği siyasettir. Millete hizmet etmek, toplumun huzur ve güveni için takip ettiği usul ve metotlardır.
Üçüncüsü, öğretmenlerin, vaiz ve nasihatçilerin siyasetidir. Emr-i bil-maruf ve nehy-i ani’l-münker hususunda takip ettiği siyasettir ki nasihati tesir ettirmek için takip ettiği usuldür.
Dördüncüsü, mücedditlerin siyaseti. Her asrın hastalıklarını kur’ândan çıkardığı ilaçlarla tedavi etmek, insanların ihtiyaçlarını karşılamak, sünneti ihya etmek için takip ettiği hizmet metotlarıdır. Asrın idrakine uygun hitap etmektir. Bu siyasetin temelinde aklın iknası, kalbin tatmini vardır. İrşadını izah ve ispat üzere kurarlar. Bunun için tavr-ı esasiyi bozmadan, ruh-u aslîyi rencide etmeden yeni izah tarzları ve iknâ usulleri ile İslama sokulan bid’aları ve İslami olmayan adetleri ortadan kaldırırlar.
Mücedditler vazifelerini halka karşı yaparlarken hükümet erkânını ve devlet ricalini de dikkate alırlar. İdarecileri murakabe eder ve yol gösterirler. Ülkeye ve halka zarar verecek olan icraatlarına fiilen karışmadan irşat ve ikaz ederek yol gösterirler ve istikamete sevk ederler. Nitekim İmam-ı Rabbânî, İmam-ı Gazali, Akşemsettin ve Bediüzzaman gibi mücedditler idarecilere de rehberlik etmişlerdir. (Siyasette Ölçü, M. Kırkıncı, s.10)
1.2. İslamiyet ve Siyaset
İslâmiyet hiçbir siyasi düşünceye, teşekküle ve partiye alet edilemeyecek yüksek ve ilâhî değerler mecmuasıdır. Bu ilâhi değerler iman, adalet, doğruluk, hakkaniyet, ihlas, yardımlaşma ve hizmet gibi dini ve ahlâkî değerlerdir ki hiçbir siyasi ve dünyevi amaç için kullanılamaz. Bu nedenle din hiçbir şeyin aracı olamaz. Doğrudan her insan ve siyaset için de kazanılması, devam ettirilmesi ve geliştirilmesi gereken amaçtır.
Her parti ve teşekkül ancak dine hizmet edebilir, dini kendi emellerine alet ve siyasetine tabi edemez. Bediüzzaman Said Nursi hazretleri “Din bütün siyasetlerin fevkindedir. Hiçbir siyasetin haddi değil ki onu kendisine alet etsin” (Hutbe-i Şamiye, 50) buyurmuştur. Zira siyaset dünyaya hizmettir; din ise Allah’a, ahirete ve yüksek değerlere hizmet etmektir. Bu nedenle hiçbir dini değer dünyevî amaçlara alet edilemez.
Tecrübeli siyasetçi Süleyman Demirel de “Müslümanlığın alâyişe, nümâyişe tahammülü yoktur. Müslümanlığın hâmisi Cenâb-ı Allah’tır. Müslümanlığa hizmet edilir; ama Müslümanlık siyasetin hizmetine sokulamaz. Siyaset su götürür, birinin ak dediğine diğeri kara demek siyasetin tabiatında mevcuttur. Din bunu kaldırmaz. Ayrıca hepimiz Müslüman olduğumuza göre Müslümanlığı kendimizin inhisarında saymak, öbürünün ondan yoksunluğunu farz etmek bölücülüğün ve nifakın ta kendisidir. Binaenaleyh kendimizi Müslüman sayıp karşınızdakini başka bir şey sayarsanız, aslında dine hizmet de sayılmaz. Bir de particiliği ve siyasetçiliği tarikat hâline getirirseniz o zaman işin içinden çıkılmaz. Bu da vicdanları baskı altına alır.” (Süleyman Demirel, Anayasa ve Devlet İdaresi, YAY, 1972-İst, s.28)
Siyasilerin milletle bütünleşmeleri için onların dinlerine, tarihlerine, kültürlerine, örf ve âdetlerine saygılı olmalarını ve onların takipçileri olmaları gerekir. Halk bunları terk etmez, siyasetçiden ve siyasetten uzaklaşır. Şahısların inhisarına ve şahısların istibdadına alet olur. 1950 öncesi şeflik dönemi bunun delilidir.
