Hakk, sübut ve tahakkuk-u vücut şeklinde ifade olunur. Mevcut ve gerçekten sabit olup inkârı mümkün olmayan şeydir. Vacip, sabit ve lâzım olmayı da ifade eden bir kelimedir. Peygamberimiz (sav) “Hak daima galiptir ve asla mağlup edilemez” (Buhari, Cenaiz, 79.) buyurmuşlardır.
Sözlükte hak, “gerçek, sabit, doğru ve bir şeyi yakinen bilmek, varlığı kesin olan şey” anlamında bir kelimedir. Yüce Allah var olduğu ve varlığı hakikat olduğu için kendisine “Hak” ve “Cenâb-ı Hak” denilmiştir. Varlık açısından hak, varlığı kesin ve gerçek olan anlamını ifade ederken, hukuk dilinde bir emeğin karşılığı olan ve birine ait olan şey anlamını ifade etmektedir. Din dilinde ise Allah’a ait olan her şeyi ifade eden bir kelimedir. Allah’ın zatına, isimlerine, sıfatlarına ve şuunatına ait olan her şey din dilinde gerçeği, yani “Hak ve Hakikati” ifade etmektedir.
Hakk, sübut ve tahakkuk-u vücut şeklinde ifade olunur. Mevcut ve gerçekten sabit olup inkârı mümkün olmayan şeydir. Vacip, sabit ve lâzım olmayı da ifade eden bir kelimedir. Peygamberimiz (sav) “Hak daima galiptir ve asla mağlup edilemez” (Buhari, Cenaiz, 79.) buyurmuşlardır.
Boş, faydasız, gereksiz ve lüzumsuz şeye bâtıl denir. Yapılan bir işin boşa çıkması ve bir ibadetin bozulması ve fesada gitmesi, bir inancın gerçeğe uygun ve hakikat olmaması da bâtıl olması ve bozuk olması demektir. Arapça “B-T-L” kökünden gelen bu kelime “Hak” kavramının zıddıdır. Din dilinde var gibi görünen; ancak gerçekte ve hakikatte var olmayan, boş ve temelsiz, sadece insan zihninde ve hayalinde buluna şeylere denir.
Yüce Allah Kur’an-ı Kerimde yalan söze (Âl-i İmrân, 3:71.) putlara (Lokmân, 31:30.) Allah’a şirk koşmaya (Bakara, 2:42.) haram, haksızlık, zulme (Bakara, 2:188). boş, faydasız şeylere (Âl-i İmrân, 3:191.) ve boşa giden, faydasız olan şeylere (Hûd, 11:16.) bâtıl demiştir. Ayrıca Kur’an-ı Kerimde tevhit inancı dışındaki bütün inançlara, Allah’tan başka ibadet edilen, dua edilen ve yalvarılan her şeye (Hac, 22:62; Lokman, 31:30.) kumar, rüşvet, yalan, hırsızlık, hile gibi yollarla elde edilen bütün kazançlara (Nisa, 4:29.) bâtıl demektedir.
İslam fıkhında ve ıstılahında da rükünlerine ve şartlarına uyulmadan yapılan eksik ve noksan ibadetler, gereken şartları taşımayan anlaşmalar ve akitler batıldır; yani yok hükmündedir ve geçersizdir. Şartlarına ve rükünlerine uyulmadan, farzın birini terk ederek kılınan namazın iadesi gerekir. Şartlarına uymayan nikâh akdi geçersizdir ve yapılan bir ticari anlaşma da hukuki bir sonuç doğurmaz. “Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda batıl bir şekilde, haksızlıkla yemeyin!” (Nisa, 4:29.) ayeti bir mala haksız kazancın girmesinin onu boş bir kazanç şekline dönüştürdüğünü, bereketinin ve uhrevi sevabının bu şekilde gidereceğini ifade etmektedir.
Allah’tan gelen bir vahye dayanmayan, insanların kendi hevalarından uydurdukları dinlere de “Batıl din” denir. Bunlara beşerî dinler de denilmektedir ki gerçekte din olmayıp felsefî birer meslektirler. Taoizm, Natüralizm, Şintoizm, Mecusilik, Hinduizm, Budizm ve putperestlik bunlara örnek verilebilir.
