Bediüzzaman “Bu zamanın en büyük farz vazifesi İttihad-ı İslâmdır.” (Hutbe-i Şâmiye, 90.) buyurmaktadır. “Azametli bahtsız bir kıt’anın, şanlı tali’siz bir devletin, değerli sahipsiz bir kavmin reçetesi; İttihad-ı İslamdır” (Mektubat, 2005, s. 793.) demektedir.
Bediüzzaman “Bu zamanın en büyük farz vazifesi İttihad-ı İslâmdır.” (Hutbe-i Şâmiye, 90.) buyurmaktadır. “Azametli bahtsız bir kıt’anın, şanlı tali’siz bir devletin, değerli sahipsiz bir kavmin reçetesi; İttihad-ı İslamdır” (Mektubat, 2005, s. 793.) demektedir.
Bediüzzaman yine “İttihat, imtizac-ı efkârdır” buyurur. Her şeyden önce inanç ve fikir birliği kamuoyunda tartışılarak umumi bir şekilde kabul görmesi gerekir. Herkes aynı görüşü paylaşmayabilir; ancak ortak bir noktada ve asgari müştereklerde birleşme sağlanabilir. Bu da ancak millî hayaller ve ideallerle mümkün olur. İslam milletinin Bediüzzaman’ın “Gaye-i Hayal” dediği idealler ve gelecek ile ilgili hedefler olmalıdır ve bunlarda şaşma olmamalıdır. Nitekim peygamberimiz (sav) “İstanbul fetholuncaktır. Onu fetheden komutan ne iyi komutan ve onu fetheden asker ne iyi askerdir” müjdesini tahakkuk ettirmek için Müslümanlar 800 sene çalışmışlardır. Daha sonra Yavuz Sultan Selim “İttihad-ı İslamı” sağlamıştır. Peygamberimizin (sav) Müslümanlar için koyduğu hedefe ulaşılmıştır; ama hedefler henüz bitmemiştir. Peygamberimiz (sav) Roma’nın da fetholunacağı müjdesini vermiştir. Yıldızları hedef olarak göstermiş ve “İslamın nuru şu yıldızları da aydınlatacaktır” buyurmuştur. Bediüzzaman bu hedeflere “Gaye-i hayal” der ve “Gaye-i hayalden nisyan veya tenâsi, ezhanı enelere çevirir” buyurmaktadır. (Tuluat, 2007, s.96; Sözler, 2005, s.1152.) İnsan idealini unutursa enaniyeti güçlenir ve bencilliğe yönelir; aynı şekilde milletler de ideallerini unuturlar veya unutturulursa milli enaniyet ve milli bencillik olan ırkçılığa yönelir. Bu ise hem ferdin hem de milletin felaketi demektir.
Bediüzzaman Said Nursi hazretleri ittihad-ı İslam hedefini koyduktan sonra bunun tahakkukunun hem kolay hem de gerekli olduğunu “Sultan Selim’e biat etmişim. Onun ittihad-ı İslâmdaki fikrini kabul ettim. Zira o, vilâyat ı şarkiyeyi ikaz etti. Onlar da ona bîat ettiler. Şimdiki şarklılar, o zamanki şarklılardır. Bu meselede seleflerim, Şeyh Cemaleddîn-i Efganî, allâmelerden Mısır müftüsü merhum Muhammed Abduh, müfrit âlimlerden Ali Suâvi, Hoca Tahsin ve İttihad-ı İslâmı hedef tutan Namık Kemal ve Sultan Selim’dir ki, demiş: ‘İhtilâf u tefrika endişesi / Kûşe-i kabrimde hattâ bîkarar eyler beni. / İttihadken savlet-i a’dâyı def’e çaremiz, / İttihad etmezse millet, dağ-dar eyler beni” (Divan-ı Harb-i Örfî, 1993, s. 29.) ifadeleri ile açıklama ihtiyacı duymuştur. Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa Birliği gibi örnekler Müslümanların da böyle bir hedefe yönelmesi gerektiğini göstermek için yeterlidir. Gerek ABD, gerekse AB Müslümanların bu hedefe yönelmesine engel olmaz ve olamazlar. Zira siyasi konjonktür ve Ortadoğu Siyaseti, terör ve benzeri sebeplerden dolayı böyle bir birlikteliği zaruri kılmaktadır. Bu birliktelik Türkiye’nin AB üyeliğine engel olmayacağı gibi, bilakis AB üyeliğini güçlendirir. İttihad-ı İslam konusunda Türkiye’nin siyasi rolü Türkiye’yi hem AB ve ABD nezdinde, hem de İslam Dünyasında Balkanlarda, Ortadoğuda, Afrikada ve Türk dünyasında, SSCB ve Uzakdoğu ülkeleri olan Çin ve Japonya nezdinde gücünü ve itibarını artırır.