Amerikalı Başkan John F. Kennedy şöyle der: “Milletin hizmetine kendisini vakfetmiş bir devlet adamı, milletin hakiki bir mümessili olmalıdır. Milletin refahını ve istikbalinin bekçiliğini yapmak görevini unutup, sadece seçmenlerinin emrinde birer uşak olmayı tercih ederse, memleketin hürriyetini ve bekasını sağlayacak genel hak ve menfaatler hiçbir zaman teminat altına alınmış olmaz. Pek az şey tamamıyla iyi veya tamamıyla kötüdür. Hemen her şey ve bilhassa devleti siyaseti bu iki hususiyetin birbirinden ayırt edilemeyecek derecede girift olduğu bir halitadır. O kadar ki bu iki etkiden hangisinin daha ağır bastığını tespit hususunda akıl ve ferasetimizin en doğru hükmüne devamlı olarak ihtiyaç duymaktayız.” (John F. Kennedy, Fazilet Mücadelesi, s. 209-210)
Bediüzzaman Said Nursi hazretleri siyasetin bu konumundan dolayı en iyi siyasi yönetim şekli olan demokrasi için “ehven-i şer” hükmünü vererek İslam terbiyesinin ortadan kalktığı ve her şeyin dünya metaı ve siyasete alet edildiği günümüzde “Adalet-i mahzayı” esas alan bir idarenin kurulup işletilmesinin imkânsızlığına dikkatimizi çekmiştir. Hz. Ali’nin (ra) “Akıllı hayrı ve şerri bilen değil, ehven-i şerri bilendir” sözüne uygun olarak demokrasinin “ehven-i şer” olarak insanlığı saadete sevk edebileceğini ifade etmiştir.
Bütün bu gerekçelerden dolayı bu zamanda şaşmaz ve değişmez prensiplere bağlı olan ve prensipleri her şeyin üzerinde tutan, kanun hâkimiyetini esas alan ve bunun için çalışan cesaretli politikacılara ihtiyaç vardır.
1.3. Siyasetin Doğası Halka Hizmet
Siyaset, toplumun çeşitli yönlerde mutluluğun ve refahın temini, devletin milletin istediği şekilde faaliyetine hedef tespit eden ve yön veren uzun vadeli bir süreçtir. Amacı toplumun saadet ve refahına hizmet etmektir. Devletin görevi ise adaleti sağlamaktır. Bunu da kurumları aracılığı ile yapar.
Siyasetle hükümet etme yetkisini kazananlar devletin tarım politikası, mali politika, eğitim ve askeri politika ile dış politika konusunda hedefler koyma ve bunları uygulayarak devletini ve milletini en üst seviyeye çıkarma amacına hizmet etmelidir.
Siyasetin diğer bir yönü “iktidar mücadelesidir.” Demokrasilerde siyasetçiler fikirlerini ve hedeflerini siyasi partiler aracılığı ile topluma duyururlar. Bu hedeflerini gerçekleştirmek için de halkın desteğini alarak iktidar olmaları gerekir. İktidar olmak da iktidar mücadelesinde başarılı olmalarına bağlıdır. Halkından onay alan bir siyasi parti parlamentoda çoğunluğu elde ederek iktidar olmaya ve devleti yönetmeyi hak eder. İktidar olunca da amaçlarını, projelerini ve hedeflerini gerçekleştirmeye çalışır. Bunu başarabildiği ve halkını mutlu edebildiği ölçüde iktidarını korur. Aksi takdirde demokrasinin seçim ve halka hesap verme mekanizması onu tasfiye edecek veya muhalefete mahkûm edecektir.
