FELSEFE
3.9.2023 20:56

İbn-i Rüşd ve Felsefesi

Mehmet Ali Kaya
Mehmet ALİ KAYA
İbn-i Rüşd ve Felsefesi

Felsefenin problemi insan ve varlıktır. Varlık neden vardır? Niçin vardır? Nasıl var olmuştur? Varlık içinde insanın fonksiyonu nedir? İnsan nasıl var olmuştur? Yaratılış sebebi nedir? Amacı nedir ve ne olmalıdır? Ölüm nedir ve nereye gidilmektedir?” gibi her insanı ilgilendiren ve zihnini meşgul eden sorulara cevap arar.

Giriş

Felsefenin problemi insan ve varlıktır. Varlık neden vardır? Niçin vardır? Nasıl var olmuştur? Varlık içinde insanın fonksiyonu nedir? İnsan nasıl var olmuştur? Yaratılış sebebi nedir? Amacı nedir ve ne olmalıdır? Ölüm nedir ve nereye gidilmektedir?” gibi her insanı ilgilendiren ve zihnini meşgul eden sorulara cevap arar.

İnsan toplum içinde yaşamak zorunda kalan, ihtiyacını yalnız başına karşılayamayan ve başkalarının yardımı ile hayatını devam ettirebilen aciz bir varlıktır; ama canlılar içinde düşünebilen, soru soran ve konuşan, fikir yürüten, canlı ve cansız varlıkları kendi amacına ve ihtiyacına göre kullanabilen ve yöneten bir varlıktır. Bu üstün özelliklerine rağmen bir taraftan da hayvanların en acizi ve en fakiridir. Aklı olduğu için geçmişin hatıraları ve geleceğin endişeleri, insanlığın gereği toplum içinde münasebetleri daima onu rahatsız eder ve hayatını azap içinde bırakır. Bununla beraber mutlu ve mesut bir hayatı yaşamak için mücadele eder ve bazen başarılı olur, bazen başarısız olur. Dünyanın bütün dert ve sıkıntılarına katlanmak durumunda ve etrafını da idare etmek durumundadır.

9 Asıl önce yaşamış “İbn-i Rüşd” olarak tanınan “Ebu’l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd” dindar bir filozoftur. Endülüste (İspanya) yaşamış, Aristo'yu Avrupa'ya yeniden tanıtmıştır. Arito, İbn-i Sina, Gazali ve Farabi’den etkilenmiş, İslam felsefesinde Aristocu akım olan meşşailik akımını oluşturmuştur. Felsefe, Tıp, Astronomi, Siyaset Bilimcisi, bir sanatçı ve Avrupalı bir İslam Felsefecisi olarak sorgulayıcı ve akılcı yaklaşımlarıyla Avrupa’yı etkilemiş ve Rönesans ve Reformların yapılmasının ilmî, felsefî alt yapısının oluşmasına sebep olmuştur.

İslam dünyası Peygamberimizin (asm) getirdiği Kur’an-ı Kerim ile taklitçiliği kırıp akılcılığı, ilmi, hukuk ve ahlakı hakim kılmasıyla M. 600-1500 yılları arasında büyük bir ilmi ve fenni gelişmelere sebep olmuşken 1500’lü yıllardan sonra “Taklitçiliğe” yönelmesi aklı ve aklın ürünü olan fenni ve felsefi ilimleri terk ettiği için geri kalmış, Avrupa ise yine İslam bilginleri ve akılcı filozofları olan İbn-i Sina, Farabi, Gazali, İbn-i Rüşd ve Muhiddin-i Arabi gibi aklı ve fenni esas alan bilginlerden istifade ederek kilisenin ve kralların baskıcı yönetimlerine karşı çıkmış ve Rönesans’ı doğurmuşlardır.

İbn-i Rüşd MS 1126’da Endülüs’ün Kurtuba’da dünyaya geldi. 1171’de Kurtuba Başkadısı görevine getirildi. İlim ve kültür merkezi olan Kurtuba’da Başkadılık gibi önemli bir görevde olması onun eserlerinin ve fikirlerinin yayılmasında büyük etki sağladı. İbn-i Rüşd tıp alanında da büyük buluşlar yapmıştır. Kan dolaşımını ve hastalığı mikropların meydana getirdiğini ilmî bir şekilde ortaya koyan odur. Bu sebeple 1182’de Sultan Yusuf b. Abdulmümin onu özel hekim olarak Marakeş’e davet etmiştir. Bunun üzerine Endülüs’ten ayrılmış ve Fas’a Marekeş’e geçmiştir.

