Fazilet “artı meziyet ve üstünlük” demektir. Noksanlığın zıddıdır. İnsanın normal insanlardan ve normal insani değerlerden fazlası ile vasıflanmasıdır. Başkalarından üstün ve imtiyazlı olmasını sağlayan yüksek değerler, ahlakî ve insanî meziyetlere sahip olmaktır. Zıddı ise rezilettir.
Fazilet “artı meziyet ve üstünlük” demektir. Noksanlığın zıddıdır. İnsanın normal insanlardan ve normal insani değerlerden fazlası ile vasıflanmasıdır. Başkalarından üstün ve imtiyazlı olmasını sağlayan yüksek değerler, ahlakî ve insanî meziyetlere sahip olmaktır. Zıddı ise rezilettir. Rezilet olmazsa fazilet bilinmez. Zira her şey zıddı ile bilinir.
Kur’ân-ı Kerîm’in genelinde adalet, itidal, hoşgörü, doğruluk ve dürüstlük, azim ve sebat, ülfet, kardeşlik ve dostluk, sevgi ve dayanışma, barışçılık, cömertlik, tövbe, tevekkül, kanaatkârlık, itaat ve teslimiyet, hikmet, hayırda yarışma, güler yüzlülük, ölçü ve tartıda dürüst davranma, selâmlaşma, ağırbaşlılık, cesaret ve kahramanlık gibi birçok faziletli tutum ve davranış üzerinde durulmuştur. Ayrıca bazı âyetlerde özellikle faziletlerin işlendiği görülür. Meselâ Âl-i İmrân sûresinde (3:133-135.) Kur’an’ın temel fazilet olarak ısrarla vurguladığı takvâya sahip olanlardan bahsedilirken bunların başlıca nitelikleri şöyle sıralanır: “Bollukta da darlıkta da mallarını Allah için harcarlar, öfkelerine hâkim olurlar, insanları bağışlarlar, kötülükte ısrar etmezler.” Bu âyetlerde cömertlik, hilim, affetme ve tövbe erdemlerinin yer aldığı görülür. Bakara sûresinin bir âyetinde (2:177.) Kur’an’ın diğer bir temel ahlâk kavramı olan birrin kapsamı içinde iman, ibadet ve hayır severlik konuları yanında ahde vefa, sabır, metanet doğruluk ve takvâ faziletlerine işaret edilir.
Hadis mecmualarında çeşitli faziletlere dair pek çok hadis bulunmaktadır. Özellikle “Kitâbü’l-Edeb” ve “Kitâbü’l-Bir” başlıklı bölümlerin ağırlıklı konuları arasında ana babaya itaat, hısım akrabayı ziyaret, sıla-i rahim, kardeşlik, dostluk, sevgi, dayanışma ve yardımlaşma, insanlarla iyi geçinme, doğru sözlülük, adalet ve ihsan, misafirperverlik, hayâ, vera‘ ve takvâ, tövbe, tevekkül, tevazu, hilim, sabır, şükür gibi ahlâkî faziletler de yer alır. Tahâret, zekât, ticaret, hibe, cihad, zühd, rekāik, istîzan, selâm, imâre gibi konulara dair bölümlerde de bu faziletler hakkında hadisler nakledilmiştir. Ayrıca geçmiş peygamberler, Hz. Muhammed, (asm) Ebû Bekir, Ömer, Osman ve Ali (ra ecmain) ile diğer sahâbîlerin ahlâk ve şahsiyetlerinin tanıtıldığı “fezâil” veya “menâkıb” başlığını taşıyan bölümlerde İslâm ahlâkında fazilet sayılan niteliklere dair önemli bilgiler bulunmaktadır. Bunun yanında ameller, vakitler, şahıslar, şehir, ülke ve milletlerin faziletlerine dair müstakil kitaplar da kaleme alınmıştır.
Felsefî literatürün dışındaki ilk dönemlere ait İslâmî kaynaklarda fazilet kelimesi “ahlâkî erdem” anlamında nâdiren kullanılmıştır. Meselâ İbnü’l-Mukaffa‘ın “Edebü’l-Kebîr”inde bu anlama yakın bir konumda birkaç defa geçmektedir. Bu kaynaklarda ahlâkî faziletleri topluca ifade etmek üzere daha ziyade “mehâsin” ve “mekârim”, rezîletler için de “mesâvî” ve “mesâlib” kelimeleri kullanılmıştır. Câhiz’in “el-Meḥâsin ve’l-Ezdâd” İbrâhim b. Muhammed el-Beyhakî’nin “el-Meḥâsin ve’l-Mesâvî” Ahmed b. Hüseyin el-Beyhakî’nin “el-Âdâb” Muhammed b. Ca‘fer b. Sehl el-Harâitî’nin “Mekârimü’l-Ahlâk ve Meʿâlîhâ” adlı kitapları bu tür eserlerden bazılarıdır.