Şayet siyasiler iktidar mücadelesini zemininden saptıran, kendi fikr-i siyasisine muhalif meleği şeytan, kendi fikr-i siyasisine muvafık şeytanı melek gören bir inatlaşma içine girmek ve menfaat üstünde siyaset ve iftira ve isnatlara dayanan bir siyaset elbette tasvip edilemez. Bediüzzaman Said Nursi hazretleri böyle menfî siyaseti “canavara” benzetmiş ve “şeytandan Allah’a sığındığı gibi böyle şeytanî siyasetten de Allah’a sığınmıştır.” (Sözler, 751)
Bediüzzaman Said Nursi “temiz siyaseti” ve “halkın hizmetinde olan demokratik hükümeti” şöyle tarif etmektedir. “Din ve vicdan hürriyetini esas alan, yurt kalkınmasında samimi, millet ekseriyetinin tasvibine mazhar, hürriyeti müdafaa ve muhafaza eden” bir politika izlemektir. Böyle bir siyasi partiye ve siyasilere destek olunacağı kadar iktidar hırsı ile gözü dönmüş siyasilere de yüz vermemek gerekir.
2. Siyasi Parti ve Lider
Peygamberimiz (sav) “kavmin efendisi millete hizmet edendir” buyurmuştur. Bu hadisin bir başka anlamı da “memuriyetin halka hizmet etme amacını” taşımalıdır. Siyasetin de, siyasi partilerin de, siyasi liderlerin de amacı halka hizmet olmalıdır. Halka hizmet amacına hizmet eden bir siyasi parti ve sistem dinin emrine uygun bir iş yapmış ve çalışmalarını ibadet haline getirmiş olur.
Lider halkı temsil eden kişidir. Halkın hak ve hukukunu savunmalı, inanç ve düşüncesini, örf ve adetlerini yansıtmalı ve temsil etmelidirler. Halkın istek ve aruzlarını dile getirmelidirler. Kendi sabit fikrini halka kabul ettirmeye çalışanlar halkın temsilcisi olamazlar. Bunlar ideolojilerini dayatmak isteyen diktatörlerdir. Böyleleri lider değil fikir adamı veya bir zorbadır.
Tolerans büyüklerin, büyük devletlerin ve büyük partilerin ortak özelliğidir. Toleransı olmayan ve hoşgörüyü esas almayan kitle partisi olamaz. Bir temsilci halkın dili ile değil, kendi dili ile konuşursa onları temsil ediyor denilebilir mi? Böyle bir temsilci halkı değil, kendisini temsil ediyor demektir. Kitle partileri kitlelerin temsil ettikleri için kitle partisi olmuşlardır.
Partiler fikir partileri ve kitle partileri olarak ikiye ayrılırlar. Üçüncü bir kategoride de kitlelerin temsil ettikleri ideoloji ve fikirlerden beslenen partileri saymak mümkündür. Fikir partileri ideolojik partilerdir. Kitle partileri kitlelerin ihtiyaçlarını temsil ederler. Kitlelerin temsil ettikleri fikirlerden beslenen partileri ise ırkçı ve dinci partiler olarak tanımlayabiliriz. Liderler de bu fikirleri ifade eden seçilmiş başkanlardır. Kitle partileri genellikle dünyada geçerli olan şekliyle “Hürriyetçi ve demokrat” yönleriyle öne çıkarlar.
Demokrasinin ruhu halkın kanaatine, vicdanına ve inançlarına saygı duymak ve inanmaktır. Bu nedenle demokrasi çoğulcu ve çoğunluk rejimidir. Çoğunluğu temsil eder ve “çoğunluk yanılmaz” kuralına dayanır. “Halkın iradesi, hakkın iradesi” “Halkın dili, hakkın dili” felsefesini temsil eder. “Halka hizmet, hakka hizmettir” düşüncesini benimser. Bu temel düşünceler doğrudur. Çoğunluğun aldandığını kabul ettiğiniz zaman karara esas olacak iradeyi nereden bulacaksınız. Çoğunluk yanılmaz; ama yanıltılabilir. Korkularla, yanlış bilgilerle ve haber alma hürriyetinin kısıtlanması ile geçici olarak yanıltılabilir. Ama gerçeklerin bir gün su yüzüne çıkmak gibi bir özelliği vardır.
Çoğunluğun doğru karar vermesi elbette “doğru bilgi” kaynaklarının halkı doğru bilgilendirmesine bağlıdır. Bu nedenle “fikir ve düşünce hürriyeti” “basın hürriyet”inin korunması şarttır. Yalan propaganda ve yanlış bilgilerle halkın büyük bir kesimini geçici olarak aldatmak mümkündür. Siyaseti halka hizmet yerine kendi menfaatlerini takip edenlerin yaptıkları halkı aldatmak ve şaşırtmak olacaktır; ancak bu geçicidir.
