SİYASET
17.3.2024 7:37

Ehven-i Şer Ölçüsü

Mehmet Ali Kaya
Mehmet ALİ KAYA
Ehven-i Şer Ölçüsü

Yüce Allah bu dünyada hayrı ve şerri birbirine katıp karıştırarak bir imtihan meydanı açmıştır. Bu nedenle kâinatta ve sosyal hayatta mutlak hayır ve mutlak şer çok azdır. Genel olarak hayır ve şer arasında “ehven-i şer” bütün her şeyi kapsamaktadır.

Yüce Allah bu dünyada hayrı ve şerri birbirine katıp karıştırarak bir imtihan meydanı açmıştır. Bu nedenle kâinatta ve sosyal hayatta mutlak hayır ve mutlak şer çok azdır. Genel olarak hayır ve şer arasında “ehven-i şer” bütün her şeyi kapsamaktadır. Dolayısıyla ehven-i şer mutlak şerden koruyan ve mutlak hayra insanı sevk eden ve hayatın bütününü kapsayan genel bir kural ve doğru bir metottur.  

Mutlak hayır farzlar ve mutlak şerler haramlardır. Bu ikisi arasında pek çok şer ve hayır sayılan hususlar vardır ki bunlar ehven-i şer olarak kabul edilen hususlardır. Yine aynı şekilde hukuk kuralları içinde mutlak hayır olan adalet ve mutlak şer olarak kabul edilen zulüm arasında izafi olarak adalet sayılan ve insanları şerlerden koruyan hususlar vardır ki bunlar da ehven-i şer ve adalet-i izafiye æolarak kabul edilmişlerdir. Bediüzzaman bu nedenle “Ehven-i şer bir adalet-i izafiyedir” (Münazarat, 1993, s.39) demektedir. Sahabeler “Adalet-i mahzanın tatbiki mümkün olmayan şeylerde adalet-i nisbiye esası üzerine içtihat ederek bir nevi ehvenüşşerri ihtiyar etmişlerdir. (Mektubat, 2004, s.89)

Bediüzzaman İslam bilginleri ve hukukçularının “Ehven-i şer” prensibini benimsediklerine dikkatleri çektikten sonra “Şerr-i cüz’î için hayr-ı kesiri tazammun eden emri terk etmek, şerr-i kesiri işlemek demektir. Ehvenüşşeri ihtiyar elzemdir” (Muhakemat, 2006, s.47) buyurarak bu kuralın geçerli ve doğru bir kural olduğunu ifade eder. Kangren olmuş parmağı kesmek, cihada asker sevk etmek, sıkıntı ve musibetlere giriftar olanları kurtarmak ve kötü alışkanlıklardan insanları kurtarmak için genellikle “ehven-i şer” prensibi uygulanır ve çoğu zaman ancak bu şekilde hayra ve iyiye ulaşmak mümkün olur.

Osmanlı’nın son döneminde İslam Hukuku’nu yasalaştırma çalışmaları yapılmış ve “Mecelle-i Ahkâm-ı Sultaniye” adı altında toplanmıştır. İlk yüz maddesi “Genel Kurallar”dan oluşturulmuştur. Bu genel kurallardan “Zaruretler haram olan bir şeyi mubah kılar” (Madde-21) “Zaruretler kendi miktarınca takdir olunur” (Madde-22) aksi takdirde zaruret sınırı aşılmış olur. “İki kötülükle karşı karşıya kalınırsa daha hafif olanı işlenerek büyüğünün çaresine bakılır.” (Madde-28) “Daha şiddetli zarar, daha hafif olan zararla izale olunur.” (Madde-27) ve nihayet “Ehvenişşerreyn ihtiyar olunur” (Madde-29) şeklinde genel kural haline getirilmiştir.

Ehven-i şer kuralı ticari, sosyal, siyasi bütün meselelerde tatbik edilecek bir kuraldır. Mecellenin 31. Maddesi de “Zarar alâ bikaderi’l imkan def olunur” demektedir. Bediüzzaman Said Nursi hazretleri “ahlâk-ı islamiyenin bozulmasını” dikkate alarak itikat, ibadet ve ahlakın zaafa uğradığı bu zamanda dünya menfaati esas alınmadan siyaset yapılamayacağını ifade eder. Bu durumda da din siyasete alet edilerek din duygusu üzerinden dünya menfaati takip edilecektir. Bu ise dini dünya amacı için kullanmayı netice vermektedir.  

Siyaseti amacına uygun yapmak gerekir. Bu da temel hak ve hürriyetlerin önünü açmak, adaleti temin etmek, şahısların keyfi yönetimi yerine kanun hâkimiyetini sağlamak ve bunun için de adil kanunları yapmak ve halkın refah ve saadetini temin edecek olan ekonomik tedbirleri almak şekliden özetlenebilir.

Varlıkta gerçek hakikatler genellikle azdır. Bunlara hakâik-ı hakikiye denilmektedir. Mutlak hayır ve mutlak şer az olmakla beraber hayır ile şer arasında nisbî olan binlerce hakikatler vardır ki bunlara “hakaık-ı nisbiye” adı verilmektedir. Bediüzzaman Said Nursi hazretleri “Hakaık-ı nisbiye denilen şeyler, kâinatın eczası arasında bulunan rabıtalardır. Ve kâinattaki nizam, ancak hakaık-i nisbiyeden doğmuştur. Ve hakaik-ı nisbiyeden kâinatın envâına bir vücûd-u vâhid in’ikâs etmiştir. Hakak-ı nisbiye büyük bir ölçüde hakaık-ı hakikiyeden çoktur. Hatta bir zatın hakaık-ı hakikiyesi yedi ise hakaık-ı nisbiyesi yediyüzdür. Binaenaleyh kubh ve şerde şer varsa da kalildir. Malumdur ki, şerr-i kalil için hayr-ı kesir terk edilmez. Terk edilirse şerr-i kesir olur. Zekât ve cihadda olduğu gibi. Evet ‘eşya zıddı ile bilinir’ meşhur kazıyeden maksat, bir şeyin zıddı o şeyin hakaık-ı nisbiyesinin vücud veya zuhuruna sebeptir. Meselâ kubh olmasaydı ve hüsünlerin arasına girmeseydi, hüsnün gayr-i mütenâhî olan mertebeleri tezahür etmezdi” (İşaratu’l-İ’câz, 2006, s. 51) buyurarak “ehven-i şer” ölçüsünün dayandığı temelleri izah etmiştir.

Evet, mevcudatta ve sosyal hayatta bulunan nisbî hakikatler ehven-i şerri gerekli kıldığı için ehven-i şer bir adalet-i izafiye olup şer değil hayırdır ve iyidir. Hayatın pek çok hükümleri ehven-i şer kuralına göre verilir ve ehven-i şer gerçekte şer değil, hayra giden ve götüren vasıta ve yoldur. Mutlak hayra ulaşmak ancak ehven-i şer yolundan gitmekle mümkündür.

Youtube Kanalıma Abone Olun!

Düzenli olarak paylaştığımız videoları kaçırmayın.

Abone Ol