DİN
23.7.2024 21:39

Kimyay-ı Saadet

Mehmet Ali Kaya
Mehmet ALİ KAYA
Kimyay-ı Saadet

Mutluluk dört şeydedir: Allah’ı tanımak, Dünyayı tanımak, Ahireti tanımak ve Nefsini tanımaktadır. Allah’ı tanımak Onun kudretine ve rahmetine sığınmayı ve güvenmeyi ve her şeyi Ondan bilip Ona iltica etmeyi netice verir. Hz. Ali (ra) “Nefsini bilen Rabbini bilir” demiştir. Kendisini tanımaktan aciz olan Rabbini nasıl tanır?

Mutluluk Hazinesi

Giriş

Hüccetü’l-İslam ve Müceddid İmam-ı Gazali (v.1111) der ki: “Mutluluk dört şeydedir: Allah’ı tanımak, Dünyayı tanımak, Ahireti tanımak ve Nefsini tanımaktadır. Allah’ı tanımak Onun kudretine ve rahmetine sığınmayı ve güvenmeyi ve her şeyi Ondan bilip Ona iltica etmeyi netice verir. Dünyayı tanımak, dünyanın fani, aldatıcı ve ahiretin tarlası bilip ona göre davranmayı ve aldanmamayı netice verir. Ahireti tanımak ebedi saadeti kazanmak için ahlaklı, faziletli ve mükemmel bir insan olmayı netice verir. Nefsini tanımak da onun Allah’ı sevmek, Ona itaat etmek, ahirete hazırlanmak ve dünyaya aldanmamayı, nefsini terbiye ederek kusur ve hatalarından kurtulup kabiliyetlerini geliştirerek kâmil bir insan olmayı sağlar.

Nefsimizi Tanımak

Hz. Ali (ra) “Nefsini bilen Rabbini bilir” demiştir. Kendisini tanımaktan aciz olan Rabbini nasıl tanır? İnsan acizliği ve ihtiyacının çokluğu ile ihtiyacına cevap veren, üstesinden gelemediği her şeyi kudreti ile yaratıp hizmetine veren Yüce Allah’ın varlığını, kudretini ve yaratıcılığını bize bildirir. İnsan kendisine verilen cüz’î hayat, ilim, irade, kudret, konuşma, işitme ve görme sıfatları ile Allah’ın sonsuz hayat, ilim, irade, kudret, konuşma, işitme ve görme sıfatlarını anlar ve bilir.

İnsanın kendisini tanıması biyolojik tanıma, ruh ve ruhun duyguları bakımından tanıma, kabiliyetlerini ve bunların eşya ile olan alakasını tanıma, hayal, hafıza ve akıl gibi duygularının kainattaki Levh-i Mahfuz, Ruhlar alemi ve âlem-i misal gibi alemleri ile olan münasebetlerini tanımayı ve bilmeyi netice verir.

Allah insanı fiziki bir beden ve onu harekete geçiren ve faaliyete sevk eden ruh cevherinden yaratmıştır. Bedenimiz ruha tabidir ve ruh bedenden çıktığı zaman insan ölür. Sonuçta beden topraktandır, toprağa ınkılap eder; ama ruh Allah’tandır ve Allah’a rücu eder ve Ona hesap vermeye gider.

Bedenin amacı ruhu tekâmül ettirmek, eşya ile münasebet kurmak ve yaratıcıyı eserleri, esmâ ve sıfatları ile tanımak içindir.

Ruh ölmez, daima terakki ve tekâmül eder. Beden ruha ve dine tabi olursa saflaşır ve nuranileşir ve Ruh ile ebedileşir. Beden nefsin isteklerine göre hareket eder, aklı ve dini dinlemezse kirlenir ve ateşte temizlenmeden saflaşmaz.

Bedenin gıdası yemek içmek, giyinmek ve nefsani şeylerdir. Ruhun gıdası ise iman, imanda terakki, ilim, marifet, tefekkür, ibadet ve ahlaki meziyetlerdir. Bedenin görme, işitme, konuşma, hissetme gibi duyuları, ruhun ise, akıl, hayal, hafıza, öfke, şehvet ve kalp gibi duyguları vardır. Bu duyguların terbiye ve tenmiyesi ve terakkisi, cennete layık hale gelmesi ancak dinin terbiyesi ile mümkün olur.

Ruh parlak bir ayna gibidir. Günahlar ise onu kirleten pisliklerdir. Günahlar tevbe ile temizlenmez ve terk edilmezlerse ruhu öldürür, kalbi karartır ve aklı şaşırtır.

