DP İçişleri Bakanı Namık Gedik Bediüzzaman Said Nursi'nin uzun yıllar her sabah namazından sonra öperek gözyaşı döktüğü 'Hilye-i Seadet' yazısını, 1959 yılında Başbakan Adnan Menderes'e dönemin İçişleri Bakanı Namık Gedik eliyle hediye ettiği ortaya çıktı.
13 Nisan 1960'ta içişleri eski bakanı Namık Gedik bir vasiyet yazar. Vasiyetin kahramanları Bediüzzaman Said Nursi ve Adnan Menderes'tir. Nur talebelerinin ezberini bozacak Namık Gedik vasiyeti
Namık Gedik ismi Nur Talebeleri arasında iyi bir isim olarak hatırlanmaz. Çünkü Bediüzzaman Hazretleri vefat etmeden birkaç gün önce Urfa'ya gelmiştir. İçişleri bakanı Gedik'in Said Nursi'nin bir an önce şehir dışına çıkarılmasını istediği hatta "çöp arabasına koyun" dediği ileri sürülür. Ancak Gedik'in 60 yıl önceki vasiyeti bu ezberi bozacak türden. Bediüzzaman, Gedik aracılığıyla Menderes'e hediye gönderdi.
Bediüzzaman Said Nursi'nin uzun yıllar her sabah namazından sonra öperek gözyaşı döktüğü 'Hilye-i Seadet' yazısını, 1959 yılında Başbakan Adnan Menderes'e dönemin İçişleri Bakanı Namık Gedik eliyle hediye ettiği ortaya çıktı.
Hayatına intihar ederek son verecek Gedik ile o dönem aralarının gergin olduğu bilinen Bediüzzaman'ın, Başbakan'a onun vasıtasıyla hediye göndermesi dikkat çekiyor. Nursi'nin hediyesini her sabah namazından sonra öpen Menderes, bunun ağırlığını taşıyamayacağını belirterek Gedik'ten, bunu iade etmesini istemiş. İşte bu olayı anlatan Gedik'in Bediüzzaman üst başlıklı, TBMM Özel logolu yazdığı vasiyet:
21 Aralık 1959'da Said Nursi'yi ziyaret ettim.
21 Aralık 1959'da, Bediüzaman Said Nursi'nin Ankara'da Beyrut palas otelinde bilakis ziyaret ettiğimde, Başvekilimiz Adnan Menderes'e hediye verilmesi için bana teslim edilmiş idi. Muhterem Said Nursi Hilye-i Seadet'in kısa hikayesi ile bana teslim etti.
Muhterem her sabah namazdan önce Hilye-i Seadet'i 3 defa öpüp alnına götürdüğünü her sabah Peygamberimize dua ettiğini, gözyaşlarının Hilye-i Seadet'in üzerine döküldüğünü, kendisi için bunun çok önemli olduğunu beyan etmiş bu emanetin bundan sonra Başvekilimiz Adnan Menderes'e emanet edilmesinin önemli olduğunu izah etmiş ve verilmek üzere bana teslim edilmiştir.
Menderes: Bunu taşımaya muktedir değilim
Başvekilimiz Adnan Menderes'e Said Nursi'nin hediyesi teslim edilmiş ve aylar sonra Başvekilimiz aynı uygulamalarla, sabah namazından önce Hilye-i Seadet'e, Peygamberimize dua ederek çok gözyaşı döktüğünü ama bunu taşımaya muktedir olmadığını, emanetin tekrar iade edilmesi için bana teslim etmiştir. Bende bu emaneti benim için çok önemli iki şahsiyetin gözyaşını döktüğü Hilye-i Seadet'i teslim etmemiş, korumaya almışımdır.
Çocuklarıma vasiyet:
İki önemli şahsiyetin, gözyaşları" Vasiyetimdir, bu Hilye-i Seadet gözyaşları ile yoğrulmuş içi Peygamber sevgisi ve aşkı ile tutuşmuş yanmış iki önemli şahsiyetin, gözyaşları ile yoğrulmuş bu emaneti gelecek nesillere anlatınız diye çocuklarıma vasiyet ediyorum.
