Şimdi bu zamanda en büyük tehlike olan zındıka ve dinsizlik ve anarşilik ve maddiyyunluğa karşı yalnız ve yalnız tek bir çare var. O da Kur’an’ın hakikatlerine sarılmaktır. Yoksa koca Çin’i az bir zamanda komünistliğe çeviren musibet-i beşeriye, siyasî, maddî kuvvetlerle susmaz.
Bediüzzaman daha 1919 yılında “Devletler milletler muharebesi tabakât-ı beşer muharebesine terk-i mevki ediyor” (Sünuhat, 2000, s.111.) tespitini yapar. Bu tespitten sonra dünya İdeoloji temelli bir siyasi yapılanma ile “Soğuk Savaş” dönemine girmiş oldu. Her ne kadar II. Dünya Savaşı yaşansa da bu defa milletler savaşın getirdiği felaketi görerek “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesini” kabul ederek “İnsanlığını saadetini” esas aldı. Kısman ihlaller yaşansa da demokrasinin hakim olduğu ülkelerde barışı ve insan haklarını korumaya devam etti. Uluslararası “Birleşmiş Milletler” NATO ve İMF benzeri siyasi, askeri ve ekonomik kurumlar öne çıktı.
Bütün bunlara rağmen uluslararası ideolojik felsefi cereyanlardan kaynaklanan anarşi, terör, uyuşturucu, ahlaksızlık cereyanları çeşitli isimler altında örgütlenerek gelişen teknoloji ve internet imkanlarını da kullanarak insanlığı felakete sürüklemeye devam ediyor. Bu tahribata karşı ulus devletler kendi kültürleri ve inançları, insanlığın hayrına çalışan Hristiyanlık ruhanileri küresel tahribatı bertaraf edemiyor. İnsanlığı sürüklendiği felaketlerden kurtaracak çareleri aramaya devam ediyor. Hiçbir ideolojik ve milli düşünceler bu gidişe dur diyemiyor.
Bediüzzaman bu durumu da nazara vererek şöyle der: “Şimdi bu zamanda en büyük tehlike olan zındıka ve dinsizlik ve anarşilik ve maddiyyunluğa karşı yalnız ve yalnız tek bir çare var. O da Kur’an’ın hakikatlerine sarılmaktır. Yoksa koca Çin’i az bir zamanda komünistliğe çeviren musibet-i beşeriye, siyasî, maddî kuvvetlerle susmaz. Yalnız onu susturan hakikat-i Kur’âniyedir. (Şimdi bunun eseri) hem Amerika, hem Avrupa’da eseri görülüyor. Onun için, şimdiki bu hükûmetimizin hakiki kuvveti, hakaik-ı Kur’aniyeye dayanmak ve hizmet etmektir. Bununla, ihtiyat kuvveti olan üç yüz elli milyon uhuvvet-i İslamiye ile ittihad-ı İslâm dairesinde kardeşleri kazanır. Eskiden Hıristiyan devletleri bu İttihad-ı İslâm’a taraftar değildiler. Fakat şimdi komünistlik ve anarşistlik çıktığı için hem Amerika hem Avrupa devletleri Kur’an’a ve İttihad-ı İslâm’a taraftar olmaya mecburdurlar” (Emirdağ Lahikası, 2:384.) demektedir.
Yüce Allah Kur’an’ı ve Hz. Muhammed Aleyhisselam’ı “insanlığa rahmet” olarak göndermiştir. (Enbiya, 21:107.) İnsanlığın kurtuluşu Kur’an’ın iman ve ibadet hakikatlerine sarılmaktan başka çaresi yoktur. Burada en büyük problem Kur’an’a inanan Müslümanların Kur’an’a uymamaları ve Peygamberimizin (asm) ahlakına uygun davranmamasıdır. Kur’an “Oku” ferman ediyor, biz Müslümanlar okumuyoruz. “Emr-i Maruf ve Nehy-i Anil-Münkeri yapınız” (Âl-i İmran, 3:104.) buyurduğu halde günün şartlarına uygun bunu yapmıyoruz.
“Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. Marufu emreder, kötülükten vazgeçirmeye çalışırsınız; çünkü Allah'a inanıyorsunuz, ehl-i kitap da sizin gibi inanmış olsaydı ne iyi olurdu…” (Al-i İmrân, 3:110) ferman ediyor. Ancak bizler ehl-i kitaba iyi örnek olamıyoruz. Bediüzzaman Said Nursi hazretleri “Eğer biz ahlâk-ı İslâmiyenin ve hakaik-i imaniyenin kemâlâtını ef’âlimizle izhar etsek, sair dinlerin tâbileri, elbette cemaatlerle İslamiyet’e girecekler; belki küre-i arzın bazı kıtaları ve devletleri de İslamiyet’e dehâlet edecekler” (Hutbe-i Şamiye, s.28.) buyurarak İslam ahlakının yaşanması ile İslam’ın güzelliklerinin ortaya çıkacağını ifade ediyor.
“İnşallah istikbaldeki İslamiyetin kuvveti ile medeniyetin mehasini galebe edecek, zemin yüzünü pisliklerden temizleyecek, sulh-u umumiyi de temin edecektir.” (Sünuhat, s.58.)