
İlahiyatçılarımızın kafası karışık, inançlarında büyük zaaflar var. Asrımız ilmen ve fennen eski zamana nispeten harikulâde terakki ve tekâmül ettiği, her nevi bilgiye cep telefonumuzdaki bir tıklama ile ulaşabildiğimiz, İnternetteki bilgilerin çoğunun ilmî ve aklî delillerle tahkiki mümkün olmadığı, liyakati olmayanlar her konuda fikir beyan ettiğinden kafalar karışık.
İlâhiyat Fakültesi açıldığı zaman Ord. Prof. Ali Fuat Başgil “Eyvâh!” der. Yanında bulunanlar “Hocam! Neden ‘eyvah!’ çektiniz? Ne güzel İlâhiyat Fakültesi açılıyor, buna sevinilmez mi?” derler.
Hoca şöyle cevap verir:
“- Evet sevinmemiz lazım; ancak bu fakülteden iki türlü insan mezun olur. Birincisi, dindar, Allah’tan korkan ve dinin vecibelerine itaat eden alimler. Bunlar yüzde bir denecek kadar azınlıktadır. Diğerleri ‘Din Filozofu’ olurlar” diye cevap verir.
“- Efendim, Din Filozofu ne demek?” derler.
Cevap verir:
“- Din Filozofu, akademik ve ilmî bilgi adı altında dini metinler üzerinde tartışma yapan kimselerdir. Bunlar Allah’tan korkmazlar, dinin vecibelerini yerine getirmezler” diye cevap verir.
**
Maalesef Ali Fuat hocamız çok haklı çıktı. Televizyon kanallarına, Yotube’deki videolara ve İlahiyat sahasında yayınlanmış akademik kitapların çoğuna baktığımız zaman “Akademik Araştırmalar” adı altında Kur’an-ı Kerimi ve Peygamberimizin hadislerini irdeleyen, din sahasında otorite olmuş ve ümmet tarafından “İmam-ı Azam” “Hüccetü’l-İslam” ve “Bediüzzaman” olarak kabul edilmiş ulema hakkında eleştiri sınırlarını da aşan tenkitlerin yapıldığını görüyoruz.
Bu akademisyenleri dinleyen gençlerin ve Müslümanların kafası karışıyor ve inançları şüpheye dönüşmeye başlıyor. Bu da ibadet ve ahlakta büyük bir yıkımı netice veriyor. Böylece Müslümanlar dinden uzaklaşıyor.
Gençlerin Deizme kaymaları ve dini hayattan uzaklaşarak “Seküler” bir anlayışa yönelmelerinin altında İlahiyatçıların büyük payı olduğunu düşünüyorum.
**
İlahiyatçılarımızın kafası karışık, inançlarında büyük zaaflar var. Asrımız ilmen ve fennen eski zamana nispeten harikulâde terakki ve tekâmül ettiği, her nevi bilgiye cep telefonumuzdaki bir tıklama ile ulaşabildiğimiz, İnternetteki bilgilerin çoğunun ilmî ve aklî delillerle tahkiki mümkün olmadığı, liyakati olmayanlar her konuda fikir beyan ettiği ve bunu İnternet ortamında uluorta yaydığı için “Selef-i Salihinin” kendi zamanlarında toplumu ikna eden Akaide dair bilgileri ve metinleri bu zamanın insanını ikna edemiyor. Yeni nesil bu zamana uygun ilmî, aklî ve fennî delillerle izahlar istiyor.
Maalesef ilahiyatçılarımız bu ihtiyaca cevap vermede yetersiz kaldıkları için bırakın karşısındaki ikna etmeyi, kendisi de inancında şüphe duymaya başlıyor.
**
Çare nedir?
Çare Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin bu asra uygun olaran Kur’ân-ı Mucizu’l-Beyandan istihraç ettiği iman hakikatlerini okumaları, anlamaları ve kendi fikirleri ile bu imanî meseleleri daha da zenginleştirerek gençlere ve topluma anlatmalarıdır.
İlim adamlarımız ve akademisyenlerimiz “İlmî Enaniyeletlerini” bırakmaları, “Tevazu” ile ve anlamak amacı ile Risale-i Nurları okumaları gerekir. İlim mütevazi gönüllere akar. İlim ezber bilgiler değildir; ilim, anlayıştır, çağımızın yeni bilgileri ile Kur’ân-ı Kerimin hakikatlerini sentezleyerek gençlerin ve avamın anlayacağı şekilde sunabilmek, onlara delillerle hakikatleri gösterebilmek, aklıllarını ikna ve kalplerini tatmin etmektir. Bu tartışma ile olmaz, “Müdavele-i Efkâr” ile “İnsaf” ile ve “Bürhanlar” ile olur.
Dinin şe’ni bürhan üzere gitmektir.
İlahiyatçılarımızdan bunu bekliyoruz. Önce kendilerini ikna etsinler. İnanmayan inandırmaz, ikna olmayan ikna edemez; anlamayan anlatamaz. Akademisyenlerimiz batı filozoflarını hayranlıkla okudukları gibi bu vatanın yetiştirdiği “Bediüzzaman” unvanın bihakkın layık olan Said Nursi’in Risale-i Nur Külliyatını eleştirmek için değil, anlamak için okusunlar. Kendilerini donanımlı hale getirsinler.