Gerçekle hiçbir ilgisi olmayan veya bir hakikate dayanmakla beraber insanları gerçeğe aykırı yollara götüren bütün inançlar ve ibadetler bâtıldır, sonu boştur ve neticesizdir. İlmin cehaleti, adaletin zulmü kabul etmediği gibi, hak da bâtılı reddeder ve kabul etmez. Hakkın olduğu yerde batıla yer yoktur. Bu hususu yüce Allah “Hak geldi batıl zail oldu. Zâten batıl yok olmaya mahkumdur” (İsra, 17:81) ayeti ile ifade etmiştir.
Bir havuzun içine bir damla zehir dökülmesi ile havuzun suyunun tamamen zehirlenmesi ve öldürücü olması misali gibi, Hak bir davanın veya inancın içine bâtıl bir düşünce ve fikrin girmesi o hak davayı bozar ve bütünü ile iptal eder. Faydasız ve boş bir inanç haline getirir. İmanın şartlarından birini kabul etmemek, Allah’ın ayetlerinden herhangi birini reddetmek ve kâinatta en küçük bir işe dahi şirk bulaştırmak insanın inancını yok eder. Bu sebepten dolayı yüce Allah ehl-i kitabın inancını ve ibadetini kabul etmez ve onları “Hakkı batıl ile karıştırıp bile bile hakkı gizlemeyin” (Bakara, 2:42; Âl-i İmran, 3:71.) buyurarak ikaz eder.
İnsan mükerrem olduğu için daima hakkı arar. Hiç kimse batılı kasden ve bizzat sahiplenmez ve kabul etmez. Bediüzzaman hazretleri insanın fıtratının mükerrem olarak yaratıldığı ve Allah’ın özel ikramına mazhar olduğu için daima hakkı aradığını, fakat bazen eline batılın geçtiğini, insanın da bu batılı hak zannederek alıp sahiplendiğini belirtir. (Sözler, 2004, Lemaat, 1146; Mektubat, 2004, s. 797.) Genellikle inanç ve itikat bakımından insanlar bilmeden batılı iltizam ederler. Allah’ı bilmeyen ve dinin itikadî hükümlerini akılları ile anlayamayanlar maddenin ezeliyeti ve varlıkların zerrelerin hareketleri ile vücut bulduğu vehmi gibi batıl fikirlere kapılmalarını sebebi Allah’tan gafil olmaktan başka bir şey değildir. Allah’ı tanımayan ve sıfatlarını bilmeyenler akıllarını ikna etmek için bu gibi batıl fikirlere kapılmak durumunda kalmaktadırlar. Allah’ı tanımış ve bilmiş olsalardı o zaman Allah’ın zatî sıfatı olan ezeliyeti Allah tarafından yaratılmış olan maddeye vermezler ve Allah’tan başka varlıkların ezeliyetini muhal olduğunu anlarlardı. Bu konuda da akıl hakkı ararken batıl eline geçer hak diye kabul eder. (Mesnevî, 2006, s. 390.)
Bediüzzaman hazretleri fennin himmeti ile günümüzde kısmen, ama gelecekte tamamen kuvvete bedel hak, safsataya bedel bürhan, tab’a bedel akıl ve hevaya bedel hüdanın hâkim ve hükümferma olacağı müjdesini verir. İlim ve fikir hürriyeti sayesinde gelecekte İslamiyet’in akla ve ilme kendisini kabul ettiren hakikatlerinin hükmedeceğini belirtir. Dolayısıyla yüce Allah’ın “Hak geldi batıl zail oldu” (İsra, 17:81) ayetinin istikbalde bütün batıl fikir ve düşünceleri ortadan kaldıracağı ve insanlık âleminde hükmünü icra edeceğini savunur. Medeniyetin gelişmesinin buna zemin hazırladığını izah eder. (Muhakemât, 2006, s. 60-61.)