Demokraside seçilen seçmenlerinin isteklerine ve emirlerine cevap vermek durumundadır. Bu kişilerin özel istekleri değil, toplumun genel isteklerine cevap vermektir. Toplumun isteklerini ve arzularını her şeyden üstün tutmalıdır. Halkın menfaati diye kendi menfaatini takip etmemelidir.
Basın ve medya da kitlelerin durumunu yansıtmalı, kamuyu yanıltan ve yönlendiren vasıtalar değil…
Halk itimat ettiklerini seçtiğine göre seçilenler de halka güvenmeli, halka yol gösterici olmalı ve halkı doğru bilgilendirmeli ve şuurlandırmalıdır. Gerçek lider halka hizmet ederken Allah’tan korkmalıdır. ABD devlet başkanı John Quiney Adams şöyle der: “Devlet adamı ne kendi isteklerinin, ne de halkın her isteğinin değil sadece Allah’ın kölesidir” demektedir.
John Kennedy “Devlet adamına yol gösteren iki rehber vardır; birincisi Allah’ın kitabı, ikincisi kişinin vicdanıdır” demiştir. (Fazilet Mücadelesi, s. 215)
3. Demokrasi İhtiyacı
Wintson Churchill “Demokrasi en berbat bir hükümet şeklidir; ama tarih boyunca tecrübe edilmiş olan öteki idare şekilleri bundan kat kat daha beterdir” demektedir. Demokrasinin özelliği halkın temsilcilerini kendi içinden seçmesi ve kendini temsil yetkisini ona vermiş olmasıdır. Bu da yönetimde halk iradesini ağır basması veya yönetimin halk tarafından denetlenmesi ve istenmeyen hükümetlerin halkın iradesi ile değişmesi demektir.
Ayrıca Churchill “Sabah alaca karanlığında kapınız çalındığı zaman bunun sütçü olduğundan emin olduğunuz sistemin adına demokrasi” demektir. Yani “ne devletin ne de bir başkansının kapınızı çalıp sizin rahatsız edilmeyeceğinden emin olduğunuz, güvenin ve korkusuz yaşamanın adıdır demokrasi.”
Demokrasi güvenin temel taşıdır. Herkesin hür iradesi ile istediği işi tutabilmesi, istediğini konuşabilmesi, istediği şekilde inancının gereğini yerine getirebilmesi ve kişinin her bakımdan hür olabilmesinin adıdır demokrasidir. Demokrasi, adalet, hürriyet, eşitlik ve güveni sağlayan sistemdir. Demokrasi hak arama yollarının sonuna kadar açık olduğu sistemin adıdır. İktidarın millete ait olduğu bir rejimdir demokrasi. Thomas Paire “Milletin hür iradesi ve rızası ile vermediği iktidar hod be hod gasptır” demektedir.
Demokrasi bir halk hükümeti ve bir çoğunluk iradesi olmaktan daha başka bir şeydir. Demokrasi çare üreten bir sistemdir. Bu nedenle Süleyman Demirel “Demokrasilerde çare tükenmez” demektedir. Demokrasi geliştirilebilen bir sistemdir. Meşruiyet içinde demokrasilerde çare tükenmez, ancak bunun için demokratik usullerin değişmesi gerekebilir ve demokrasi bunu sağlayan bir sistemdir.
Demokrasilerde idareciler sorumsuz değillerdir, halka karşı sorumludurlar. Halk idarede söz sahibidir ve her bir insan “devlet idaresinde söz sahibidir.” Herkes sorumluluk mevkiindedir. Demokrasinin düzgün olması, adaleti ve mutluluğu sağlayabilmesi fertlerin sorumluluklarını yerine getirmesi, doğru şekilde iradesini kullanması ve denetimi iyi yapmasına bağlıdır. İşlerin kötüye gitmesinde herkesin sorumluluğu vardır. Demokraside halkın kendi iradesine sahip çıkması ve onu birilerine ipotek etmemesi durumunda ister iyi, ister kötü istediği ve layık olduğu idareye kavuşur. (J. Kennedy, Fazilet Mücadelesi, s. 280)
Peygamberimiz (sav) de ümmetinin iradesine sahip çıkmasını ve yöneticisini semesini istemiş ve bu istikamete ümmetini yönlendirmiştir. “Siz nasılsanız öyle idare edilirsiniz” yani layık olduğunuz idareye kavuşursunuz. Sizler iyi olunuz ki sizin idarecileriniz de öyle olsunlar” buyurarak sorumluluğun bireylerde olduğunu ifade etmişlerdir.
