
İnsanın zahiri ve batıni olmak üzere görünen ve görünmeyen bedene ve ruha ait olan duyguları vardır. Görünen ve bedene ait olanları Görme, işitme, tatma, koklama ve dokunma duygularıdır. Buna beş zahiri duygu denir. Ruha ait olanlar ise aynen bu beş duyu gibi Akıl, kalp, vicdan, hayal ve hafızadır. Hepsine birden şuur denir. Böylece “Letaif-i Aşere” denen On latife insanda hükmetmektedir.
LATİFE-İ İNSANİYE VE LATİFE-İ RABBANİYE
SORU:
“Vicdanın anâsır-ı erbaası ve rûhun dört havassı olan İrâde, Zihin, His, Latîfe-i Rabbaniye. Herbirinin bir gâyetü’l-gàyâtı var: İrâdenin ibâdetullahtır. Zihnin, mârifetullahtır. Hissin, muhabbetullahtır. Latîfenin, müşahedetullahtır.”
Buradaki ifadelerle anlatılmak istenen nedir ve üstadımız farklı yerlerde latifei insaniyeden bahsediyor, latifei rabbaniye ile latifei insaniye aynı mıdır? Farklı mıdır? Buradaki ifadelerin dimağın mertebeleri ile ilişkisi varmıdır? 30.sözde izahı olan enenin şecerei tuğba ve şecerei zakkum yönü yukarıda anlatılanlarla nasıl tezahür ediyor? Selam ve dua ile...
CEVAP:
İnsanın zahiri ve batıni olmak üzere görünen ve görünmeyen bedene ve ruha ait olan duyguları vardır. Görünen ve bedene ait olanları Görme, işitme, tatma, koklama ve dokunma duygularıdır. Buna beş zahiri duygu denir. Ruha ait olanlar ise aynen bu beş duyu gibi Akıl, kalp, vicdan, hayal ve hafızadır. Hepsine birden şuur denir. Böylece “Letaif-i Aşere” denen On latife insanda hükmetmektedir.
Her duygunun da ihtiva ettiği farklı duyguları da vardır. Bunların hepsi iç içedir ve birbirini etkiler. Birinin eksik olması o insanı eksik ve noksan bırakır. Vicdanın da dört unsuru vardır. Bunlar “İrade, zihin, his ve latife-i Rabbbaniye” denen vicdanın dört duygusudur. Her birinin de “gayetü’l-gaye” denen veriliş amaçları vardır. Her duygu amacına uygun kullanılırsa mutlu olur, rahat eder ve kendisini gerçekleştirmiş olur.
Vicdan: İnsanda bulunan hakikati arama meylidir. Vicdan hakikati bulduğu zaman rahat eder, huzur bulur. Hakikatten uzaklaştıkça huzuru kaçar.. Bu nedenle vicdanın rahat etmediği şey hakikat değildir ve doğru değildir. Peygamberimizin “Vicdanına danış” dediği mesele bundandır.
İradenin amacı: Allah’ın ibadete layık olduğununu bilerek, şuurunda olarak isteyerek şevkle ve aşkla ibadet, yani Allah’a itaat etmektir. Zira Allah’ı tanıyan elbette ona itaat edecektir. Tanımak ve bilmek ise Aklı ve zihnin görevidir.
Zihnin amacı: Marifetullah, yani Allah’ı eserleri ile işleri ile tanımak ve bilmektir. Zihin bunu Akılla yapacaktır. Zira akıl insanın tanıma ve bilme aletidir. Zihin Allah’ı bilmek ve tanımakla amacını gerçekleştirmiş olur.
Hisin amacı: Muhabbetullahtır. Bu ise kalbple beraber yapılır. Yani kalp hissiyatın kaynağıdır. Sevgi, nefret gibi duyguların yeri kalptir. Kalb ise kendisine ihsan ve iyilik yapanı sever. Sevgi ise Allah’a yönelmelidir. Zira Allah’ı bilen Rahmetini ve nimetini tanıyan onu sever. Bir şey ya bizzat sevilir veya neticeleri itibarıyla sevilir. Kemal ve güzellik bizzat sevilir. Bu ise tanımaya bağlıdır ve istifadeye göre artar. His Allah’ı sevmekle amacını gerçekleştirmiş olur.
Latife-i Rabbaniyenin Amacı: Müşahedatullahtır. Yani Allah’ın isim ve sıfat aynasında, sonra ruh ve duygular aynasında, sonra göz, kulak, dil, burun ve dokunma (yumuşaklık-sertlik- soğukluk- sıcaklık gibi) duguları ile açılan sonsuz alemlerdeki Esmanın tezahürünü müşahede etmek. Batını duygularla kendisine açılan sevgi, muhabbet, ebediyet, hayal, hafıza, istek ve arzuların aynasında Allah’ın eserlerinin ve şuunatının tezahürlerini duyguları ile (gözle manzaraları seyrettiği gibi ) her duygunun insan ruhuna açtığı pencerelerden müşahede etmektir.
Latife-i Rabbaniye Rabbini tanıyan duygular demektir. Duygular Rabbimizin eserlerini müşahede ederek imanla ona yönlirse her şey “marifet-i ilahi” olur. Zira her şey Allah’ın iradesi, ilmi ve kudreti ile yaratmasıyla vücut bulur ve her şey eserin ustasına delaleti gibi Allah’ın varlıkta tecelli eden esmasına ve müsemması olan Allah’a delildir. Onu gösterir. Duygular fısk ve sefahet ve gafler ve küfürle Allah’tan uzaklaşırsa bu defa mahlukata yönelir ve şirke düşer, enaniyete ve tabiatperestliğe dönüşür ve gıdasız kalır. Huzursuzluk ve zulmetle hastalanır ve nihayet ölür, yani amacı dışına çıkar. Huzursuzluğun ve doyumsuzluğun sebebi budur. Bu nedenle “Duyguların merkezi olan Kalp Allah’ın tanımakla tatmin olur” ayeti bunu ifade eder.
TAKVA denen İbadet-i kamile bu dördünü tazammun eder. Yani kişi farzları yapmak ve haramlardan kaçmakla korur ve Sünnete uymakla kemale erdirir, İlimle özellikle ilimlerin şahı olan “Marifetullah ilmi” olan imanı inkişaf ettiren ve “Tefekkürü” netice veren bilgilerle terakki ve tekamül eder. Bu nedenle en değerli ibadet ilim öğrenmektir ve “ilmi beşikten mezara kadar öğrenmek” gerekir. Zira ilimin amacı ve sonucu Marifetullahtır. Allah’tan uzaklaştıran her ilim “Faydasız” Allah’a yaklaştıran her ilim de “Faydalı” ilimdir. Peygamebrimizin (asm) “Faydasız ilimden sakının” dedi ilim gaflet ve dalalete götüren her nevi ilimdir.
“Şeriat, şunları hem tenmiye, hem tehzip, hem bu gayetü'l-gàyâta sevk eder.” Yani Şeriat bütün bu duyguları geliştirir, kötülüklerden temizler, amacına sevk eder. İnsanı insan eder ve Alay-ı illiyyine sevk eder. Bediüzzaman “Namaz latife-i Rabbaniyenin nesimini cezb ve cebeder” demektedir.
İnsandaki latifler imanla Allah'a yönelirse latife-i Rabbiniye olur, gaflette kalırsa o zaman latife-i insaniye olur…