“İnsana karşı hürriyet, Allah’a karşı kulluğu gerekli kılar.” Çünkü iman bağı ile kâinatın sultanına hizmetkâr olan adam, başkasına tezellül etmez ve tenezzül etmez. Onun izzet ve şehamet-i imaniyesi başkasının tahakküm ve istibdadı altına girmeyi bırakmadığı gibi, başkasının hürriyet ve hukukuna tecavüz etmeye de şefkat-i imaniyesi bırakmaz.
Bediüzzaman “Hürriyet ateştir ve küfrün gereğidir” diyenlere karşı “Hürriyet Rahman’ın ihsanıdır / Zira o imanın hassasıdır” mısraları ile cevap verir. İslam’ın gereğinin baskı ve istibdat olduğu şeklinde bir düşüncenin yerleştiği istibdat döneminde elbette Bediüzzaman’ın “Hürriyet imanın gereğidir ve imanın özelliğidir” şeklindeki yaklaşımı garip karşılanacaktı. Gerçekten de öyle oldu. Bu sebeple Bediüzzaman’ın açıklamaları garip karşılandığı içindir ki “Garibüzzaman” ismi ile müsemma oldu.
Bediüzzaman hürriyeti küfrün gereği olarak gören şair Hizanlı Şeyh Selim’i kast ederek “O biçare şair hürriyeti Bolşevizm mesleği ve ibahe mezhebi zannetmiş” diye cevap verir. Bolşevizm mesleği ve ibahe mezhebi nefsanî arzularını tatmin etme uğruna her şeyi meşru sayan, hak ve hukuk tanımayan, helal ve haram kabul etmeyen bir anlayışı yansıtmaktadır. İran’da Kral Kubad zamanında ortaya çıkan Mazdek’in ortaya attığı “İbahe Mezhebi” XX. Yüzyılda “Bolşevizm mesleği” olarak ortaya çıkmıştı. İstibdada karşı tepki olarak çıkan bu meslek insanı her nevi baskıdan kurtarma iddiası ile ortaya çıkmış; ama insanı şeytanın ve nefsin esareti altına sokmuştur. Şeytana ve nefsine esir olan elbette bir esaretten kurtulayım derken en büyük düşmana esir olmuştur.
Gerçekte ise hürriyet tüm fanilere esir olmaktan kurtulmak ve Allah’a kul olmaktır. “İnsana karşı hürriyet, Allah’a karşı kulluğu gerekli kılar.” Çünkü iman bağı ile kâinatın sultanına hizmetkâr olan adam, başkasına tezellül etmez ve tenezzül etmez. Onun izzet ve şehamet-i imaniyesi başkasının tahakküm ve istibdadı altına girmeyi bırakmadığı gibi, başkasının hürriyet ve hukukuna tecavüz etmeye de şefkat-i imaniyesi bırakmaz. Evet, bir padişahın doğru bir hizmetkârı, bir çobanın tahakkümüne tezellül etmez. Bir biçareye tahakküme dahi o hizmetkâr tenezzül etmez. İman ne kadar mükemmel olursa, hürriyet o derece parlar. Asr-ı Saadet bunun en güzel bir örneğidir. (Münazarat, 1996, s.58-59.)
Asr-ı Saadet bize göstermektedir ki Allah’a hakiki kul olan, kula kul olmaz. Asr-ı saadet bizlere göstermektedir ki hürriyet başıboşluk ve keyfemâ-yeşâ hareket etmek değil, hak ve hukuku korumak, ne nefsine ne de başkasına zarar vermeyecek şekilde kural ve kaidelere uymaktır. Hürriyet keyfi hareket etmek olmadığı gibi, başkalarının keyfine göre hareket etmek de değildir. Bediüzzaman'ın bizlere izah ettiği gibi, “Meşrutiyetin sırrı, kuvvet kanundadır, şahıs hiçtir. İstibdadın esası kuvvet şahısta olur, kanunu kendi keyfine tabi eder.” (Münazarat, 38.)
Modern ve gelişmiş dünya hürriyet sloganı ile kurulmuştur. Bağımsızlıklarını kazanmak tüm toplumların ortak değeri haline gelmiştir. Geçmişte ve günümüzde bağımsızlık adına pek çok mücadelenin verildiğini görürüz. Bununla beraber modern dünyanın hürriyet adına ürettiği pek çok mekanizmalar bir taraftan insanları gönüllü köleliğe mahkûm etmektedir. Hürriyet mücadelesi adına ortaya çıkan pek çok liderlerin ve önderlerin başarılı olduktan sonra kendisin destekleyen halkı nasıl köleleştirdiğini ve bunun için teknolojiyi sonuna kadar kullandıklarına şahit olduk. Bir bakıma insanlık yağmurdan kaçarken doluya tutuldu. Şimdi insanlık bu ikilemi aşmak için bir başka açılım istemektedir.
İnsanlığın hürriyet adına mücadelesinde düştüğü bu vahim durumun sebebi, hürriyeti “dinden kaçma” ve “din karşıtlığı” şeklinde bulmaya çalışmasıdır. Bu da Katolik kilisesinin istibdat ve teokratik idaresinden kaçıştan kaynaklanmıştır. İslam dünyasında hürriyeti savunanlar dine karşı olan ve dinden uzaklaşanlar olduğu için dindarlar hürriyeti dine karşı olmanın ve küfrün gereği olarak görme eğilimine girmişlerdir. Yazımızın başında Şeyh Selim’in “Hürriyet ateşe layıktır, çünkü o küfrün gereğidir” demesinin sebebi de budur.
Batı dünyasında Katolik kilisesinin istibdadından kaçışın ifadesi olan ve hürriyetin rafizisi sayılan “Sekülerleşme” İslam dünyasında farklı algılanmıştır. Batıda kilise karşısında duran çevrelerin aklı, ilmi ve hürriyeti temsil ediyordu. İslam dünyasında ise din özgürlüğü himaye ettiği ve hukuku himaye ettiği için hürriyetin ismi yoktu ama kendisi vardı. Bu sebeple İslam dünyası hürriyete dine karşı olma ve “ibahe mesleği” olarak bakmış ve uzak durmuştur.
Hürriyeti iman ile özdeşleştiren ve imanın gereği olarak tarif eden Bediüzzaman olmuştur. Bu bakımdan Bediüzzaman “Hürriyet” kavramına yeni bir açılım getirmiş, hürriyetin imandan kaynaklandığı ve iman ile gerçek hürriyet olacağını ifade etmiş, “İman ne derece mükemmel olursa hürriyet o derece parlar” demiştir.