Kalite canlılık, süreklilik, katılım, hürriyet, üreticilik ve daima kendini geliştirerek yenileme ve gelişmedir. İyiden daha iyi yönetime geçebilmek ve sürekli iyileşme faaliyetidir. Kaliteyi ortaya çıkaran zorluklar ve rekabettir. Daha iyiyi yapabilmektir.
Bilgi Toplumu’ndayız. Bilgi o derece yaygın hale geldi ki toplum her sene büyük bir değişime uğramaktadır. Bu değişime ayak uydurmak için insanların da hızla değişmesi gerekmektedir. Her şey değişir, ama değişim kanunu değişmez.
Bilgilerimiz eskiyor, teknoloji gelişiyor ve toplum hızla değişiyor. Beyin gücü öne çıkıyor. Bu zamanda beyin gücü öne çıkıyor. Paradigma değişiyor. Beyin gücü öne çıkıyor. Bakış açısı ve görüşler değişiyor. Bu durumda günü değerlendirip, geleceği görerek gündemin arkasına takılmadan önüne geçmeye çalışmak gerekir. “Nereye gittiğini bilene dünya önünden çekilip yol verir” denilmiştir.
**
Yeni şeyler eski kafayla değişmez. Ya yol vermek veya yoldan çekilmek gerekir. Çözümün bir parçası olmayan sorunun bir parçası olur. Bir insan ne kadar bilirse bilsin bildiği ile amel etmiyorsa o bilgiden faydalanamaz.
Kalite amaca yönelik samimi gayretin, akıllıca yönetimin ve becerikli uygulamaların sonucudur ve kurumsal (cemaatî) bir faaliyettir. Bir yönetim becerisinin sonucudur. Yönetemezseniz geliştiremezsiniz. Kalite saygı ve nezâket işidir. Kaliteli bir insanın şiarı nezaket ve nezafettir. Her bakıdan şaibelerden uzak ve temiz olmasıdır. Bu da doğruluktan kaynaklanır ve güveni netice verir.
Kalite canlılık, süreklilik, katılım, hürriyet, üreticilik ve daima kendini geliştirerek yenileme ve gelişmedir. İyiden daha iyi yönetime geçebilmek ve sürekli iyileşme faaliyetidir. Kaliteyi ortaya çıkaran zorluklar ve rekabettir. Daha iyiyi yapabilmektir.
**
Kaliteli bir yönetimde itaat yerine katılım, yetkiyi bir elde toplama yerine dağıtma, yetkiden kaynaklanan otorite değil kazanılan otorite, sinerji, yani artı değer edinmedir, inovasyon, yani üretici kaliteli fikirlerden ortaya çıkar.
Bediüzzaman Said Nursi hazretleri “Kâinatta en yüksek hakikat imandır” buyurur. İslam bilginleri de “İmanın zirvesi kadere iman ve teslimdir. Allah’a mutlak teslimiyet ve ondan gelene rızadır.” (Ebu’d-Derda) demişlerdir. Kadere iman demek Allah’ın kâinata koymuş olduğu nizam, intizam, palan ve programa, azim ve gayretle sarılmak ve çalışmaktır.
Kader, Allah’ın kanunları ve kuralları ve bu kuralları ve kanunları keşfederek lehinde istimal etmektir. Bu da çalışmayı, gayreti, sebeplere sarılmayı ve araştırmayı netice verir. Bu konuda örnek numune-i imtisal, üsvet-i hasene Peygamberimiz (asm) ve onun varisleri olan sahabe ve ulemadır. Bu asırda Bediüzzaman Said Nursi’dir. Ne derece sebeplere sarılarak ilkelerden asla taviz vermeyerek çalışması en güzel misaldir.
**
Sünnetullah ve sünnet-i nebiyyullah planlı, düzenli ve kararlı olmaktır. İslam hayata bir düzen ve plan getirmiştir. Beş vakit namaz ve bu namaz vakitlerine göre hayatın planlanması böyle bir düzenin sonucudur. Peygamberimizin (asm) hayatı çok düzenli idi. Bütün bunlar da ilme bağlıdır. Peygamberimizin (asm) mirası ilimdir, alimler peygamberlerini varisidir. İmam-ı Gazali gibi “Huccetu’l-İslam” olan alimler “İlmin semeresi, meyvesi hidayettir” yani kemalat içinde maddi ve manevi tekâmül ve gelişmedir. Yani kaliteli hayat ve kaliteli üretimdir. İlim üretmek, fikir üretmek, siyaset ve diplomasi üretmek, teknik ve teknoloji üretmek, tümü üretimdir.