Daha sonra fakihlerin kendisini felsefe ile meşgul olduğu için sapıttığı iddiası ile suçlaması üzerine Elisane’ye “Zorunluk ikamet” adı altıda sürgün edilmiştir. Bunun en önemli gerekçesi Gazali’ye karşı çıkması ve “akılcılığı” ve “sebep-sonuç ilişkisini” esas alıp şiddetle savunmasıdır. Bu olaydan sonra İbn-i Rüşd İslam dünyasında itibardan düşmüş; ama Avrupa’da itibarı ve etkisi artarak devam etmiştir. Öyle ki Papa onun kitaplarını yasaklamak zorunda kalmıştı.

1198’de Marekeş’e davet edilir. Oraya gider ve o sene vefat eder.

İbn-i Rüşd Ortaçağ Felsefesinin önemli bir ismidir. 125 kadar eser telif etmiştir. Bunlardan 78’i zamanımıza kadar gelmiştir. Eserlerinin Latince’ye çevrilmesi ile Avrupa Aristo’yu yeniden keşfetmiştir. Bu sebeple Thomas Aqinos Aristo’ya “Filozof” İbn-i Rüşde de “Yorumcu” demiştir. İbn-i Rüşd’ün ölümünden sonra İslam dünyasında ise “Meşşaî Felsefesi” önemini kaybetmiştir. İbn-i Sina, Farabi, Kindî ve İbn-i Rüşd tarafından oluşturulan Meşşâî Felsefesi İmam-Gazali’nin eleştirileri üzerine İslam dünyasında değerini kaybetmiştir. İmam-ı Gazali yazdığı “El-Mustasfa” “Tehafetü’l-Felasife” “el-Munkızu mine’d-Dalal” “el-İktidat fil-İtikat” gibi eserleriyle İslam Felsefecilerinin anlamayıp akılcılık yöntemi ile izah edemediği meseleri İslam İnançları, Kur’an ve Hadis bağlamında izah ederek yanlışlarını göstermiş ve yine akılcı yöntemlerle çürütmüştür. Bu sebeple adı geçen İslam filozoflarının fikirleri İslam dünyasında kabul görmemiş ama Avrupa’da rağbete mazhar olmuştur.

İbn-i Rüşd’ün Felsefesi

1. İbn- Rüşd dil ile düşünce arasındaki farkını ortaya koyar. Dil yöresel düşünce evrenseldir. Bu sebeple önerme ve çıkarımların farklı dillerde farklı anlaşılabileceğini belirterek sembolleri kullanmak gerektiğini ifade eder. Bu sebeple önermelerde p, q, r, s şeklinde harflerle ve sembollerle problem oluşturmaya yönelik fikrin babası sayılır.

2. İbn-i Rüşd’ün amacı vahiy ile felsefe arasında birbirini nakzetmeyecek sağlam bir bağlantı kurmak istiyordu. Aristo’nun eserlerinden bu konuda yararlandığı en önemli şey Metodoloji idi. Kıyas metodunu önemsedi ve buna değer verdi. Çünkü bu kıyas İslam fıkhında da kabul görmekte ve filozoflar da kullanmaktaydı. Her zaman sağlıklı sonuç vermese de delil getirmede sağlıklı sonuca ulaşmanın en güzel yolu idi.

3. İbn-i Rüşd dini tüm insanlığa hitap eden ve herkesin anlayabileceği vahye ve ilme dayalı akılcı bir disiplin olarak görür. Vahiy ve aklı uyum içinde olması hakkın, gerçekliğin tek olmasına bağlar. Aristo’nun metodu ile dini meseleleri akla uygun izah etmeye çalışır.

4. İbn-i Rüşd: “Sanatı bilmeyen sanat eserini de bilmez; sanat eserini bilmeyen sanatkarı da tanımaz” der. Böylece “Allah’tan ancak gerçek alimler korkar” ayetinin bunu ifade ettiğini belirtir. “Varlığın yapısı daha iyi bilinirse yaratıcı Allah hakkındaki bilgimiz ve imanımız da ona göre artar” der.

