DİN
1.10.2023 20:18

Lacivert Renk ve İslam

Mehmet Ali Kaya
Mehmet ALİ KAYA
Lacivert Renk ve İslam

“Hüsn-ü mücerredden, cemâl-i mücellâdan tecellî eden mukaddes ziynet; birbiriyle imtizaç edip, ondan çıkan levn-i nuranî ancak o şark ve garbın kab-ı kavseyni olan kâbe-i saadetinin tâk-ı muallâsının kavs-ı kuzahının elvan-ı seb'asının lâcivert levninin timsali, belki şu levnin manzarası bir derece irae edilebilir.”

Bediüzzaman Said Nursi hazretleri İslam’ın özelliklerini ve güzelliklerini onu yaşayan bir mü’minin vasıflarını şöyle anlatır:

Hüsn-ü mücerredden, cemâl-i mücellâdan tecellî eden mukaddes ziynet; birbiriyle imtizaç edip, ondan çıkan levn-i nuranî ancak o şark ve garbın kab-ı kavseyni olan kâbe-i saadetinin tâk-ı muallâsının kavs-ı kuzahının elvan-ı seb'asının lâcivert levninin timsali, belki şu levnin manzarası bir derece irae edilebilir.”

Bediüzzaman burada müselsel üslûptaki fıkralar, her biri İslâmiyet’in bir şuâsına, bir hüsnüne, bir seciyesine, bir râbıtasına, bir temeline işaret etmektedir.

Yedi Hakikat-ı İslamiye, altısı imanın şartı, yedincisi İslam olarak ele alır.

“Hüsn-ü mücerredden, cemâl-i mücellâdan tecellî eden mukaddes ziynet…" İslam dininde güzellik ve cemal maddi ve bedeni olmaktan çok manevi ve ulvîdir. Maddeperestlerde ise daha çok suretperestlik hakimdir. Güzellik soyut bir kavramdır, maddeye hapsedilemez. Bir çiçeğin güzelliği sadece maddesine ve görünüşüne değil, sanat yönü ile sanatkarına nispet edilerek ele alınır. Güzellik sanatkârı olan Allah’a aittir ve onun Cemil ve Müzeyyin isimlerinin tecellisidir.

Hüsn-ü mücerret denen saf güzellik, cemâl-i mücella denen parlak cemal ile beraber Allah’a intisapla, onun eser-i sanatı olmakla güzelleşir. Nasıl ki “Kavs-ı Guzah” denilen gökkuşağı nasıl yedi rengin karışımı ile harika bir görünüme bürünüyorsa İslamiyet de “İman ve Amel”den meydana gelen “Yedi Hakikat-ı İslamiye” üzerine oturmuş bir güzelliğe sahip olup bakanları hayranlıkla kendisine çeker.

Güzel tablolar ve manzaralar farklı renklerin ahenkli ve güzel karışımından meydana gelir. İslamiyet’in iman ve İslam esasları bir bütünlük içinde gökkuşağını andıran bir güzellik arzeder ve bu rengarenk nurani gökkuşağı şark ve garbın, doğunun ve batının medeniyetini bünyesinde toplayarak kâbe-i saadette birleşerek yedi renginden lacivert rengini daha çok öne çıkaran bir “tâk-ı mualla” yani yüksek şeref sarığını sarar.

Farklı renkler esasatta ittifak etmekle beraber farklı mezhepler, farklı anlayışlar ve meşreplerdir. Bütün bunlar İslam’a zarar vermez; bilakis her alanda başka bir güzelliğin ortaya çıkmasına sebep olur. Bahar bahçesinde farklı renklerde ve farklı şekilde ve güzellikte açan çiçeklerin bahçeye güzellik kattığı gibi…

Bediüzzaman hazretleri aynı meseleyi anlattığı “Rumuz” isimli eserde “Lacivert ve yeşil rengin rumuzunu göreceksin” buyurarak lacivert ve yeşil rengi öne çıkarmasının sebebi ise gece yarısı mavisi ile menekşe morunun kombinasyonu olması, insanlığa hizmet etme mesajı taşıması, güçlü, şerefli ve derin bir samimiyeti ifade etmesidir.  Bu sebeple halka hizmet iddiası ile ortaya çıkanlar lacivert takım elbiseleri tercih ederler. Ayrıca lacivert renk adalet ve tarafsızlıkla birlikte sadakat ve bilgeliği temsil ediyor olmasıdır.

Yeşil renge gelince herkesin sevdiği bir renk olması, diğer tüm renklere dengeli bir uyum sağlaması, kalp ve beyin arasındaki uyum ve dengeyi temsil etmesinden dolayıdır. Yeşil rengin bir başka özelliği de bahara güzellik katarak büyümeyi ve gelişmeyi temsil etmektedir. Bitkinin büyümesini ve yaprakların açılmasını hayal ettiğimiz zaman açık yeşilden koyu yeşile kadar pek çok farklı tonu bünyesinde taşımaktadır. Yeşil renk insanın yüklü olduğu enerjinin düzenlenmesini de sağlar. Mavi ve yeşil renk stersi azaltıp moralimizi de düzelten iki güzel renktir. Bediüzzaman’ın renkler içinde bu iki rengi öne çıkarması çok anlamlıdır.

Bediüzzaman bundan sonra devam ediyor: “Lâkin ittihad, cehl ile olmaz. İttihad, imtizac-ı efkârdır. İmtizâc-ı efkâr, mârifetin şuâ-ı elektrikiyle olur” buyurur.

“Neden eskiden sükût ettin?” diyenlere de “Çünkü istibdad ittihada mâni idi, ben de kor üstünde oturuyordum. Onun için sukut ettim” diye cevap vererek istibdadın ittihada, birlik ve beraberliğe engel olduğunu ifade eder. (ESDE, Münazarat, 280; Rumuz, 515.)

Youtube Kanalıma Abone Olun!

Düzenli olarak paylaştığımız videoları kaçırmayın.

Abone Ol