Demokrasi bir cesaret rejimidir. Cesaret Allah’a güvenin ve imanın da gereğidir. Cesaret güçlükler karşısında yılmamak, zerafeti korumak ve aklı kullanmaktır. Bu cesareti seçmenler de seçilenler de göstermeli ve hizmete koşmalıdırlar.
Demokrasi iktidarın yönetilenlere ait olduğu ve yönetenlerin yönetilenler için var olduğu rejimdir. Demokraside en üst yönetici en alt yönetilenin mutluluğu için çalışır. Hz. Ömer’in “Fırat üzerinde kırık köprüde ayağı kırılan bir koyunun sorumluluğunu taşıdığı” bir anlayışın devlete hâkim olmasını sağlayan sistemdir.
Demokrasi ülkenin güvenlik kuvvetlerinin ve askerin sivil iradenin emrinde olduğu rejimdir. Yine demokrasi hürriyettir. “Allah’ta başka kimseye kul olmamak, Allah’tan başka kimseye sığınmamak, Allah’tan başka kimseye sığınmamak ve kula kul olmamak hadisesidir.” (Demirel Demokrasiyi Anlatıyor, s.5-6) Bediüzzaman Said Nursi hazretleri ise demokrasiyi “Adalet, meşveret, hürriyet ve kanun hâkimiyeti” olarak tarif etektedir. (Divan-ı Harb-i Örfi, s.53)
İşte böyle bir demokrasiye ihtiyaç vardır ve bu demokratik idarelerdir ki insana istediği mutluluk ve gelişmeyi sağlayabilir. Bu ihtiyacı Bernard Shaw “İngiltere’de demokrasi o kadar ileri gitti ki biraz daha ötesi İslamiyet’tir” şeklinde ifade etmiştir.
3.1 Demokrasi Çeşitleri
Demokrasi toplumun durumuna göre şekil alan bir sistemdir. Özünde “istişare” yani “halkın iradesi” vardır. İdarecisini kendisi seçimle belirler ve idareciler de icraatlarını halka sorarak yaparlar. Bu bir aileden ve işletmeden tutun bir okulda idarenin yapacağı faaliyetlerde öğrenci ve öğretmen kurulları ile aldıkları karara göre yönetmesi de dâhildir. İdarecinin görevi alınan kararları takip etmek ve görevlilerin görevlerini yapmalarına imkân hazırlamaktır.
Demokrasinin uygulanmasında ortaya çıkan uygulama şekillerini şöyle kategorize edebiliriz. Doğrudan demokrasi, Temsili demokrasi ve Yarı doğrudan demokrasi…
3.1.1 Doğrudan Demokrasi: Siyasi kararların çoğunluk esasına göre alındığı ve her kararın bizzat halkın oyu ile kabul edildiği yönetim şeklidir. Dar bölge ve nüfus yoğunluğunun çok az olduğu durumlarda uygulanabilen bir sistemdir. Günümüz şartlarında ve yoğun nüfusun bulunduğu büyük kentlerde uygulama imkânı yoktur. Eski dönemlerde şehir nüfusunun on bini geçmemesi böyle bir sistemin uygulanmasına fırsat veriyordu. Bu nedenle M.Ö. Yunanlılar kölelerin, köylülerin, işçilerin, kadınların ve yabancıların söz hakkının olmadığı ancak “yurttaş” denilen seçkinler zümresinin bir araya gelerek yönetime ait kararları alabiliyorlardı.
Doğrudan demokrasinin en güzel örneğini “Asr-ı Saadette” peygamberimizden sonra Hz. Ebubekir’in (ra) halife seçiminde görmemiz mümkündür. Medine toplumunda kadınların da içinde bulunduğu 33 bin sahabenin doğrudan Hz. Ebubekir’e (ra) biat etmeleri doğrudan demokrasinin en güzel örneklerinden birisidir. Bu uygulama 30 sene devem etmiş nihayet hilafetin saltanata dönüşmesi ile sona etmiştir.