İnsan eşref-i mahlukattır. İnsan ruhu ile insandır. Beden insan ruhunun evi, elbisesi ve bineğidir. Nefis bir ata benzer. Onu yemlemeli, gemlemeli ve sizi amacınıza götürsün diye ona binmelidir ve amacınıza gitmelisiniz. Beden gıda ile ruh ise ilim, takva ve ibadetle terakki ve tekâmül eder. Kalb muhabbet mahallidir ve Allah’ın Allah’ı sevmek için yaratılmıştır. Onun nurlandıracak olan Marifetullah ve Muhabbetullahtır.

Her şey yaratılış amacına uygun istimal edilirse mutlu olur, rahat eder ve mesut olur. Kâinat Allah’ın varlığına ve birliğine delil olsun için, insan ise kâinata ve varlıklara bakarak ibret alıp yaratıcısını tanımak ve ona itaat ve ibadet etmek için yaratılmıştır. Kâinat âlem-i ekber, insan ise onun çekirdeği ve küçük bir numunesidir. Alem-i asgardır. Bu sebele kâinatın bütün varlıkları ile münasebettardır. Vazifesi iman, şükür ve tefekkürdür.

Allah’ı Tanımak (= Marifetullah)

İnsanın nefsini tanıması kâinatı ve varlığı tanımaya sebeptir. Nefsin ve kâinatın tanınması ise Allah’ın isim ve sıfatları tanınmasına vesile ve sebeptir.

Felsefe ile meşgul olanlar dahi akıllarıyla Allah’ın varlığını ve birliğini anlamışlardır. Sokrates Lise isimli okulun kapısına “Allah birdir, başlangıcı ve sonu yoktur, her şeye kadirdir ve hiçbir şeye muhtaç değildir” yazdırarak Allah’ın birliğini savunmuş ve bunun için putperest Yunanlar tarafından baldıran zehiri içirerek idam edilmiştir. Descartes kimsenin itiraz edemeyeceği şekilde “Düşünüyorum, o halde varım. Varlığım Allah’ın varlığına delildir” demiştir.

İnsanların güneşleri, ayları ve yıldızları olan peygamberler, veliler ve ilim adamları müttefikan Allah’ın varlığına ve birliğine şahit olmuşlar ve mucizelerle, aklî ve ilmî delillerle ispat etmişlerdir.

Allah’ı tanımak Allah’ı “Zatî ve Subutî sıfatlarla” tanımak şeklindedir. Allah’ın zatına has “Vücut, Kıdem, Bekâ, Vahdaniyet, Muhalefetün lil-havadis ve Kıyam bi-nefsihi” sıfatları, biz aciz varlıklara kendi zatını, uluhiyet ve rububiyetini tanımaları için cüz’î ve vahid-i kıyasî olarak verdiği “Hayat, İlim, İrade, Kudret, Görme, İşitme ve Konuşma” sıfatları vardır. Biz Allah’ı böyle tanırız.

Allah insanı “Rahmetinin” her nevini ve nimetinin her çeşidini anlaması için “Rahman” sıfatının en geniş tecellisine mazhar kılmış ve bin bir ismin ve sıfatlarını bilerek kendisini tanımasını istemiştir. Bu sebeple Rahman ismine tam mazhar kılmıştır.

Allah bize bizden, şah damarımızdan daha yakındır. Zira kalbimizi ve organlarımızı çalıştıran odur. Ancak biz ona ancak isim ve sıfatlarını tanıdığımız ve anladığımız kadar yakın olabiliriz. Bu sebeple kulların Allah’a yakınlığının dereceleri sonsuzdur.

Peygamberimiz (asm) “Allah’ın isim ve sıfatları onun ahlakıdır. Sizler de Allah’ın ahlakı ile ahlaklanın” yani, “Allah merhametlidir; merhametli olun, affedicidir; affedici olun, cömerttir, cömert olun” buyurur. Bunu da “Peygamberim ahlakına uyarak yapınız” ferman eder.

Dünyayı Tanımak

Dünya Allah’ın bizim eğitimimiz için yarattığı bir okuldur. Dünya ve içindeki her şey Allah’ın varlığına birliğine, ilmine, iradesine ve kudretine delil olan ayetlerdir. Dünya bir okuldur, insan onun öğrencisidir. O okulun muallimleri peygamberlerdir ve kitapları da Allah’ın peygamberlerin diliyle inzal ettiği Kur’ân-ı Kerimdir.