5. Kur’ân-ı Kerimin “Ey akıl sahipleri ibret alın!” (Haşr, 2.) ayetinin varlık üzerinde araştırma yapmayı teşvik ettiğini belirtir.  “O insanlar göklerde ve yerde Allah’ın yarattığı varlıklara ve bunların nasıl mükemmel idare edildiğine bakmazlar mı? Bundan sonra onlar neye inanacaklar?” (A’raf, 185.) gibi ayetlerin akılla düşünülerek incelemeyi zorunlu kıldığını vurgular.

6. Yüce Allah’ın Kur’an-ı Kerimde bilinenden bilinmeyeni çıkarmak için kıyas yaptığını ifade ederek dinin akıl yoluyla ve burhan vasıtasıyla Allah’ın varlığına ve dinin hükümlerine akılla ulaşmamızı istediğini ve bunu vacip kıldığını ifade eder. Var olan üzerinde düşünmenin emredilmesi bundan aklın kıyas yoluyla iman hakikatlerini anlamamız içindir. “Allah’ın kıştan sonra ölmüş varlıkların dirilmesini ölülerin dirilmesine misal vermesi” (Rum, 50) de yine kıyas yoluyla öldükten sonra dirilmeyi aklın anlaması ve ikna olması içindir der. Böylece dinin Kur’an’ın aklî kıyası “zorunlu” kıldığını ifade eder.

7. Felsefenin insanı yoldan çıkaracağı ve dinden uzaklaştıracağı iddiasına karşı çıkan İbn-i Rüşd Allah’ın insana akıl vermesi ve düşünmesini emretmesini delil getirerek “Sistematik ve mantıklı düşünmenin hak ve hakikate insanı daha fazla yaklaştıracağını ve bunun da Kur’an-ı Kerimi daha iyi anlamaya sebep olacağını ifade eder. Bu sebeple felsefenin yasaklanmasının çok yanlış olduğunu ifade eder. Ancak felsefe ile meşgul olmanın şartlarını da “Zeka, ehliyet, ilim ve ahlaki erdem” olduğunu da belirtir. Bilgisiz ve ehliyetsiz kimselerin bu konuda fikir yürütmelerinin yanlışlığına dikkat çeker. “Ehil olmayan bir işe girerse orayı bozar ve ifsat eder” der. Bu gibi anlayışsızların ve ehliyetsizlerin sözlerinin bir değer ifade etmeyeceğini söyler. Ama ne var ki bu gibi cerbezeci ve mugalatalı sözlerin cahilleri aldattığını belirtir.

8. İlmin akılla elde edileceğini belirten İbn-i Rüşd “İlim bizim vatanımızdır, cehalet ise yabancı bir yerdir” der. Kur’an-ı Kerimin “Bunları ancak ilim sahipleri anlar” (Âl-i İmran, 7; Ankebut, 43.) ayetini delil getirerek gerçekleri ancak ilim ve akıl sahipleri burhan ve kıyas yoluyla gerçeğe ulaşabileceğini ifade eder. Kur’an’daki gerçeklerin aklın ve ilmin gerçeklerine zıt olmayacağını ifade eder. Ancak aklın salim akıl ve bilginin de sahih bilgi olmasının şart olduğunu belirtir. Çünkü yanlış bilgiden doğru sonuç çıkmayacağı gibi öncülleri yanlış olan aklî kıyastan da doğru hüküm çıkmaz der. Böylece akla uygun olmayan şeyin dine de uygun olmayacağını belirtir.