13 Nisan 1960
Dahiliye Vekili Namık Gedik
Kaynak: Namık Gedik'in Nur talebelerinin ezberini bozacak Said Nursi vasiyeti
Bazı konular var ki, yıllar geçse de esrarını korur. Bunlardan biri de merhum Namık Gedik’in vahşiyane katledilişi ve şahsiyeti hakkındaki yanlış bilgiler. Gedik dindar bir ailenin çocuğu idi. Tevfik İleri onu mutekid olarak nitelemiştir. Bediüzzaman’ın Emirdağ Lahikası’nda Ezan-ı Muhammedi’nin aslına çevrilmesi konusunda destek vermek ve Risale-i Nur’un basım müsaadesi için Ankara’ya ziyareti ile ilgili yazdığı bölüm dikkat çekici.
Bu bölümde İslam’a ciddi taraftar olarak tavsif ettiği Namık Gedik’in ismini sitayişle 3 kez zikreder. Bir nevi onun başına gelecek felaketi hissedercesine. Aradan 9 yıl geçer. 1960 cuntasal darbe öncesi ülkeyi kaosa hazırlayan çevreler ortalığı toz dumana katarlar. Bakan Gedik, o sırada Üstadın anide Urfa’yı ziyareti sırasında CHP provakatörlerinden çekinerek emirler yağdırır. İşte o hengamede bu konuyu konuşmak için Gedik’i ziyaret eden DP’li Gıyaseddin Emre hem bu menfi tutuma son verilmesini ister hem de darbe ihbarını haber verir. Ama bakan dinlemez.
Ama Bakan Gedik korkuların etkisinde “Çok kalabalık olacak. Hadiseler olacak. Görmüyor musun Halk Partisi mensuplarını yaptıklarını” diyerek tutumunu değiştirmez. Bu olaydan biraz önce Nur talebelerine karşı yapılan baskılar sebebiyle üstadın Ocak ayında yazdığı mektuplarda bundan şikayet eder. Birkaç ay sonra üstadın ani Urfa ziyareti üzerine İçişleri Bakanlığı emir yağdırır. Urfa emniyet yetkilileri de üstadın ikamet yeri olan Emirdağ’a dönmesi için ısrarla eder. (N. Şahiner, Son Şahitler, 3: 279.) Nur talebeleri ise üstadın hasta olduğunu söylediğinde Zübeyir Gündüzalp abimizin ifadesine göre emniyet yetkilileri "Ambulans tahsis edelim onunla götürün” teklifinde bulunduğunu ifade etmiştir. Zübeyir Abi çöp arabası iddiasının ise sonradan uydurulmuş olduğunu “Bu Nur talebeleri ile Demokratların arasını açmaya matuf bir uydurma olsa gerek” demiştir.
Nur talebesi ehl-i tahkiktir. Konuları derinlemesine inceler ve konuşur veya yazar. Bu meselenin doğrusu budur. Zübeyir Abi’den daha iyi kaynak mı olur? Çok yazık.
Gelelim Gedik’i sonuna. 2000’lerin hemen başında İskenderun’da Madenli Köyü’nün eski muhtarı Edip Yangın gazeteci bir kardeşimize mektup yazıp ilk kez Gedik’in katledildiğinin şahidi olarak ifşaatta bulunur. 27 Mayıs darbesi gecesi kendisinin de tutuklandığını anlatan Yangın, Namık Gedik’in bulunduğu katta hatta kaldığı odaya götürüldüğünü belirtir. Ve Gedik’e ağır işkenceler yapıldığını ilk kez açıklar. O işkenceler sonrası Gedik’in diz ve dirsekleri üzerinde sürüklenirken gördüğünü belirtir. İhtilalin üçüncü gününde de izbandut gibi iki adamın gelip onu pencereden attıklarını anlatır. Bu canavarca olayın bir başka şahidi ise 27 Mayıs darbesi sırasında Tank Okulu’nda Yedek Subay olan Yozgatlı Fehmi Yücel.
2008 tarihinde bir dergiye verdiği röportajda Namık Gedik’in pencereden atılarak katledildiğini bütün detayı ile anlatır. Ve ona yapılan iğrenç muameleleri de. Bu durumda 27 Mayıs’ın şehidi 3 değil 4’tür. Şehadet tarihi ise 30 Mayıs 1960. Cenab-ı Allah günahlarını af etsin.
Sonuç
1911’de İstanbul’da doğan Namık Gedik Demokrat Parti hareketinin kurucuları arasındaydı. 9. 10. ve 11. dönem seçimlerinde Aydın Milletvekili olarak meclise girdi. Hekimlik ve başhekimlik yaptı. Adnan Menderes’in son kabinesinde İçişleri Bakanı olarak görev aldı. 1960 askerî ihtilalde tutuklandı.