Belli başlı ahlâk kitaplarında dört temel fazilet altında ayrıca diğer bazı faziletler sıralanarak bir tasnif yoluna gidilmişse de bu tasniflerde gerek faziletlerin sayısı gerekse adlandırılması konusunda uyumsuzluklar bulunmaktadır. Bu durum, fazilet ve rezîletleri sınırlamanın ve belli kategorilerde toplamanın imkânsızlığından kaynaklanmaktadır. Bazı geç dönem ahlâk müellifleri ise dört temel fazilet anlayışını tamamen terketmişlerdir. Meselâ Hüseyin Vâiz-i Kâşifî’nin “Aḫlâḳ-ı Muḥsinî” adlı eserinin tamamına yakın kısmında geleneksel İslâm ahlâkındaki kırk fazilet; Celâlzâde Mustafa Çelebi’nin siyaset ahlâkı ağırlıklı “Mevâhibü’l-Hallâk fî Merâtibi’l-Ahlâk”ında elli civarında fazilet ile bazı rezîletler, Bostanzâde Yahyâ Efendi’nin “Mir’âtü’l-Ahlâk”ında ise yirmi dört fazilet incelenmiştir. (TDV İslam Ansiklopedisi, Mustafa ÇAĞRICI, Fazilet, 12:268-269.)
Faziletlerin Kaynağı
İslam alimleri bütün faziletlerin kaynağının “Hikmet, Adalet, Semahat ve Taharetten ibaret” olduğunu ifade etmişler ve bunlara “Fezâil-i Asliye” adını vermişlerdir.
Kur’an-ı Kerimde yüce Allah’ın “Allah adaleti, iyilik yapmayı ve akrabayı görüp gözetmeyi emreder; zulmü, sefahati ve haddi aşmayı yasaklar” (Nahl, 16:90.) ayetinin fezail-i asliyeyi kapsadığını ifade etmişlerdir.
1. Hikmet: İnsan Cenab-ı Hakkın vücud-u akdesine şehadet eden menazırı ve delilleri ibret nazarı ile temaşaya daldıkça ruhen büyük bir intibaha nail olur. Halıkın azamet ve kudretini tefekkürden kaynaklanan ruhânî bir istiğraka dalar. Bu sayede kemâl-i ilmîsi inkişaf eder. Levha-i zihni Marifetullahın bir mir’ât-ı in’ikâsı olur. Bundan dolayı ayet-i kerimede “Kime hikmet verilmişse ona hayırdan büyük bir pay verilmiştir” (Bakara, 2:269.) buyrulur. Sonra insanı ayat-ı beyyinâtı tefekküre teşvik eder ve “Sema ve arzda bulunan varlıklara bakıp tefekkür etmez misiniz?” (Yunus, 10:101.) Sema ve arzın mülk ve melekutunda bulunan Allah’ın yarattığı varlıklara bakmaz mısınız?” (A’raf, 7:185.) emreder ve “Bunları ancak akıl sahipleri anlar” (Rad, 13:19.) buyurur.
İşte bu tefekküre ve aklı çalıştırmaya hikmet denir. Nitekim yüce Allah “Allah aklını çalıştırmayanları pislik ve rezillik içinde bırakır” (Yunus, 10:100.) buyurarak aklı çalışmaya teşvik eder. Zira, hikmet aklın üretmiş olduğu bilgiye denilmektedir.
Hikmet kapsamındaki faziletleri İslam bilginleri “Zekâ, sür’at-i fehm, safâ-i zihin, suhûlet-i taallüm, hüsn-ü taakkul, tahaffuz ve tezekkür” olarak sıralamışlardır. Yani, hızlı anlama, öğrenme kolaylığı, güzel akletme, hafızada tutma ve hatırlama melekelerinin güçlü olmasıdır.