9.   Varlığın aklen “Zorunlu varlık ve mümkün varlık” olarak ikiye ayıran İbn-i Rüşd “Zorunlu / Vacip” varlığın Allah’ın varlığı olduğunu, çünkü o olmadan hiçbir şeyin olamayacağını, Allah’ın yarattığı varlıkları ise mümkün varlıklar olduğunu belirtir. Bu sebeple Allah’a “Vacibu’l-Vücut” der. Bu nokta da aklın dine aykırı olmayacağını belirtir. Mutlak varlık, vacip varlık olan Allah’ın varlığı kesin olduğunu ve alemin ezeliyetinin iddia edilemeyeceğini belirtir. Aksi taktirde “Teselsül” veya “Devir” lazım gelir ki her ikisi de aklen muhaldir, imkansızdır der. Çünkü varlıklar birbirini doğurarak sonsuza kadar gidemez, mutlaka bir başlangıcı olmalıdır. “Yumurta mı tavuktan çıktı, tavuk mu yumurtadan çıktı” gibi devir gerektiren şey de muhaldir. Ancak her ikisini de Allah yaratmıştır. Zira burada sebep ve sonuç var; ama sebebin sonucu doğuracak ilim, irade ve kudreti olmadığı, cahil ve aciz olduğu için sebebi de sonucu da Vacibu’l-Vücut olan Allah’ın yaratması gerekir, aklen başka bir izahı olamaz der.  

10. Öldükten sonra dirilmenin ve ebedi hayatın Kur’an’da ifade edildiği gibi inanmak gerektiğini belirten İbn-i Rüşd, ancak dirilmenin keyfiyetini nasıl olacağı konusunda akıl yürütmenin mümkün olmadığını ve aklen ispat edilemeyeceğini söyler. Bu konuda nakle inanır akılla izah edemeyiz der.

11. Allah’ın insanı hür bireyler olarak yarattığını, bunun için ona akıl ve irade verdiğini belirtir. Akıl ve seçme hürriyeti olan iradenin verilmesinden dolayı kişinin tercihinde hür olduğunu, bundan dolayı cezayı ve mükafatı hak ettiğini söyler. Seçme hürriyeti olmazsa ceza ve mükafatı da olmayacağını, bu durumda insanın aklı ve iradesi olmayan varlıklardan farklı olmayacağını söyler.

12. İnsanı güçlü kılan hususlar İbn-i Rüşd’e göre kas gücü, mal ve servet, itibar ve makamdan ibaret değildir. “Akıl gücü, hayal gücü ve düşünce gücü” denen temelde üç güçtür. Akıl, düşünce ve hayali doğru şekilde kullanabilenlerin diğer güçlere de sahip olabileceğini ifade eder.

13. Aklı da “Nazari akıl ve amelî akıl” olmak üzere ikiye ayıran İbn-i Rüşd “Nazarî aklın bilgi ile amelî aklın da tecrübe ile oluşacağını ifade eder. Allah’ın insana yetenek olarak verdiği aklın ilim, tecrübe ve başkalarının akıllarından faydalanmayı sağlayan istişare ile mükemmel hale geleceğini ifade eder. Fenni bilimlerin “Telahuk-u efkar” denilen geçmişin bilgi birikiminin ve tecrübelerinin gelecek nesillere aktarılması ile geliştiğini, kültür ve medeniyetin bu şekilde oluştuğunu ifade ederek “İlim ve fen tüm insanlığın ortak malıdır, kimse tek başına tesahup edemez” der. Aklın yetkinliğe ulaşması için nefsani arzuları terk etmek ve inzivaya çekilmek gibi şeylere ihtiyacının olmadığını ancak doğru bilgi, doğru metot ve sistemli düşünce ile gerçekleşeceğini savunur. Bunun için de iradeyi iyi kullanmak, bilgili ve iyi bir muallimden ders almak ve sosyal hayatta yardımlaşma kuralına uymakla aklın kemale ereceğini ifade eder.

14.  İbn-i Rüşde göre devlet toplumun ortak iradesidir. İdeal devletin kurumsal akla sahip olması gerektiğini ifade eder. Devletin amacı erdemli bir toplum oluşturmaktır. Bunun için iki görevi vardır. Birincisi ikna (eğitim) metodu diğer ise zorlamadır. Zorlamanın ancak vahşilerin ve söz anlamayanların ve zorbaların ıslahı ve adaletin sağlanması için hukuk yoluyla olmasını savunur. Erdemli bir toplumda buna ihtiyaç kalmaz. Bunun da en güzel örneğinin “Asr-ı Saadet” olduğunu söyler.

