
Bediüzzaman 1908’de İstanbul’a geldiği zaman “Ahrar” denilen hürriyetçilerin yanında yer aldı. Onların Hürriyetin ilanı için çalışmalarına destek oldu ve gazetelerde yazılar yazdı. Bunların hepsi Risale-i Nurlarda vardır. Hürriyet için çalışan Jön Türkler için de “Onların bir kısmı İslâmiyet fedaileridir, bir kısmı da selâmet-i millet fedaileridir” (ESDE, Münazarat, 255.) demiştir.
Bediüzzaman 1908’de İstanbul’a geldiği zaman “Ahrar” denilen hürriyetçilerin yanında yer aldı. Onların Hürriyetin ilanı için çalışmalarına destek oldu ve gazetelerde yazılar yazdı. Bunların hepsi Risale-i Nurlarda vardır. Hürriyet için çalışan Jön Türkler için de “Onların bir kısmı İslâmiyet fedaileridir, bir kısmı da selâmet-i millet fedaileridir” (ESDE, Münazarat, 255.) demiştir.
Bediüzzaman daha on altı yaşlarında İslâm’ın yüksek siyaseti ile ilgilenmiştir. Zira 1878 tarihinde doğduğu zaman I. Meşrutiyet ilan edilmiş, “Kanun-ı Esasi” hazırlanmış ve Meclis-i Mebusan açılmıştı. Hürriyet ve meşrutiyet tartışmaları bütün Osmanlı topraklarında ve İslam dünyasının her tarafında tartışılıyordu. Zira İslam dünyasının geri kalmışlığına çare aranıyordu. Bu sebeple 3 Kasım 1839'da Tanzimat Fermanı, 18 Şubat 1856'da Islahat Fermanı ve 1860'ta da Sultan Abdülaziz fermanları 1876 tarihinde ilan edilen I. Meşrutiyetin ilanına sebep olmuştu. Ancak 1877 Osmanlı Rus harbi sonucu Rus ordusunun Yeşilköy’e kadar gelmesi, Meşrutiyet ve Hürriyeti yanlış yorumlayarak içimizdeki azınlıkların bağımsızlık istemeleri ve Meclis-i Mebusan’daki tartışmalar sonucu daha bir yılını doldurmadan Sultan Abdulhamid’in yetkisini kullanarak Meclis-i Mebusan’ı tatil etmesi ile neticelenmişti. Bu durum Hürriyet ve İstibdat tartışmasını daha da alevlendirmiştir.
Tanzimat Fermanı (Gülhane Hatt-ı Hümayunu) dini ve şeriatı hâkim kılmayı amaçlayarak ilan edilmiştir. Zira dinden uzaklaşma geri kalma sebebi olduğu gibi dine şeriata sarılmak da ilerleme sebebidir. Bu sebeple fermanın giriş bölümünde bu mesele şöyle ifade edilir:
“Benim vezîrim;
Cümleye ma’lûm olduğu üzere Devlet-i Aliyyemiz’in bidâyet-i zuhûrundan beri ahkâm-ı celîle-i Kur’âniyye ve kavânîn-i şer’iyyeye kemâliyle riâyet olunduğundan saltanat-ı seniyyemizin kuvvet ve miknet ve bi’lcümle tebe’asının refâh u ma’mûriyyeti rütbe-i gâyete vâsıl olmuş iken yüz elli sene vardır ki, gavâ’il-i müte’âkıbe ve esbâb-ı mütenevviaya mebnî ne şer-i şerîfe ve ne kavânîn-i münîfeye inkıyâd ü imtisâl olunmamak hasebiyle evvelki kuvvet ve ma’mûriyyet bilakis za’f u fakra mübeddel olmuş…”
Bu ifadeler yüz elli senedir çeşitli sebeplerle şeraittan uzaklaşılığı için geri kaldık denilmekte ve şeriata uymak için bu fermanın yayınlandığını ifade etmektedir.
**
Bediüzzaman 1892 tarihinde daha on-beş, on altı yaşlarında geldiği Mardin’de bu tartışmalara yakından şahit olmuştur. Bu tartışmalarda din adına Meşrutiyete karşı çıkanlar “Allah’ın hükmü ile hükmetmeyen kafirlerin ta kendisidir” (Maide, 5:44.) ayetini delil getirerek bir kısmı “Kanun-i Esasiyi” kabul ettiği için Sultan Abdulhamid’i küfre girmekle suçluyorlardı. Meşrutiyet Batı’dan geldiği ve Hürriyetçilerin Abdulhamid’in baskısından ve Basına yaptığı sansürden dolayı Roma’ya, Paris’e ve Londra’ya gitmek zorunda kalmaları ve oralarda çıkardıkları gazeteler ve broşürleri İslam dünyasına göndererek bu mücadeleye devam ettikleri için dinsizlikle ve masonlukla suçluyorlar, onların namaz kılmamaları ve içki içmelerini de buna delil gösteriyorlardı.