2. Şecaat: Yiğitlik ve cesaret sahibi olmaktır. Şecaat kapsamındaki faziletleri de İslam bilginleri şöyle sıralamışlardır. “İzzet-i nefis, cesaret, yüksek himmet sahibi olmak, sebat, hilim, soğukkanlılık, şehamet denilen gözü pek olmak, tahammül, tevazu, hamiyet denilen vatan ve millet sevgisi ve rikkat-i kalp denen masum ve mazlumlara rikkat-i kalb sahibi olmak” demişlerdir.
3. İffet: İffet, erdemli, namuslu ve hayalı olmak yanında izzet-i nefis, izzet-i ilim ve izzet-i diniyeyi de koruyarak davranmak demektir. Namusu ve şerefi korumak ve bu konuda gayretli olmak iffetin gereğidir.
İffet kapsamında on iki ahlak sayılmıştır. Bunlar “Hayâ, yumuşak başlılık, güzel gidiş, barışsever olmak, herkesin iyiliğini istemek, sabır, kanaat, ağırbaşlılık (vakar) günahların küçüünden sakınmak, (vera) düzenli ve intizamlı olmak, hürriyetçi olmak ve cömert olmayı da iffet kapsamında saymışlardır.
4. Adalet: Bediüzzaman Said Nursi hazretleri Akıl, Öfke ve Şehvetin ifrat ve tefritten beri olan itidal ve istikameti olan hikmet, şecaat ve iffetten “Adalet”in ortaya çıkacağını, ifrat ve tefritten ise haksızlık ve zulmün doğacağını ifade eder.
Adalet hem ölçülü ve dengeli olmak hem de istikameti ve itidali muhafaza etmek demektir. Adalet kapsamında “Dostluk, hakta sebat ve sadakat, ülfet, vefa, şefkat, sıla-ı rahim, hak edene mükafat ve mücazat, hüsn-ü muaşeret ve müşareket, hüsn-ü kaza, teveddüt ve sevimlilik, tevekkül, teslimiyet ve ibadet” gibi faziletler zuhur eder.
Günlük hayatta adalet üç şekilde tecelli eder. Birincisi, mallarda ve ihsanlarda; ikincisi, muamelât ve alışverişte; üçüncüsü ise, eğitim ve yönetim gibi hususlarda başkaları ile olan münasebetlerde gereklidir. Adaletin ifratı da tefriti de zulümdür. Adil insan dengeli, ölçülü ve istikametli insandır. Gerçek adalet ise Adil-i Mutlak olan Allah’ın insanlara inzal ettiği adalet ölçülerine uymakla tecelli eder. Allah adına ve rızasına uygun olmayan muameler eşit ve adil gibi görünse de gerçek adaletten yoksundur.
5. Semahat: Hoşgörülü ve müsamahalı olmak demek olan semahat, beşerî alakaları azaltmaktan, nefsin temayüllerini tadil etmekten münbais pek yüce bir haslettir. Semahat ayrıca eli açık olmak ve cömertlik demektir. Hz. Ali’ye (ra) “Şecaat mı daha önemlidir, yoksa sehavet mi?” diye sorulunca “Sahinin, yani cömerdin ayrıca şecaate ihtiyacı yoktur” cevabını vermiştir.
Sonuç
İnsanın insanlık izzet ve şerefini koruması ve diğer varlıklardan üstünlüğü yanında hemcinslerinden farklı üstün meziyetlere sahip olmasına fazilet denir. Bu da insanda bulunan akıl, öfke ve şehvet duygularının itidal ve istikametinden kaynaklanır ve bundan “Adalet” doğar. Ancak bütün bu meziyetler ancak “Hürriyet” ortamında ve insanın hak ve hürriyet sınırlarını bilip hürriyetini korumaya çalışması ile inkişaf eder.
İnsanı insanlık şerefinden yoksun eden, insanlığa ait faziletleri yok eden, korku, şüphe ve menfaat gibi pest ve alçak duyguların gelişmesine sebep olan, insanı yalancılığa ve yaltaklığa zorlayan istibdaddır. Bu istibdadın en şiddetlisi de siyasi istibdadddır. Bu sebeple siyasi istibdadın olduğu yerde ahlak ve fazilet yerini, yalancılık ve rezilete terk eder. İnsanlar insanlık şeref haysiyetini koruyamazlar. Bu sebeple ne maddi ve ne de manevi terakki olmadığı gibi, ilmî kültürel gelişmeler de olmaz.