“Dünyanın üç yüzü vardır. Birinci yüzü, Cenab-ı Hakkın esmasına bakar; onların nukuşunu gösterir, mana-i harfiyle, onlara âyinedarlık eder. Dünyanın şu yüzü, hadsiz mektubat-ı Samedâniyedir. Bu yüzü gayet güzeldir; nefrete değil, aşka lâyıktır.

İkinci yüzü, ahirete bakar; ahiretin tarlasıdır, Cennetin mezraasıdır, rahmetin mezheresidir. Şu yüzü dahi, evvelki yüzü gibi güzeldir; tahkire değil, muhabbete lâyıktır.

Üçüncü yüzü, insanın hevesatına bakan ve gaflet perdesi olan ve ehl-i dünyanın mel’abe-i hevesatı olan yüzdür. Şu yüz çirkindir. Çünkü fânîdir, zaildir, elemlidir, aldatır. İşte hadiste vârid olan tahkir ve ehl-i hakikatin ettiği nefret, bu yüzdedir.

Kur’ân-ı Hakîm’in kâinattan ve mevcudattan ehemmiyetkârâne, istihsankârâne bahsi ise, evvelki iki yüze bakar. Sahabelerin ve sair ehlullahın mergub dünyaları, evvelki iki yüzdedir.” (Sözler, s.702.)

Bediüzzaman Said Nursi hazretleri dünyayı şöyle tanımlar:

“Şu dünya muvakkat bir ticaretgâh; ve her gün dolar, boşalır bir misafirhane; ve gelen geçenlerin alışverişi için yol üstünde kurulmuş bir pazar; ve Nakkaş-ı Ezelînin teceddüd eden, hikmetle yazar bozar bir defteri ve her bahar, bir yaldızlı mektubu ve her bir yaz bir manzum kasidesi; ve o Sâni-i Zülcelâlin cilve-i esmâsını tazelendiren, gösteren âyineleri; ve âhiretin fidanlık bir bahçesi; ve rahmet-i İlâhiyenin bir çiçekdanlığı; ve âlem-i bekàda gösterilecek olan levhaları yetiştirmeye mahsus muvakkat bir tezgâhı mahiyetinde gördüm. Bu dünyayı bu surette yaratan Hâlık-ı Zülcelâle yüz bin şükrettim. Ve anladım ki, dünyanın, âhirete ve esmâ-i İlâhiyeye bakan güzel içyüzlerine karşı nev-i insana muhabbet verilmişken, o muhabbeti sû-i istimal ederek fâni, çirkin, zararlı, gafletli yüzüne karşı sarf ettiğinden, “Dünya sevgisi bütün hataların başıdır” (Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, 1099; Süyûtî, Dürerü'l-Müntesire, 97; İsfehânî, Hılyetü'l-Evliyâ, 6:388; Münâvî, Feyzü'l-Kadîr, 3:368.) hadis-i şerifinin sırrına mazhar olmuşlar. (Lem’alar, 26. Lem’a, 8. Rica, s. 370.)

Dünyadan istifademiz Allah’ın bize verdiği kabiliyetleri inkişaf ettirerek ahiret yurduna hazırlandığımız kadardır. Dünyayı böyle tanıyıp ondan istifade etmek ancak iman, ibadet, takva ve salih amelin en faziletlisi olan ilim öğrenmeye ve onu da Allah yolunda sarfetmeye bağlıdır.

Ahireti Tanımak

İnsan ebed için yaratılmıştır.

Ahireti tanımak için beş şeyi bilmek lazımdır. Birincisi, ruhun ölümsüzlüğünü bilmemiz gerekir. İkincisi, ölümün mahiyetini ve hikmetini bilmek lazımdır. Üçüncüsü, kabir hayatını bilmemiz lazımdır. Dördüncüsü, haşir ve yeniden dirilişi bilmemiz lazımdır. Beşincisi, hesabı, mizanı, sırat köprüsünü, cennet ve cehennemi bilmemiz lazımdır.

Dünyaya gelmenin amacı ahirete hazırlanmaktır.

Dinin amacı ahiret saadetini temin etmektir.

Ahiret hayatını kazanmak için iman, ilim, ibadet, ahlak ve fazilet ile sosyal hayatta faydalı insan olmak şarttır.

“Allahım bize hakkı hak olarak göster, hakka uymayı nasip et; batılı batıl olarak göster batıldan bizi uzaklaştır” Amin!

Youtube Kanalıma Abone Olun!

Düzenli olarak paylaştığımız videoları kaçırmayın.

Abone Ol