Üstad Bediüzzaman ömrünün sonuna doğru Ankara’ya gelmiş, “İslâmiyete ciddî taraftar” olarak nitelendirdiği Dahiliye Vekili Namık Gedik’i görmek ve “İslâmiyetin kahramanı” olarak vasıflandırdığı Adnan Menderes’e ve Tevfik İleri’den Risale-i Nur’un neşrine müsaade etmeleri ve Ayasofya’nın tekrar ibadete açılması talebinde bulunmuştur.
Hz. Üstad'ın Namık Gedik, Adnan Menderes ve Tevfik İleri hakkındaki o mektubu şöyledir:
“Bismihi Subhanehu.
Ankara’ya bu defa geldiğimin mühim bir sebebi, İslâmiyete ciddî taraftar Dahiliye Vekili Namık Gedik’i görmek ve İslâmiyetin kahramanı olan Adnan Beye ve Tevfik İleri gibi mühim zatlara bir hakikatı söylemektir ki: Hem Demokrata Ezan-ı Muhammedî gibi çok kuvvet vermek ve Risâle-i Nur’un neşrine müsaadesi gibi çok taraftar olmak ve âlem-i İslâmı, hattâ bir kısım Hıristiyan devletlerini de memnun etmek için, Ayasofya’yı muzahrafattan temizleyip ibadet mahalli yapmaktır. Bu ise, bu mesele için otuz sene siyaseti terk ettiğim halde, bu nokta hatırı için Namık Gedik’i görmek istedim ve geldim. Adnan Bey, Namık Gedik ve Tevfik İleri gibi zatların hatırı için başka yere gitmedim." (Emirdağ Lâhikası, s. 449; Beyanat ve Tenvirler, s. 249.)
Tarihçi Latif SALİHOĞLU Yeni Asya Gazetesindeki bir yazısında Namık Gedik’ hakkında şöyle bilgi verir:
Yakın tarihimizin en tartışmalı ve en muammalı isimlerinden biri hiç şüphe yok ki, Demokrat Partili Namık Gedik’tir. Gedik, 27 Mayıs Darbesi (1960) olduğunda Demokrat hükûmetin İçişleri Bakanıydı. Darbeciler, diğer mazlûm ve mağdur siyasiler gibi Gedik’i gözaltına alıp işkenceden geçirdiler. Bir farkla ki, ona daha çok işkence çektirdiler: Düşünceye, bayılıncaya, hatta ölünceye kadar, işkencenin hemen her türlüsünü uyguladılar.
Can çekişmesi esnasında ise, yarın-öbür gün hesap vermemek için -intihar süsü verilerek- tutuklu bulunduğu Ankara Harp Okulunun yüksek penceresinden aşağıya attılar; onu vahşice katlettiler.
Bütün bu olup bitenlerin görgü şahidi, DP İskenderun İlçe Başkanı Edip Yargın. Yargın, bu cinayeti yüksek sesle lânetlediği için, o da bayıltılıncaya kadar vuruldu, tekmelendi, ağzı burnu kan-revân içinde bırakıldı.
Netice itibariyle, Namık Gedik, bir şehid-i mazlûm olarak göçüp gitti bu dünyadan: Ona otopsi bile yaptırılmadı, kırıklar ve morluklar içindeki cesedi ailesine gösterilmedi, çöp arabasıyla taşınan cenazesi Karşıyaka Mezarlığındaki bir çukura defnedildi. Mezar yeri bile hâlâ belirsiz, meçhûl durumda.
Namık Gedik hakkında “Bediüzzaman’ın çöp arabasına koyun gönderin” iftirasını maalesef en az darbeciler kadar Demokratlardan nefret eden Eşref Edib yaymıştır. Bu insanlık dışı cinayetin ardından kendince bir hikâye uydurdu. Hikâyesinin omurgasını zalim, gaddar ve yalancı darbecilerin “Gedik, intihar etti” yalanına dayandırdı. Tercihini bu yönde yaptı.
