SİYASET
8.2.2024 18:19

İstibdat Nedir

Mehmet Ali Kaya
Mehmet ALİ KAYA
İstibdat Nedir

İstibdad, baskı rejimi ve zorba idare anlamına gelmektedir. Kuvvet kullanarak hükmünü icra etmeye çalışmak istibdadı netice verir. İstibdad yalnızca idarede olmaz, istibdadın mânevi, siyasî ve ilmî olanları da vardır. Bediüzzaman İstibdad altında din, ilim ve vicdan hürriyetinin sağlanamayacağını belirtir.

İstibdad, baskı rejimi ve zorba idare anlamına gelmektedir. Kuvvet kullanarak hükmünü icra etmeye çalışmak istibdadı netice verir. İstibdad yalnızca idarede olmaz, istibdadın mânevi, siyasî ve ilmî olanları da vardır. Sadece kendi düşünce ve bilgisini doğru kabul ederek başka fikir ve düşünceleri dikkate almamak “İlmî İstibdad” insanlara psikolojik, manevi baskı ve korku vermek “Manevî İstibdad” ve insanları zorla idare etmeye ise “Siyasî İstibdad”dır.  Abbasiler döneminde iktidara dayanan “Mutezile Mezhebinin” kendi görüşlerini halka zorla kabul ettirmeye çalışması ve kabul etmeyen İmam-ı Azam ve Ahmet b. Hambel gibi ilim ve din adamlarını hapsetmesi ilmî istibdada örnektir. Aynı şekilde Bediüzzaman’ın otuz seneden fazla hapislerde ve sürgünlerde dolaştırılması da siyasi istibdada yakın bir örnektir.    

Birinci Meşrutiyetin ilanından sonra ikinci meşrutiyete geçişe kadar geçen zaman da Osmanlı’da yaşanan bir İstibdad dönemi olmuştur. Bediüzzaman 18 Mart 1909 tarihinde “Dini Ceride’de “Dünya için din feda olunmaz. Gebermiş istibdadı muhafaza için, vaktiyle mesail-i şeriat rüşvet verilirdi. Dinin meseleleri terk ve feda edilmesinden, zarardan başka ne faydası görüldü?” (Tarihçe, 2006, s.92.) diyerek bu istibdadın dinin meselelerinin terk ve feda edilmesi olarak görür. Dinimiz hürriyeti esas alırken dini gerekçelerle İstibdad ve baskıya yönelmek elbette dini feda etmek anlamına gelmektedir. Bediüzzaman “İstibdat, zulüm ve tahakkümdür. Meşrutiyet, adalet ve şeriattır. Padişah, Peygamberimizin emrine itaat etse ve yoluna gitse halifedir. Biz de ona itaat edeceğiz. Yoksa Peygambere tâbi olmayıp zulmedenler, padişah da olsalar haydutturlar” demektedir. (Tarihçe, 102) derken bu hususları nazar-ı dikkatimize havale etmektedir.

Bediüzzaman Cumhuriyet için de “Hürriyetin en geniş şekli Cumhuriyettir. Hükümet de cumhuriyetin en serbest şeklini kabul etmiştir, öyle “hürriyet-i ilmiyeyi” İstibdad altına alamaz ve onu bir suç olarak tanımaz. Evet, dünyada hiçbir hükümet bir tek kanaat-ı siyasiyede bulunamaz, elbette her hükümette muhalifler bulunur, sadece fikren muhalefet asayişe dokumamak şartıyla bir suç sayılmaz.” (Tarihçe, 359) demektedir.

Bediüzzaman İstibdad altında din, ilim ve vicdan hürriyetinin sağlanamayacağını belirtir. “İstibdad-ı mutlak altında hiçbir hürriyet, ne hürriyet-i ilmiye, ne hürriyet-i vicdan ve ne de hürriyet-i diniye olmaz” (Tarihçe, 1000.) demektedir.

Bediüzzaman daima hürriyetçi olmuş ve hep hürriyeti savunmuştur. O kendisi için değil, bütün insanlık için istemiştir. Daha meşrutiyetin başında “Hürriyet ve Meşrutiyet’in fayda ve faziletlerini anlatmak için gittiği Doğu Anadolu’da bedevilere ve köylülere, medreselilere ve mollalara öncelikle “İstibdad nedir?” sorusuna cevap vermekle başlar.

Bediüzzaman “İstibdadın” tarifini yapar. İstibdadın ne olduğu bilinirse ondan sakınmak mümkün olur. Ne olduğu bilinmeyen bir şeyden elbette sakınmak mümkün değildir.

İstibdad, tahakkümdür.” Tahakküm, zorla hükmetmek, zorbalık yapmak, baskı kurmaktır. Havas denilen yüksek tabaka, yani zenginler ve idarecilerdeki meziyet tevazu ve mahviyete sebep olması gerekirken, maalesef tahakküme sebep olmuştur. (Mektubat, 2004, s. 799) Bediüzzaman’a göre “İmanlı fazilet, medâr-ı tahakküm olmadığı gibi, sebeb-i İstibdad da olamaz. Tahakküm ve tagallüp etmek faziletsizliktir. Ehl-i faziletin en mühim meşrebi, acz ve fakr ve tevazu ile hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye karışmak tarzındadır.” (Lem’alar, 2005, s. 411) Yine Bediüzzaman’a göre “İstibdad, muamele-i keyfiyedir.” Keyfî davranmak, kanun ve kural tanımaz davranıştır.

