SİYASET
19.5.2024 21:32

Ehl-i Beyt Kimlerdir

Mehmet Ali Kaya
Mehmet ALİ KAYA
Ehl-i Beyt Kimlerdir

Kur’ân-ı Kerim peygamberimizin (sav) ev halkını kastederek “Evlerinizde oturun. Câhiliye âdetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın, namazınızı kılın, zekâtınızı verin, Allah’a ve Resulüne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden ricsi gidermek ve sizleri tertemiz yapmak istiyor” (Ahzap, 33:33.) buyurur.

Ev halkı anlamına gelen bu kelime dini literatürde Hz. Peygamberin (sav) ev halkı için kullanılan bir terimdir. “Ehl-i Beyt” denilince “Peygamberimiz (sav) Hz. Fâtıma, Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (ra)” anlaşılır. Yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde Hz. İbrahim’in (as) ve Hz. Musa’nın (as) ev halkına da “Ehl-i Beyt” tabiri ile hitap etmiştir. (Hud, 11:73; Kasas, 28:12.)  

Kur’ân-ı Kerim peygamberimizin (sav) ev halkını kastederek “Evlerinizde oturun. Câhiliye âdetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın, namazınızı kılın, zekâtınızı verin, Allah’a ve Resulüne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden ricsi gidermek ve sizleri tertemiz yapmak istiyor” (Ahzap, 33:33.) buyurur. Bu ayette yüce Allah genel olarak peygamberimizin (sav) ev halkına hitap etmiştir. Hz. Ali (ra) Cemel Vak’asından sonra Hz. Aişe’yi (ra) esir aldığı zaman bu ayeti kendisine hatırlatmıştir. Hz. Aişe (ra) da “Ya Ali! Ne olur bana serzenişte bulunma. Ben bu ayeti bu manada sanki hiç okumamışım. Ne yapalım kader! Şayet sizin gibi anlamış olsaydım hiç evimden çıkar mıydım?” diye özür beyan etmiştir.

Hz. Peygamberin (sav) “Ehl-i Beytinden” ne kastedildiği konusunda ihtilaf vardır. Bir kısım bilginler “Ehl-i beyte peygamberin tüm hanımları dâhildir” derken bir kısım bilginler de Hz. Peygamber ile beraber neslini devam ettiren “Hz. Ali (ra) Hz. Fâtıma (ra) Hz. Hasan (ra) ve Hz. Hüseyin’e (ra) hastır” demişlerdir. (Müslim, 2: 751-752; Hadis No:1873) Ehl-i Beyti hayırla anmak ve selât-ü selam getirmek Müslümanlar için dini bir vecibedir. (Müsned-i Ahmed, 6:323)

Mevdudi Kur’ân-ı Kerimde “Ey peygamber hanımları!” şeklindeki hitaba dikkatleri çekerek ehl-i beytin peygamberin tüm hanımlarına şamil olduğunu belirtir. (Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’ân, 1983-İst, 4:370) Bu umumi tarif içinde hususi olarak Hz. Ali (ra) ve Hz. Fâtıma (ra) nesline ait olduğu da bir gerçektir. Nitekim bu konuda çok sahih ve sağlam hadisler mevcuttur. Bilhassa “Gadir-i Hum hadisi ile Sakaleyn hadisi” (Müslim, Fadâilü's-Sahâbe, 36; Ebd Dâvûd, Menâsik, 56; Tirmizî, Menâkıb, 32; Nesaî, Hasâis, 15; İbn Mâce, Mukaddime, 11; Menâsik, 84; Hâkim, Müstedrek, III, 109; Ahmed b. Hanbel, II, 114, IV, 367; İbn Kesir, el-Bidâye, IV, 414) bunu ispat etmektedir. Bu hadislerinde peygamberimiz (sav) “Size iki şey bırakıyorum. Onlara sıkı sarıldıkça hiçbir zaman sapıtmazsınız. Biri Allah’ın kitabı, diğeri ise ehl-i beytimdir.

Şia ise Ehl-i beytin imamları olarak Hz. Fatıma evlatlarından “Ehl-i Beytin Temsilcileri” olarak on iki imamı kabul etmişlerdir. Bunlar da “Hz. Ali, Hz. Hasan Hz. Hüseyin, Ali Zeyne'l-Abidin, Muhammed el-Bâkır, Câfer-i Sâdık, Musa el-Kâzım, Ali er-Rıza, Muhammed el-Cevad, Ali el-Hâdî, Hasan el-Askerî, Muhammed el-Mehdi” olarak kabul edilmiştir.

Hz. Muaviye’den (ra) sonra Emevi saltanatını kuran Yezid’in bu saltanatını takviye etmek için Ehl-i Beyt’in temsilcisi olan Hz. Hüseyin’i (ra) 681 yılında Kerbelâ’da şehit etmesinden sonra Türkistan’a göç eden Hz. Peygamber (sav) in torunları lehinde Horosan ve Maveraünnehir bölgelerinde geniş bir kamuoyu meydana geldi. Yezid tarafından mağdur edilen, mazlum ehl-i beytin imamlarına, daima mazlum ve mağdurların yanında yer alan Türkler arasında büyük bir rağbet oluştu.