15. İbn-i Rüşd Platon’a bağlı kalarak beş nevi devletten bahseder. Monarşi, Oligarşi, Demokrasi, Timokrasi (Zenginlerin güçlülerin yönetimi) ve Tiranlık (Küçük imtiyazlı, ayrıcalıklı bir grubun yönetimi). Hikmetli ve ehliyetli yöneticilerin idaresindeki bir devletin “Erdemli” olacağını belirtir. Hulefa-i Raşidin döneminin erdemli bir hukuk devleti şeklinde bir yönetime sahip olduğunu ifade eder. “Bir devlette hekimlere ve hukukçulara fazla ihtiyaç duyuluyorsa bu sistemin bozulmaya başladığının işaretidir” der.

16. İbn-i Rüşd “Kimseden daha iyi olmadığınızı anlayacak kadar mütevazi, herkesten farklı olduğunuzu kavrayacak kadar da bilge olun” der. İbn-i Rüşde göre insanlar fiziken eşit olamazlar, kabiliyet yönünden de eşit değillerdir. Maddi bakımdan da eşit olamazlar. Zira kimi çalışkan, kimi tembel, kimi akıllı kimisi de aptaldır. Kimisi tutumlu kimisi de müsriftir. Bu durumda eşitliğe maddi olarak bakılmaz. Kadın erkek de eşit olamazlar, zira fıtratları farklıdır. Zaten eşitliğin konusu da bu değildir. Eşitlik ancak “Hak ettiğine hakkını vermek şeklinde ve hukuk karşısında olmalıdır.” Herkesin iradesini hür şekilde kullanma ve seçimini yapma ve hakkını almak için hukuk karşısında eşit muamele görmesi şeklinde olmalıdır.

17. İbn-i Rüşdün anlatıldığı yerde Gazali’yi de hatırlamak gerekir. Zira Gazali Nassları esas almak ve savunmak için felsefe ile de derinlemesine ilgilenmiştir. Grek Felsefesi ve özellikle Aristo felsefesini çok iyi eleştirmiştir. Onların akıl metodu ile bazı yanlışlarını ortaya çıkardı. Bunun için Aristocu ve Yeni Eflatuncu Felsefeyi derinlemesine inceledi. Bunun için üç senesini verdi ve sonuçta onların açıklarını buldu ve yine akılcı bir metotla “Tehafetü’l-FElasife” isimli eserini yazdı ve filozofların “Determinizm” adını verdikleri “Sebep – Sonuç” ilişkisinde sebeplerin sonuçları meydana getireceği tezini eleştirdi. Sebeplerin sonuçları doğurmayacağını, sonuçların sebeplere ihtiyacı olduğunu, gerçek sebebin ise yüce yaratıcı olduğunu, onun ilim, irade ve kudreti olmazsa ve sebebi de sonucu da yaratmazsa hiçbir sebebin sonucu meydana getiremeyeceğini ispat etti. Zira sebeplerin tümünün aciz, cahil, ilim, irade kudretten yoksun olduğunu, tesir sahibi olmadıklarını müessir-i hakikinin ancak Allah olduğunu ve filozofların bu konuda yanıldığını ispat etti.

Gazali filozofların yanlışlarından birisinin de Allah’ın fiilleri ile insanların fiillerini birbirine karıştırmaları olduğunu söyler. Allah’ın işlerini fani ve noksan, cüz’i ilim, irade ve kudete sahip olan insanın fiilleri ile eşit görmeleridir. Bu kıyas “Kıyas-ı maal-farıktır” Zira Vacip ve mümkünün kıyası sağlıklı sonuç vermez. Her şeyi yoktan yaratan sonsuz ilim, irade kudret sahibini insanın fiilleri ile kıyas edilerek anlaşılamaz. Allah’ın ilmi ve kudreti ile insanların ilmi ve gücü kıyas edilemez der. Buna “Kıyas-ı Hadî” yani aldatıcı kıyas denir.

İbn-i Rüşd buna karşı “Tehafetü’t-Tehafüt” diye bir eser yazmış ise de Gazali karşısında aciz kalmış ve bundan sonra Meşşâi Felsefesi itibardan düşmüş ve gelişme kaydedememiştir.

Youtube Kanalıma Abone Olun!

Düzenli olarak paylaştığımız videoları kaçırmayın.

Abone Ol