“İstibdad, kuvvete istinad ile cebirdir.” İstibdad kuvvete dayanır. Kuvvetle iş yapmaya dayanır. Zor ve kuvvet kullanmaktır. İnsanı hayra ve şerre, iyiye ve kötüye zorlamak zulümdür. Allah zulümden münezzeh olduğu için insanı “Hür” yaratmış ve “Hür” bırakmıştır. Din gibi hayr-ı mutlak olan bir hayra zorla çağırmak dahi zulüm olduğu için “Dinde zorlama yoktur.” (Bakara, 2:256.)

“İstibdad, rey-i vahiddir.” Tek görüş. Başka görüş ve düşünceye fırsat vermemektir. Tek kişinin görüşünü esas almak, başak görüş ve düşüncelere değer vermemektir. “Doğru bir tanedir, başka doğru yoktur” düşüncesini kabul ettirmeye çalışmaktır.

“İstibdad, sû-i istimâlâta gayet müsait bir zemindir.” Hürriyetin olmadığı bir yerde her şey kötüye kullanılmaya müsaittir. Makam, mevki, ilim, din, manevi makam; velhasıl her şey sû-i istimale uğrar. Çünkü her şey gizlilik perdesi arkasında yapılır. Hiçbir şey şeffaf ve açık değildir.

“İstibdad, zulmün temelidir.” Zulüm, hak sahibine hakkını vermemek, haksızı cezalandırmamaktır. İstibdad idaresinde insanlar korku içinde yaşarlar. Doğruyu konuştukları zaman başlarına ne geleceği belli değildir. Gizlilik içinde hareket ettikleri için haklar savunulamaz, haksızlar her türlü yalan ve iftiralarla hakları gasp ederler. Bu durum ise zulmün temelidir. Zulüm ise insanlığı mahveder, insanlık ancak hürriyetle

“İstibdâd, insaniyetin mâhisidir.” İnsanlık irade ve hürriyetin kullanımı ile insanlık olur. Bir insanın irade ve hürriyetini elinden almak onu köleleştirmek demektir. İradenin hür bir şekilde kullanımı iledir ki, insanın kabiliyetleri inkişaf eder. İradesi ipotek altına alınan, korkutulan ve zorlanan bir insanın insanlığı ölür, mahvolur.

“Sefâlet derelerinin esfel-i sâfilînine insanı tekerlendiren istibdaddır.” Allah her insana çeşitli kabiliyetler vermiştir. Bu kabiliyetler hürriyet ortamında gelişir. Baskı, cebir kabiliyetlerin sönmesine ve zamanla ölmesine sebep olur. Bu da sanatın ve teknolojinin gelişmesini engeller. Yeniliklere karşı olan İstibdad idareleri yeniliklere ve buna geliştirenlere şüphe ile baktıkları için onların çalışmalarına engel olurlar. Bu da toplumları sefalet derelerine atar.

“Âlem-i İslamiyeti zillet ve sefâlete düşüttüren ve ağraz ve husûmeti uyandıran ve İslâmiyeti zehirlendiren, hattâ her şeye sirayet ile zehrini atan, o derece ihtilâfâtı beyne’l-İslam ikâ edip, Mûtezile, Cebriye, Mürcie gibi dalâlet fırkalarını tevlit eden istibdâddır.” Fikir ve ilim bağlamında yapılan baskılardır ki, ihtilafları körükler, bölünmelere sebep olur ve düşmanlıkları artırır. Tarihteki bu çeşit baskılar ve İstibdad idareleridir ki dalalet fırkalarını doğurmuş ve ilmin gelişimine engel olmuştur.

İstibdâdın çeşitli şekilleri ve kısımları vardır. Bunlardan en önemlisi “İstibdâd-ı İlmîdir.” Doğru bir tanedir, başka doğru yoktur düşüncesi çeşitli kabiliyet ve istidada sahip ve dünyanın çok farklı şartları ile karşılaşan insanları yanlış düşüncelere iterek dalalet fırkalarının doğmasına sebep olmuştur.

İstibdad toplumu ve toplumu meydana getiren bireyleri zehirleyen ve zehrini her yere sirayet ettiren öldürücü bir zehirdir. Bu derece zararlı olan İstibdattan kurulmadıkça hiçbir ilerleme, terakki ve tekâmülü sağlamak mümkün görünmemektedir. Bunun içindir ki Bediüzzaman öncelikli olarak istibdadın ne olduğunu ve ne derece zararlı olduğunu anlatmakla işe başlar.

Youtube Kanalıma Abone Olun!

Düzenli olarak paylaştığımız videoları kaçırmayın.

Abone Ol