Oysa, Eşref Edib, Üstad Bediüzzaman’ın dostu ve iman kardeşiydi. Fakat “siyasette kardeş değil”di. Bundan dolayıdır ki, Bediüzzaman Hazretlerinin “Namık Gedik, bize hakiki dost ve İslâmiyette ciddî taraftardır” sözüne hiç kulak asmadı. Tam aksi yönde gitti ve Namık Gedik hakkındaki türlü yalan ve iftiralara vicdanları titreten yeni yalanlar ekleyerek şu uydurma hikâyeyi piyasaya servis etti: “İntihar eden Namık Gedik, 1960 yılı Mart ayı sonlarında Urfa’da ölüm döşeğinde yatan Said Nursî’nin derhal oradan çıkarılmasını, gerekirse çöp arabasıyla alınıp götürülmesini emretmişti. Aynısı onun başına geldi. Cesedi çöp arabasıyla taşındı” dedi.
Eşref Edib, hem gaddar, hem sahtekâr olan darbecilerin “İntihar etti” şeklindeki yalanına nasıl inandı, niçin itibar etti, anlaşılır gibi değil... Siyâseten Necip Fazılların, Eşref Ediblerin çizgisinde yayın yapan Yeni Şafak gazetesi, geçenlerde (13 Nisan 2015) Üstad Bediüzzaman ve Namık Gedik ile bağlantılı bir belge yayınladı.
Belgeli haberin metninde ise, ne yazık ki Eşref Edib’in düştüğü aynı hataya düştü; bunu belki de kasten yaptı, bilemiyoruz. Y. Şafak, bu konuda şahitli, ispatlı, tesbitli olarak defalarca dile getirdiğimiz bir gerçeği de hiç nazar-ı itibara almayarak ve hiç ihtiyat payı dahi bırakmayarak, o da aynen darbeciler ve E. Edip gibi “Namık Gedik’in intihar ettiği” yönünde ifadeler kullandı.
Bununla da yetinmeyen gazete haberinde, ayrıca Namık Gedik ile Said Nursî’nin aralarının “gergin” olduğunu delilsiz şekilde iddia etti. Söz konusu haberde, bize göre tek itimada şâyân nokta, Said Nursî’yi ziyaret eden Namık Gedik’in “Hilye-i Saadet”ten bahseden 13 Nisan 1960 tarihli “TBMM Özel” antetli belgeydi.
Bu orijinal belgede, şu ibretlik ifadeler yer alıyordu: “Bu Nur’un 21 Aralık 1959'da, Bediüzzaman Said Nursî'nin Ankara'da Beyrut Palas Otelinde ziyaret ettiğimde, Başvekilimiz Adnan Menderes'e hediye verilmesi için bana teslim edilmiş idi. Muhterem Said Nursî Hilye-i Saadet'in kısa hikâyesi ile bana teslim etti. Muhterem, her sabah namazdan önce Hilye-i Saadeti 3 defa öpüp alnına götürdüğünü, her sabah Peygamberimize duâ ettiğini, gözyaşlarının Hilye-i Saadetin üzerine döküldüğünü, kendisi için bunun çok önemli olduğunu beyan etmiş, bu emanetin bundan sonra Başvekilimiz Adnan Menderes'e emanet edilmesinin önemli olduğunu izah etmiş ve verilmek üzere bana teslim edilmiştir... Başvekilimiz Adnan Menderes'e Said Nursî'nin hediyesi teslim edilmiş ve aylar sonra Başvekilimiz aynı uygulamalarla, sabah namazından önce Hilye-i Saadete, Peygamberimize duâ ederek çok gözyaşı döktüğünü, ama bunu taşımaya muktedir olmadığını, emanetin tekrar iade edilmesi için bana teslim etmiştir. Ben de bu emaneti benim için çok önemli iki şahsiyetin (Bediüzzaman ve Menderes) gözyaşını döktüğü Hilye-i Saadet'i teslim etmemiş, korumaya almışımdır. Vasiyetimdir: Bu Hilye-i Saadet, gözyaşları ile yoğrulmuş, içi Peygamber sevgisi ve aşkı ile tutuşmuş yanmış iki önemli şahsiyetin, gözyaşları ile yoğrulmuş bu emaneti gelecek nesillere anlatınız diye çocuklarıma vasiyet ediyorum.” (Dahiliye Vekili Namık Gedik)
Böylesine imanı kuvvetli bir şahsiyetin intihar ettiğine inanmak, hele hele darbecilerin beyanını doğru kabul ederek inanmak, doğrusu bize pek tuhaf geliyor.
Rabbim ona, Menderes’e ve Bediüzzaman’a rahmet eylesin.