DİN
29.9.2024 19:35

İlim ve Cehalet

Mehmet Ali Kaya
Mehmet ALİ KAYA
İlim ve Cehalet

İlim, kesin ve doğru, hak ve hakikate uygun bilgi demektir. Bir şeyi Allah’ın yarattığı gibi ve olduğu gibi bilmektir. Eşyanın hakikatine vakıf olmaktır. Nitekim Peygamberimiz (asm) “Allah’ın bana eşyanın hakikatini olduğu gibi göster” buyurarak hak ve hakikati olduğu gibi görmenin gerçek ilim olduğunu ifade etmiştir.

İlim, kesin ve doğru, hak ve hakikate uygun bilgi demektir. Bir şeyi Allah’ın yarattığı gibi ve olduğu gibi bilmektir. Eşyanın hakikatine vakıf olmaktır. Nitekim Peygamberimiz (asm) “Allahümme erine’l-eşyâe kema hiye hakkahâ” “Allahım! bana eşyanın hakikatini olduğu gibi göster” buyurarak hak ve hakikati olduğu gibi görmenin gerçek ilim olduğunu ifade etmiştir.

Eşya bizi yaratan Rabb'in sıfat ve isimlerinin tecelli ettiği aynalardır, bu aynalara dikkatli nazarlarla baktığımızda orada tecellî eden Rabb'imizin isim ve sıfatlarını görebiliriz. İsim ve sıfatları tebârüz edenin bilinmesi mümkün olabilir.” Bu sebeple “Allah'ın hesabına kâinata bakan adam her ne müşahede ederse ilimdir. Eğer gafletle sebepler hesabına bakarsa, ilim zannettiği şey de cehl olur.”

İrfan ilimle beraber olan tecrübî olgunluk ve marifettir. İlimde gerçeklik, marefette seziş vardır, bu sebeple kesinlik ifade etmez. İlimden kaynaklanan sezgiye ayrıca “feraset” denir. Feraset ilim ve irfandan kaynaklanan gerçeği sezme ve geleceği görebilmedir. Bu sebeple ilim irfandan üstündür. Tasavvuf ise irfanı öncelediği için hakikatlere tam vakıf olamaz, marifeti de sezgisi de noksandır. Bu sebeple pek çok yanılmalar meydana gelmiştir.

Kur’ân-ı Kerim ilmi zan ve hevanın karşıtı olarak ele alır. Kur’an-ı Kerimde ilim, zann ve hevanın hükmetmediği gerçeğe uygun kesin bilgidir. Bu sebeple yüce Allah “Rabbim! İlmimi artır” (Taha, 20:114.) diye dua etmemizi ister. Burada kast edilen ilim vahiy ve imanla beraber olan ilimdir. İman gözü ile kâinata bakan adam hak ve hakikati görebilir, yoksa cehalete düşer.

**

İman etmeyenler ilme değil zanna uyarlar. İnkarlarının dayanağı tamamen zandır. Zan ise hakikate uymadığı için cehalettir. Yüce Allah “Onların bu konuda kesin bilgileri yoktur, onlar zanaa uyarlar” (Tegabün, 64:24.) buyurur. Müşriklerin ve münafıkların durumunu şöyle ifade eder: “Birçokları bilmeden keyiflerine ve hevalarına göre halkı şaşırtıyorlar” (En’am, 6:119.) ferman eder. İnsanları şaşırtmak ve doğrudan uzaklaştırmak doğru bilmemekten, yanlış bilmekten, yani cehaletten kaynaklandığını ifade eder.

Zan bilgi olmadığı ve yanlış bilmek olduğu için Allah katında hiçbir değeri yoktur. Nitekim Necm Suresinde yüce Allah “O putperestler sadece zanlarına, kuruntularına ve kişisel arzularına uyuyorlar.” (Necm, 53:23.) “Oysa onların bu konuda bir bildikleri yok; sadece zanna uyuyorlar. Zan ise asla gerçek bilginin yerini tutamaz” (Necm, 53:28.) buyurur.

**

Beş duyu dışında bilginin iki kaynağı vardır. Vahiy ve Akıl. Vahy, mucize ile müeyyed olan peygamberin hak ve hakikati ifade eden sözleridir. Peygamberler asla yanlış bilgi vermezler. Akıl ise yanlış bilgilerle ve yanlış inançlarla bozulmamış salim akıldır.