İttihad-ı İslam’a gidene yolda bizim birtakım zorluklarımız vardır. Bunları kendi içimizde aşmadan bu hedefe yönelmemiz zordur. İttihad-ı İslam’ın da bir akım şartları vardır ki bunları şöyle sıralayabiliriz:
Birinci Şart: İslam milliyetini esas almaktır. “Hakikî milliyetimizin esası, ruhu ise İslâmiyet'tir. Ve hilafet-i Osmaniye ve Türk Ordusunun o milliyete bayraktarlığı itibariyle, o İslâmiyet milliyetinin sadefi ve kal'ası hükmünde Arab ve Türk hakikî iki kardeş, o kal'a-i kudsiyenin nöbettarlarıdırlar.” (Hutbe-i Şamiye, 1996 s. 59.) Dolayısıyla Arap ve Türklerin öncelikli olarak İttihad ve ittifak için çalışmaları, siyasilerin bu konuda mutabakata varması ve ortak çıkarlar etrafında bir araya gelmeleri gerekir.
İkinci Şart: Şuray-ı Şer’îyeyi yapmaktır. Müslümanların hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyedeki sa-adetlerinin anahtarı, meşveret i şer’iyedir. “Mü’minlerin işleri aralarında şura iledir” (Şûrâ, 42:38) âyet-i kerimesi, şûrâyı esas olarak emrediyor… “En büyük kıt’a olan Asya’nın en geri kalmasının bir sebebi, o şûrâ-yı hakikiyeyi yapmamasıdır.” (Hutbe-i Şamiye, 65) Ortak şuralara önem vermeleri gerekir. Teröre ve ekonomik gelişmelere ait ortak şuralar tertip etmeleri gerekir.
Üçüncü Şart: Medar-ı münâkaşa ve ihtilaf olan hususları değil, ittifak noktalarında bir araya gelmektir. “Muttefekun aleyh olan makasıd-ı âliyeye nazar etmektir. “Rabbimiz bir, peygamberimiz bir, kitabımız birdir. Zaruriyat-ı diniyede umumumuz müttefikiz. Zaruriyat-ı diniyeden başka olan teferruat veya tarz-ı telâkki veya tarik-i tefehhümdeki tefavüt, bu ittihad ve vahdeti sarsamaz, râcih de gelemez. “El-hubbu fillah” düstur tutulsa, aşk-ı hakikat harekâtımızda hâkim olsa - ki zaman dahi pek çok yardım ediyor - o ihtilâfat sahih bir mecrâya sevk edilebilir.” (Sünuhat Tuluat İşarat, 95.)
Dördüncü Şart: Hürriyeti ve Asayişi korumaktır. Tabii birlik ve beraberlik hürriyet ve asayişi korumak için olmalıdır. Makine-i hayatın buharı, mazotu ve benzini hürriyet ve asayiştir. Hürriyet ve asayişin olmadığı yerde gelişmelerden ve kalkınmadan söze etmek mümkün olmaz.
Beşinci Şart: Muhabbet üzere hareket etmektir. Başkalarının yanlışlarını ve eksiklerini nazara vererek izhar-ı fazl etmek ve kendisini temize çıkarmaya çalışmamak gerekir. Amaç ve hedef birliği sağlamak şarttır. Yoksa senin şöyle yanlışların var, benim yok anlayışı birliği sağlamaz; bilakis kusur aramaya ve yanlış bulmaya götürür. Bu da ayrılıkları körüklemekten başka bir işe yaramaz. Başkasına leke sürmekle kendine değer vermeye çalışma politikalarından halkımız bıkmış usanmıştır. Kamuoyu zatan her şeyi takip etmekte ve değerlendirmektedir. Bediüzzaman meslek ve meşreplerde ittihadın yanlışlığına dikkatimizi çekmiş ve “Ey dinî cemiyetler! Maksadımız, dinî cemaatlar maksatta ittihad etmelidirler. Mesalikte ve meş¬replerde ittihad mümkün olmadığı gibi, caiz de değildir. Zira taklit yo¬lunu açar ve “Neme lâzım, başkası düşünsün” sözünü de söylettirir” (Hutbe-i Şamiye s. 104-105.) buyurarak asgari müştereklerde ve genel prensiplerde birliğin yeterli olduğunu ifade etmiştir.
Bediüzzaman Demokrat Partinin Pakistan ve Irak ile yaptığı “Bağdat Paktı” ittifakına çok sevinmiş ve bu gibi ittifak anlaşmalarının “İttihad-ı İslam’ı” sağlayacağını ifade ederek Cumhurbaşkanı Celal Bayar’a ve Başbakan Adnan Menderes’e tebrik telgrafları çekmiştir. Bu husus Emirdağ Lahikalarında detaylı olarak geçmektedir.