3.1.2 Temsilî Demokrasi: Yurttaşların siyasi haklarını doğrudan değil, seçtiği ve yetki verdiği, kendilerine karşı sorumlu olan temsilciler aracılığı ile kullandıkları yönetim şeklidir. Bu demokrasi kamu haklarını gözeterek Anayasa hâkimiyetini sağlayan “Liberal Demokrasi” ön gördüğü ilkeler doğrultusunda sosyal ve ekonomik farkları, gelir dağılımını düzenleyerek “Sosyal ve Ekonomik Demokrasi” adını alır.
Parlamenter demokrasi temsili demokrasidir. Halk milletin vekillerini seçer. Onlar da mecliste halkı temsil ederler ve halkın dileklerini ve problemlerini yansıtarak çözüm için yasalar çıkarırlar. Tabii ki bu sistemde milletvekilleri milletin vekilleri olmalıdırlar. Liderlerin seçtiği kişiler kendilerini halka karşı değil, liderlere karşı sorumlu hissederler. Bu nedenle milletvekillerinin millet tarafından seçilmesi için gereken düzenlemeler yapılmalıdır.
3.1.3 Yarı Doğrudan Demokrasi: Temsili demokrasinin biraz daha gelişmiş şeklidir. Bu sistemde “Referandum” sistemi getirilmiştir. Önemli Anayasa değişikliklerinde doğrudan halka gidilir. Yarı doğrudan demokrasi mümessillerin varlığını kabul etmekle beraber buna ilaveten bazı önemli kararları almada doğrudan halka sorulmasını esas alır.
Demokrasinin bu şekli gerçek demokrasiye temsili demokrasiden daha yakındır. Çünkü, halka fiilî hâkimiyeti bırakıyor, parlamentoya ve çoğunluğa sahip partilerin istibdadına engel olmaktadır. Böylece halk iktidarı önemli nispette tahakkuk etmiş oluyor. (Nizamu’l-Hükm fi’l-İslam, s. 50-55)
3.2 Demokratik Anayasa
Demokratik hukuk devletinin temel unsuru demokratik Anayasa’dır. Anayasa üstün iradeyi târif eden bir kitaptır. Üstün irade ise milletin iradesidir. Anayasayı aşmak ve anayasaya aykırı hareket etmek hiç kimse için mümkün değildir. bir defa dahi olsa Anayasayı ihlal etmek ve onun üstüne çıkmak demokrasiye ihanettir.
Demokrasinin amacı bireyin hukukunu korumaktır. Bu nedenle hak ve hukuk her şeyden önemlidir. Bu nedenle demokrasi haksızlığa alet edilemez. Demokrasinin temel ilkelerinden olan hürriyet iyiyi yapmak için vardır, kötüyü yapmak için hürriyet ve demokrasi alet edilemez. Dindeki marufu emretmek ve münkerden nehyetmek ancak demokrasinin sağladığı hürriyetle mümkündür. Süleyman Demirel “Hz. Peygamberin (sav) hak anlayışına insanlığın bu gün ve yarın erişebileceğini sanmıyorum” demiş ve “Veda Hutbesi”nin “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi”ne ilham kaynağı olduğunu ifade etmiştir.
“Emaneti ehline verebilmenin” “insanlar arasında adâletle hükmedebilmenin” mümkün olduğu rejimin adıdır demokrasi. “Hak arama yollarının sonuna kadar açık olduğu rejimin adıdır demokrasi. Bu da “kuvvet kanunda olmazsa istibdat tevzi edilmiş olur” kuralının hayata geçmesi ile mümkündür.
4. Demokratik Devlet
Prof. Bernard Shaw “Devlet muayyen bir ülkeye yerleşmiş bir millet karşısında muayyen bir hukuki yetkiyi kullanma hakkı olan ve sosyal bir heyeti ihtiva eden devamlı ve hukukî olan bir birliktir” (Nizamu’l-Hukm fi’l-İslam, s.4) demektedir. Çiçero da “Bütün cemiyet şekilleri içerisinde devletten daha mukaddes olan yoktur” demektedir.
Devletin önemi ve kutsiyeti insana dayanan, insanın refah ve saâdetini bütün boyutları ile konu alan bir kurum olmasından kaynaklanmaktadır. Devleti meydana getiren damlar değil, adamlardır.