İman kesin bilgidir. Yine vahiy ile gelen bilgiler aklımız almasa da bir bilgimizin yetersizliği ile onu anlamasak da kesin hak ve hakikattir ve doğrudur. Zamanla ilmimiz arttıkça ve dünya geliştikçe hakikat olduğu anlaşılır. Akılla elde ettiğimiz bilgiler ise tecrübeye ve araştırmaya dayandığı için “Zann-ı Galip” ifade ederler. Aksi ispat edilemediği sürece doğru kabul edilir. Aklın ürünü olan ve deneyle kazanılan bilgiler zanni bilgilerdir ve kesin değildirler, zamanla başkaları daha başka bulgulara ulaştıkları zaman onun yanlışlığı ortaya çıkar. Fenni ve felsefi bilgilerin gelişmesi böyledir.

**

Din, vahye ve esere dayanır, reye ve yoruma dayanmaz. Akıl vahiyle gelen bilgileri doğrı şekilde anlamak içindir. Bu da delillerle olur. Vahiy bu noktada “Ayettir” yani delildir. Varlık alemindeki her şey de “Ayet”tir. Yani, Allah’ın varlığına birliğine, isim ve sıfatlarına delildir. Bu sebeple Kur’an-ı Kerim varlığa “ayet” adını verir.

Peygamberimiz (asm) “Ahir zamanda ilim kalkar, cehalet çoğalır. Alimlerin fetva vermede bilgileri olmaz. Halk arasında imtiyazları da kalmaz. O zaman neslimden Mehdi gelir de ilmi yeniden ihya eder” (Buhari, Fiten, 5; Nursi, Mektubat, s. 255; İmam-ı Rabbani, Mektubat, 1:234; Mektubat-ı Rabbani Tercümesi, çev. Abdülkadir Akçiçek, İstanbul, 1:565, 566.) buyurmuşlardır.

Bir diğer hadiste “Allah kullarından birdenbire ilmi çekip almaz. Fakat âlimlerin ruhunu almakla ilmi kaldırır. Öyle ki hiçbir âlim bırakmayınca insanlar câhil liderler edinirler. Onlara soru sorulduğunda bilgisizce fetva verirler. Böylece hem kendileri haktan sapar hem de insanları saptırırlar.” (Buhari, İlim, 34, İ'tisam: 7, 13; Muslim, İlim, 13; Tirmizî, İlim, 5; İbni Mâce, Mukaddime, 8.)

Ahir zamanda inkârcı cereyanlar çoğaldığı ve Allah inkâr edildiği için zanna dayanan bilgiler insanları yanıltır ve imansızlık hastalığı çoğalır. Allah'ın hesabına kâinata bakan adam her ne müşahede ederse ilimdir. Eğer gafletle sebepler hesabına bakarsa, ilim zannettiği şey de cehalet olduğu için Mehdi iman hakikatlerini ispat ederek küfür ve inkâr cereyanlarını ilimi ve akli-mantıkî delillerle çürütür. Böylece dini ve sünnet-i seniyyeyi yeniden ihya eder.

İlim öğrenmek ve gerçekleri ortaya çıkarmak nafile ibadetlerden daha faziletli ve sevaptır. Peygamberimiz (asm) “Alimlerin ilmi gönüllere hayat verir. Ölmüş olan yeryüzü semadan gelen yağmurun diriltmesi gibi, ölmüş kalpleri de alimlerin hakikatli ilimleri diriltir.” (Muvatta, İlim, 59.) İşte Mehdi de ilimle akılları istikamete sevk ederek kalpleri dirilterek dini ihya eder.

Peygamberimiz (asm) “İlim Çin’de de olsa alınız; zira ilmi talep etmek farzdır” (İbn-i Mace, Mukaddime, 17.) buyurarak hak ve hakikatin kimde, nerede olursa olsun alınmasını emretmiştir. Hakkı kabul etmemek ise kibir ve gururdur.

Allah bizleri kibir ve gururdan korusun hak ve hakikati nerede olursa olsun almamızı nasip etsin. Gurur ve kibir sahibi ilim sahibi olamaz. Sular enginlere doğru akıp göller ve denizleri oluşturduğu gibi ilim de mütavazi, alçak gönüllü olanların kalplerine yerleşir. Allah katında değerli insan mütevazi olan, değersiz olan da gurur ve kibir sahibi insandır.

**

Din, Kur’an ve Sünnete Uymaktır.

Muhammed Nebisinin dini ahbârdır.

Bir genç için en güzel vâsıta âsârdır.

Hadislere ve ehli hatalı görülmesin.

Rey, karanlık, hadisler ise aydınlıktır.” (Ubeyde b. Ziyad el-Isbahanî)

Süfyan-ı Servî (v.161.) “Din eserdir, rey değildir” der.

El-Evzâî (v.157.) “Siz âsâra uyun, şahısların görüşlerine değil…” der. (Hatip Bağdadi, Şeref-u Ashâb-ı Hadis, Ankara-1991, s.6.)

Youtube Kanalıma Abone Olun!

Düzenli olarak paylaştığımız videoları kaçırmayın.

Abone Ol