Bediüzzaman bütün bunlara şahit oluyor, Kur’an’dan ve Asr-ı Saadetten istimdat ediyor araştırıyor ve İslam Tarihi’ne bakıyor ve değerlendiriyordu. Şöyle diyordu: “Herkesten ziyade, istibdat kendini muhafaza etmek için herkese vesvese verdiği gibi, beni inkılaptan on sene evvel (1898 – 10-12 yaşlarında) beni aldattı ki, ehl-i ihtilalin (Meşrutiyeti ilan edenlerin) ekserisi masondur. Lillahilhamd, o vesvese bir-iki sene zarfında (1890-1892 yıllarında) zail oldu. Tâ o vakitte anladım; bizim ekser ahrarımız, mutekit Müslümanlardır.” (ESDE, Münazarat, s. 298.)
**
Bediüzzaman şeyhlerin, hocaların ve Meşrutiyeti savunan devlet memurlarının fikirlerini dinliyor, araştırıyor ve peşin hüküm vermiyordu. Nihayet Mardin’de Namık Kemal’in Mısır’da bastırdığı “Rüya” isimli Hürriyetin İslam dünyasını nasıl uyandıracağını anlatan makalesini okur. Namık Kemal’in Hürriyet konusundaki fikirlerinin kendi fikrine uyduğunu görür. Yine Mardin’de Cemalettin-i Efgani’inin talebeleri ile karşılaşır, onların da hürriyet ve İttihad-ı İslam konusundaki fikirlerini dinler, İttihad-ı İslam’ın ancak Hürriyet içinde sağlanabileceği konusundaki fikirlerinin ne kadar isabetli olduğu konusunda kendisine cesaret verir.
Bunu şöyle ifade eder: “İnkılâptan on altı sene evvel, Mardin cihetlerinde, beni hakka irşad eden bir zâta rast geldim. Siyâsetteki muktesit mesleği bana gösterdi. Hem, tâ o vakitte, meşhûr Kemâl’in 'Rüyâ'sıyla uyandım.” (ESDE, Münazarat, 289.)
Bediüzzaman bundan sonra İslam dünyasının maddi ve manevi geri kalmasının tek sebebinin İstibdat olduğunu, terakki ve tekamülün, İttihat ve uhuvvetin ancak Hürriyet ve onun usulü olan Meşrutiyet (Günümüzde Demokrasi) ile mümkün olabileceğine tam kanaat getirir. İstibdadın kötülüğünü ve zararlarını, hürriyetin ve meşrutiyetin faydasını ve hayrını anlatmaya kendisini vazifeli bilir.
Kendisine “Hürriyet cehenneme layıktır ve kafirlerin sıfatıdır ve onlara mahsustur” diyenlere mukabil, “Yirmi senelik İslâmiyet’in bir fedaisi de demiş ki “Hürriyet, Rahman olan Allah’ın insanlara en büyük ihsanı ve imanın da hassasıdır” (ESDE, Münazarat, s. 238.) diye cevap verir.
**
- Peki yirmi senelik İslam fedaisi olup hürriyeti savunan kimdir?
- Bu İslam fedaisi Bediüzzaman’dır. Neden yirmi senelik diyor? Çünkü Münazarat doğuda aşiretleri dolaşarak ulema ve meşayih ve aşiret reisleri ile yaptığı münazaralar sonucu 1910 tarihinde telif edilmiştir. Bundan yirmi sene öncesi ise 1890 tarihine rast gelmektedir. Bediüzzaman 1890 tarihinden itibaren bir İslam fedaisi olarak Hürriyeti anlatmak için çalışmıştır. Zira “Muhakemat” isimli eserinde de belirttiği gibi; “Asya'nın bahtını, İslâmiyetin talihini açacak yalnız meşrutiyet ve hürriyettir.” (Muhakemat, 9. Mukaddime, s. 66.) başka bir yolu da yoktur. Bu sebeple hürriyet ve meşrutiyeti isteyenleri Bediüzzaman “Bizim ekser ahrarımız, mutekit Müslümanlardır” demiş, kendisini de “Yirmi senelik bir İslam fedaisi” olarak hürriyet ve Meşrutiyete hizmet ettiğini açıkça ifade etmiştir.
Bediüzzaman’ın “Adnan Menderes” için “İslam kahramanı” demesini de bu şekilde değerlendirmek gerekir.