Türkistan’a gelen Ehl-i Beyt imamlarının Türkler arasında İslam’ın yayılmasına da büyük katkıları olmuştur. Bilhassa Samarra’da ikamete mecbur tutulan imamlar sade bir dille İman ve Kur’an hakikatlerini anlatarak büyük bir sevgi ve saygı kazanmışlardır. Hatta Yusuf Has Hacip “Kutatgu Bilig” eserinde Ehl-i Beyt’in imamlarına saygı ve sevgide kusur etmemeleri konusunda tavsiyelere yer vermektedir. “Peygamberin nesline hürmette bulunasın. Bunlara hürmet edersen devlet ve saâdete kavuşursun. Bunları gönülden sev ve yardımda bulun. Bunlar ehl-i beyttir, peygamberin uğurudur. Ey kardeş! Sen de onları peygamberin hakkı için sev” (Yusuf Has Hacip, Kutatgu Bilig, TTK Yay. Ankara–1988 Çev. Reşit Rahmeti ARAT, 313) ifadeleri ona aittir.

Daima peygamber sünnetini esas alan Türkistan Pîrlerinden Hoca Ahmed YESEVÎ de sohbetlerinde ve “Divan-ı Hikmet” isimli eserinde “Ehl-i Beyt Sevgisini” işlemiş ve talebelerini bu sevgi üzere yetiştirmiştir. Çünkü peygamberimiz (sav) “Çocuklarınızı Kur’an öğretmek, peygamber ve ehl-i beyt sevgisi vermek sureti ile terbiye ediniz” (C. Suyuti, Camiu’s-Sağîr, YAN, İstanbul–2002, 1:114) buyurmuşlardı. Bunu en güzel şekilde Türklerin yaptığı tarihçe sabittir.

Ehl-i Beyt’ten Hz. Hasan (ra) neslinden gelenlere “Seyyid” Hz. Hüseyin neslinden gelenlere ise “Şerif” ismini veren Türkler onlara gereken saygıyı her zaman muhafaza etmişlerdir. Selçuklular ve Osmanlılar Seyyid ve Şeriflere icazetler vererek gereken sevgi ve saygıyı daima göstermişlerdir. 1400 yılında Yıldırım Beyazıd “Nakıbu’l-Eşraf Dairesi” adı altında bir müessese kurdurarak başına Bağdatlı Seyyid Ali Natta’yı getirtmiş ve Osmanlı Devleti bünyesinde tüm Seyyid ve Şeriflerin kayıtlarını tutturarak “Şecere-i Tayibe” defteri oluşturup maaş bağlamıştır.

Ehl-i Beyt içinde “Şâh-ı Velâyet” “Sultanu’l-Evliyâ” namı ile meşhur olan Hz. Ali (ra) daha fazla sevilmiştir. “Haydar-ı Kerrar” ve “Şâh-ı Merdân” unvanlarını da ilmi ve şecaatı ile hak eden Hz. Ali (ra) nin sevgisi gönüllerde daha fazla rağbete mazhar olmuştur. Hz. Ali (ra) cengâver ruhlu olan Türk Alp’leri, Yeniçerilerin, Akıncıların ve Gazileri için de örnek olmuştur. Hz. Ali (ra) neslinden gelen Seyid Battal Gazinin Anadolu’yu Müslümanlara açan halk kahramanı olmasının da bu sevgide rolü çok büyüktür. Peygamberimizin (sav) bir hadislerinde Hz. Ali (ra)yi övmek için söylediği “Lâ Fetâ İllâ Ali, ve Lâ Seyfe İllâ Zülfikâr” (Ali gibi genç, Zülfikar gibi kılıç yoktur) hadisi Yeniçeri Ocağının sembolü haline gelmiştir.

Bu hadisten ve Hz. Ali (ra) sevgisinden kaynaklanan birçok müesseseler de kurulmuştur. Bu müesseselerin başında “Fetâ” kelimesinden yola çıkılarak “Fütüvvet” ve “Ahîlik” gibi teşkilatlar kurulmuştur. Fütüvvet Hz. Ali (ra) ın kahramanlığını ve mertliğini esas alan bir teşkilattır. Ahîlik ise peygamberimizin (sav) Medine’de Ensar ve Muhacir arasında kardeşlik tesis ettiği zaman Hz. Ali’yi (ra) kendisine kardeş olarak seçmesini esas almıştır. Böylece Hz. Peygamber (sav) ve Hz. Ali (ra) ın hayatı din ve iman ile özdeşleşmiştir. Mevlâna Celaleddin-i Rûmi “Mesnevi”sinde hep bu iki din temsilcisini örnek gösterirken, Şeyh-i Ekber Muhiddin-i Arabî gibi allameler, Yunus Emre ve Niyazi Mısrî gibi mutasavvıflar hep Hz. Ali (ra) ve “Ehl-i Beyt Muhabbetini” esas almışlardır.  

Bediüzzaman Said Nursi hazretleri de “Risale-i Nur mesleğine Ehl-i Beyt muhabbeti esastır” (Emirdağ Lahikası, 200; Hizmet Rehberi, 1993, s.98)  der ve ehl-i beytin muhabbetini esas alır. Bunun için Ehl-i Beyt muhabbetini esas alan Alevî kardeşlerimizin bu noktada nur talebeleri ile ehl-i küfre karşı birlik içinde olmalıdırlar. “Ehl-i Beytin” esas davası olan iman ve Kur’an davasına da beraberce sahip çıkmaları gerekir. Ehl-i Sünnet ile Alevi kardeşlerimizin ortak noktası “Ehl-i Beyt Sevgisi” ve onların temsil ettiği iman ve Kur’an davasıdır. Kur’ana hizmet dava eden kardeşlerimizin bu ortak hedefte buluşarak ihtilafımızdan istifade etmek isteyen zındıka ve misyonerlik adı altında gizli emeller peşinde koşan vatan ve din düşmanlarının tüm oyunlarını bozacağına gönülden inanıyoruz.

Youtube Kanalıma Abone Olun!

Düzenli olarak paylaştığımız videoları kaçırmayın.

Abone Ol