SİYASET
5.2.2025 17:33

İstibdat ve Demokrasi Farkı

Mehmet Ali Kaya
Mehmet ALİ KAYA
İstibdat ve Demokrasi Farkı

Avam dediğimiz toplumun bu kesimin tefekkürü hayal, aklı gözünün gördüğü şeylerle sınırlıdır. Bu nedenle avamı ikna edecek olan husus temsiller ve hikâyelerdir. Halkı, avamı aklî delillerden ve ilmî bahislerden ziyade temsiller ikna eder. Dolayısıyla istibdadın kötülüğünü, demokrasinin faziletini temsillerle tasvir edip göstermek gerekir.

Toplumdaki insanların çoğu “avam” dediğimiz orta seviyedeki bilinçsiz ve bilgi seviyesi az olan cahil insanlardır. Avam dediğimiz toplumun bu kesimin tefekkürü hayal, aklı gözünün gördüğü şeylerle sınırlıdır. Bu nedenle avamı ikna edecek olan husus temsiller ve hikâyelerdir. Halkı, avamı aklî delillerden ve ilmî bahislerden ziyade temsiller ikna eder. Dolayısıyla istibdadın kötülüğünü, demokrasinin faziletini temsillerle tasvir edip göstermek gerekir.

Bediüzzaman Said Nursi hazretleri demokrasinin faziletini ve istibdadın kötülüğünü şöyle bir misalle anlatır. “Hükümet hekim gibidir; millet hastadır. Farz ediniz, ben şu çadırda oturmuş bir hekimim. Şu etraftaki her bir köyde, Allah etmesin, birer ayrı hastalık var. Ben o hastalıkları teşhis etmemişim, hem de tâcizimi istemeyen dalkavuklardan ve yalancılardan başka kimseyi görmemişim. Şu halde, şu köylere tanımadığım bir hastalığa, görmediğim bir hastaya gönderdiğim reçetesiz ölçüsüz bir ilacı kullanan acaba şifa bulur mu?” köyde açlık hastalığı var, siz ona hazmı kolaylaştıran bir ilaç göndermek veya düşmanlık hastalığının olduğu bir vücuda düşmanlığı artıran bir ilaç göndermek acaba tedavi etmek midir? Bu Azrail’e yardım etmek değil midir? “Ölmeden önce ölmek” buna derler.

İşte istibdadın timsali ve misali budur. Geçmiş dönemde Padişah kendi yerinde mahpus gibi oturuyordu, biçâre milletin hâlini anlamıyordu. Yahut evhamlı aklıyla, kalb zayıflığından anlamak istemiyordu. Veya hevesine ve keyfine göre hareket ettiğinden tabiatı anlattırmaya müsait değildi. Hükümetin bu istibdadını kurumlardaki ve idarecilerdeki keyfî ve hevese dayana yönetim de böyledir. Hatta taklitçiliği doğuran ilmin istibdadı dahi böyledir.

Hükümet-i İslâmiyenin hedef-i maksadı olan meşrutiyet-i meşrua yani demokrasinin timsali ise şöyledir. Farz ediniz ben bir hekimim. Şu çadır dahi eczanedir, içindeyim. Umum köylerde veyahut evlerde çeşit çeşit hastalıkları teşhis etmiş, reçetesini yazmış seçilmiş bir adam yanıma geliyor ve reçetesini sunuyor. Meselâ, reçetenin birinde diyor ki “cehalet hastalığı ve baş ağrısı var.” Ben dahi fen ilimlerini önce onların dilinde, sonra resmî dille onlara veriyorum. Bir başkasının reçetesine bakıyorum, kalp hastalığı olan din zafiyeti var. Ben de fen ilimlerini İslam ilimleri ile mezcederek bir macun yapıyorum ve muallimlerin ellerine veriyorum, gönderiyorum. Diğerinde düşmanlık ve ihtilal sıtması var. Ben de fikr-i milliyeti uyandırarak ışıklandırarak adalet ve muhabbet ilacı veriyorum. İşte ancak böyle bir hekim vatan hastanesinde biçâre çocukları helak olmaktan kurtarır.

İşte meşrutiyet ve demokrasinin nurani timsali budur.

Peygamberimiz (sav) “Hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüğünüzden mesulsünüz” (Müslim, İmare, 20) buyurmaktadır. Her bir insan makamına ve durumuna göre bu prensibi dikkate almak gerekir. Her bir idareci idare ettiği kişilerin sorumluluğunu taşımak durumundadır.

Bediüzzaman “Hâl-i hazırdaki demokrasinin uygulamalarında çok zararlarını görmekteyiz. İdareciler demokrasi yönetiminde de topluma zulmetmektedir. Sen hastalıktan vücudu şişen bir adamı güzel gördün” diyenlere şöyle cevap vermektedir.

“Hayır, aksine! Ben bir akarsudan su almak istedim. Bir bulutum çalışarak yağmur indirmesini arzu ettim. Siyah gözlü bir huriyi güzel gördüm. Huri gibi güzel bir hürriyeti methettim. Sizin gördüğünüz zulüm meşrutiyetin ve demokrasinin hatası değil, belki kafanızdaki cehâletin zulmetindendir. Siz divaneliğinizle kısa yolu uzun yapıyorsunuz. Hak ve hürriyetlerinizi bilmiyor ve gereğini yapmıyorsunuz. Devlete vermeniz gereken vergiyi hazırlayıp vermiyorsunuz ve zulme kendiniz sebep oluyorsunuz. Bir millet cehaletle hukukunu bilmezse ehl-i hamiyeti dahi müstebit eder.”

Hem siz diyorsunuz ki ‘bu yeni meşrutî hükümet de eskisi gibi zayıftır.’ Evet, kuvvetsizlikte dokuz yaşındaki çocuk, doksan yaşındaki ihtiyara benzer. Fakat o kabre doğru eğilerek inip girer, şu ise doğrulur ve gençliğe doğru yükselir gider.” Bu nedenle istibdat idareleri zamanla ölüme ve yokluğa mahkûmdur, meşrutiyet ve demokrasi ise gelişerek ve büyüyerek geleceğe doğru yol almaya devam edecektir.

Neden demokratik idareler bulanıktır, safi olmuyor ve sizin bize anlattığınız gibi mükemmel görünmüyor?” diyenlere de şöyle cevap verir: “Yüz seneden beri haraba yüz tutan bir şey, birden yapılmaz. Size bir misal daha vereceğim. Bir çeşme başı çok zaman taaffün ve tesemmüm etmiş, içine çok pislik düşmüş, sonra da onu temizlemek için o pislikler içinden çıkarılsa ve bir havuz gibi yapılsa, acaba o pınarın suyu bir zaman bulanık olarak gelmeyecek mi? Fakat merak etmeyiniz; akıbet ve sonuç berrak olacaktır.” (Münazarat, 1999, s. 17-19)

Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin demokrasi konusunda görüşleri bundan ibaret değildir. Bu konudaki görüşlerini ve düşüncelerini yazmaya devam edeceğiz.

Youtube Kanalıma Abone Olun!

Düzenli olarak paylaştığımız videoları kaçırmayın.

Abone Ol