İslam üretilen her şeyin kaliteli olmasını ister ve emreder. Peygamberimiz (asm) “Allah yüksek düşünce ve yüce duyguları sever, basitlikten hoşlanmaz. Yapılan bir işin sağlam, kaliteli ve sanatlı olmasını ister ve sever. Allah sanatkâr çalışkan kulunu sever” buyurmuşlardır.
**
Üretmek için de yorum yapmak için de ilim sahibi olmak şarttır. Bilginiz yoksa sağlıklı doğru fikriniz de yoktur. Maalesef insanlar bilgi sahibi olmadan fikir sahibi oldukları için devamlı fikir değiştirmektedirler. Doğruyu ve hakkı bilen bunu savunur. Bediüzzaman “Hakkı bilen hakkın hatırını yüksek tutar. Kimin hatırı kırılırsa kırılsın yalnız hak sağ olsun. Sizin kabul etmemenizin hiçbir değeri yoktur, size kabul ettirmek için değil hakka hizmet için yazıyorum ve konuşuyorum” demektedir.
Mehmet Akif de şöyle der:
“Hâlıkın nâ-mütenâhi adı var en başı Hak!
Ne büyük şey kul için hakkı tutup kaldırmak!”
**
Öğrenmek uygulamak için, ilim de amel etmek içindir. Kimin ilmi artar ameli artmazsa Allah’tan uzaklığı artar. Faydasız ilim amelsiz ilimdir. İlimlerin şahı ve padişahı iman ilmidir. İman ilmi amelin tâ kendisidir. İmanda tefekkür de hem ilim hem de ameldir.
Peygamberimize (asm) “Amellerin hangisi daha efdaldir?” diye sorulur.
Peygamberimiz (asm) “İlim öğrenmektir” buyurur. Soruyu soran “Biz ilmi sormadık, ameli sorduk!” diye sorusunu tekrar edince Peygamberimiz (asm) “Allah’ın isim ve sıfatlarınu öğreten ilim her şeyden üstündür. Allah’ı bilen bir Ârif-i Billah arkasında namaz kılmak Allah’tan gafil birisinin arkasında bin rekât namazdan efdaldir” buyurdular.
Peygamberimiz (asm) “Bir saat tefekkür bir sene ibadetten daha efdaldir” buyurmuşlardır. Bu tefekkür imanda tefekkür konusuna aittir. İlimden kalite ve üretim doğan.
**
Allah dostu ve evliya kimdir? Evliya her şeyden önce iman edendir. (Bakara, 2:257.) Yani iman-ı kemale erendir. Zira ayetler ve hadisler daima ideal olanı bize öğretir. Dinin amacı insanı müttaki mü’min haline getirmektir. Takvâ nedir? Takvâ Allah korkusu ile nefsi gemlemek ve ruhu maaliyata sevk etmektir. İslam bilginleri takvayı “İbaretün an imtisâli evamirillahi Teâlâ ve ictinâb-ı nevâhîhâ” yani, “Allah’ın farzlarına imtisal etmek ve yasaklarından kaçmak” şeklinde tarif etmişlerdir.
Takva sahipleri sonuçta kurtulacak olanlardır. “Ve’l-âkıbetü li’t-takvâ” bunu ifade eder. “Bidayetü’-l hidaye, zahüru’t-takvâ; nihaetühâ, bâtınu’t-takvâ; felâ âfiyete illâ bi’t-takvâ; ve lâ hidayete illâ bi’t-takvâ” demişlerdir. Yani, “Hidayetin başlangıcı takvanın zahiridir. Yani haramdan kaçmaktır. Hidayetin sonu takvanın batınıdır. Afiyet ancak takvadadır. Hidayet ancak takvalı olmaktadır.” Bediüzzaman Said Nursi hazretleri bunu “Sahih bir imanla beraber farzları yapan kebireleri işlemeyen kurtulur” şeklinde özetlemiştir.
**
Allah katında en değerli mü’min müttaki mü’mindir. Müttaki bir mü’min meleklerden üstündür. İslama layık olmak, peygambere layık olmak ve Bediüzzaman’a layık olmak ancak Allah’tan korkmaya ve takva sahibi olmaya bağlıdır. Takva ise peygambere ittiba etmeyi gerektirir. Zira yüce Allah “Kim peygambere uyar, itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur” (Nisa, 4:80.) buyurur.
Peygambere itaat ise peygamberin (asm) varisi olan alimlere uymakla mümkündür. Peygamber varisi olan alimler ise mücedditler ve müçtehit alimlerdir. Bu sebeple Bediüzzaman hazretleri “Benim bir talebem bir belde de takva ve salahından dolayı parmakla gösterilecek olursa ben o beldeyi fethetmiş olurum” buyurur.