Devlet, insanların birliğini sağlayan ve teşkilatlı yaşamasını temin eden bir unsurdur. (Bediüzzaman’ın Devlet Felsefesi, 230) Devleti oluşturan üç temel unsur vardır. Birincisi halk/millet, ikincisi ülke/vatan, üçüncüsü ise hâkimiyet/egemenliktir.
Bediüzzaman Said Nursi hazretlerine göre “devlet bir şahs-ı manevidir ve vatan büyük bir milli ailenin hanesidir.” (İşaratu’l-İ’câz, s. 112)
4.1. Halk/Millet: Bir milletin bir devleti oluşturması şart değildir. bir milletin çeşitli devletler kurması mümkün olduğu gibi, çeşitli milletlerin de bir devlet çatısını oluşturması mümkündür.
Millet muayyen bir toprak üzerinde yaşayan, birbirlerine müşterek bağlarla bağlanan ve aralarında dil, din, gelenek, tarih, kültür ve diğer unsurlarla birbirine bağlanan beşerî bir topluluktur. (Nizamu’l-Hukm, 302) Din, dil ve vatan unsuru bir araya geldiği zaman kuvvetli bir millet meydana gelir. Bu nedenle Bediüzzaman “Din, dil bir ise millet birdir” (Mektubat, 302) demiştir.
Devlet, siyasi ve hukukî bir organizasyondur ve bu organizasyon sayesinde bir insan topluluğu çeşitli kavimleri ve dilleri de temsil edebilir.
4.2. Ülke/Vatan: Devletin üzerinde salâhiyetlerini kullanabileceği toprak parçasıdır. Ancak ülke sadece toprağa münhasır değildir. Devletin sahillerini çizen deniz ülkesini ve sahil suları üzerindeki havayı da içine alır.
4.3. Hâkimiyet/Bağımsızlık: Buna siyasi güç ve kuvvet de denebilir. Devletin sahip olduğu yüksek yetkilere ve başka devletlere bağımlı olmamasında hâkimiyet denir. Hukuki bakımdan millete ve milletten devlete intikal eden şey, insan iradeleri üzerinde yüksek bir iktidarın varlığıdır hâkimiyet.
Devleti insan şeklinde maddi bir organizmadan ibaret gören Bediüzzaman Said Nursi hazretlerine göre “devlet bir şahs-ı manevidir ve vatan büyük bir milli ailenin hanesidir.” (İşaratu’l-İ’câz, s. 112) İşte böyle manevi bir şahsın hücrelerinden meydana gelen vücut ülkesinde bulunan ruhun hâkimiyetine de devletin hâkimiyeti adı verilir.
Hâkimiyeti ikiye ayırmak mümkündür. Birincisi iç hâkimiyet, ikincisi ise dış hâkimiyettir.
4.3.1 İç Hâkimiyet: Devlet içinde devletten üstün bir güç ve iktidarın olmamasıdır. Devletten daha güçlü bir unsur devletin hâkimiyet ilkesini şaibe altına sokar. Devletin hâkimiyeti ülkede yaşayan bütün fertleri kendisine bağlar. Devlet hâkimiyetini kanunlarla sağlar. Kanunların tatbiki ise devletin idarecileri, polisi ve mahkemeleri aracılığı ile yürütülür.
4.3.2 Dış Hâkimiyet: Devletin herhangi bir dış devlet ve iktidara tabi olmamasıdır. Devlet diğer devletlerle münasebetlerinde milletler arası hukuka tabidir. Buna hukuk dilinde “siyasal istiklal” adı verilir. (Nizamu’l-Hukm, 6)
Devletin dış tehdit, tehlike ve etkilere karlı koyucu ve içeride de organizasyonlarla düzenleyici fonksiyonları ve görevleri vardır. Böylece devlet bir gaye/amaç olmaktan çıkar, insanların ve vatandaşların refah ve saadetine hizmet eden bir vasıta olur. (Hürriyetin Alfabesi, Latif İslam, s. 97)
Kısacası devlet insanı odağına alan ve insanın maddi ve manevi korunmasını ve refahını sağlayan insandan ayrılmaz ve vazgeçilemez bir vasıtadır.