Bediüzzaman Said Nursi hazretleri “Bu vatanda dört parti vardır” diye partileri tahlil eder. (Emirdağ Lâhikası, s. 746; Beyanat ve Tenvirler, 206.) Yine “Eğer Demokrat Parti düşse, ya Halk Partisi veya Millet Partisi iktidara gelecek" buyurmuştur. DP iktidardan düşürülünce CHP iktidar olmamış, ama Millet Partisinin son versiyonu olan AKP iktidar olmuştur.
Giriş
Bediüzzaman Said Nursi hazretleri “Bu vatanda dört parti vardır” diye partileri tahlil eder. (Emirdağ Lâhikası, s. 746; Beyanat ve Tenvirler, 206.) Yine “Eğer Demokrat Parti düşse, ya Halk Partisi veya Millet Partisi iktidara gelecek. Halbuki, Halk Partisi İttihatçıların bozuk kısmının cinayetleri ve hem Cumhuriyetin birinci reisinin Sevr Muahedesiyle ve çok siyasî desiselerin icbariyle on beş senede yaptığı icraatının kısm-ı âzamı tamamıyla eski partiye yüklendiği için, bu asil Türk milleti ihtiyarıyla o partiyi kat'iyen iktidara getirmeyecek” (Emirdağ Lahikası, s. 422.) buyurarak Demokrat Parti’nin iktidardan düşmesi durumunda Millet Partisi’nin iktidar olacağını haber vermiştir.
Millet Partisi milletin milli ve manevi değerlerini istismar eden parti olduğu herkesin malumudur. 1948 yılında Fevzi Çakmak tarafından Demokrat Partiyi bölmek ve iktidarına engel olmak için kurulan Millet Partisi’nin iki kanadı vardır. Bir kanadı milli değerler üzerinden siyaset yapanlardır. Bunlar (CKMP) Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi, (CMP) Cumhuriyetçi Millet Partisi isimlerini almış, günümüzde (MHP) Milliyetçi Hareket Partisi olarak devam etmektedir. İkinci kanadı ise, İslam Demokrat Partisi (İDP) Milli Nizam Partisi (MNP) Milli Selamet Partisi (MSP) Saadet Partisi ve 28 Şubat 1997 sonrası yeni bir yapılanma ile 2002’de AKP adını almıştır. 2002 tarihinden 2015 tarihine kadar kendisini Muhafazakâr Demokrat göstermiş, 2015 sonrası ise gerçek kimliğine dönerek “Siyasal İslam” olan “Milletin dini değerlerini istismar eden” MSP çizgisine geri dönmüş ve 2017 sonrası ise “Başkanlık Sistemini” getirerek “Tek Parti” “Tek Lider” yönetimine geçmiş ve bunda da 1950 öncesi “Mustafa Kemal’in CHP yönetimini örnek aldığını ifade etmiştir. Böylece “Partiler kökenlerine bağlıdır” kuralının ne kadar gerçekçi ve geçerli olduğunu ispat etmiştir.
Başkanlık Sisteminde Millet Partisi’nin ilk kurucusu olan ve kuruluş amacı olan “Demokrat Partiyi iktidara getirmemek” amacına hizmet ettiği ve CHP’nin kurucu lideri olan Mustafa Kemal’in “Kemalist İlkelerini” korumayı amaçlayan ve Milli Şef İsmet İnönü’nün bir siyasî politikası olarak kurulan “Muvazaa Partisi” misyonunu ifa ettiği için MHP’nin de AKP ile bütünleşmesi ile aslına rücu etmiştir. Böylece Millet Partisi’nin iki kanadı “Cumhur İttifakı” adı altında birleşerek koalisyon ötesi bir birlikteliği sağlamışlardır.
AKP’nin Kuruluş Macerası
22 Haziran 2001’de Fazilet Partisinin kapatılmasından sonra gelenekçi kanat Necmettin Erbakan’ın talimatları ile Recai Kutan’ın Saadet Partisi’nde toplanırken FP’nin son kongresinde Abdullah Gül’ü destekleyen yenilikçiler ayrılarak yeni bir parti kurma arayışına girdiler. Millî Görüş çizgisinin misyonunu tamamladığını iddia eden yenilikçiler bu nedenle “Millî Görüş gömleğini çıkarttık.” “Biz yenilikçiyiz.” “Şimdi değişim ve dönüşüm zamanı.” “Bizler dini istismar ettik, dini siyasete alet ettik ve yanlış yaptık.” “Hatadan dönmek fazilettir.” “Biz Avrupa Birliğine karşı değiliz.” “Demokrasi ve halkın iradesini biz savunuyoruz” “Biz Demokrat Parti ve ANAP’ın devamıyız” “Liderimiz Menderes ve Turgut Özal” “Erbakan yanlış yaptı” diyerek “dört eğilimden” olan siyasilerle görüşerek “Adalet ve Kalkınma Partisi” (AKP) adında yeni bir parti kurdular ve burada toplanmaya başladılar.
Partinin kurucuları İstanbul Belediye Başkanı R. Tayyip Erdoğan, Kayseri Milletvekili Abdullah Gül, Manisa milletvekili Bülent Arınç, Sivas Milletvekili Abdüllatif Şener ve DYP Van milletvekili Hüseyin Çelik gibi partinin önde gelen isimleridir. ANAP’ın devamı olduklarını ve dört eğilimi birleştirdiklerini iddia ederek 15 ay içinde tüm ülkede teşkilatlanarak 3 Kasım 2002 seçimlerine katıldılar. Yapılan seçimlerde geçerli oyların %34, 63’ünü alarak %10 barajından da yararlanarak meclisin nitelikli çoğunluğu olan üçte iki çoğunluğu olan 363 milletvekilliğini kazandı. AKP genel başkanı Tayyip Erdoğan’ın devam eden mahkemesi sebebiyle milletvekili olamadığı için Abdullah Gül başbakanlığında 58. Cumhuriyet Hükümeti kuruldu.
AKP genel başkanı R. Tayyip Erdoğan’ın siyasi yasağı TBMM’de CHP’nin de desteklediği bir kanun değişikliği ile aşıldı. Emine Erdoğan’ın memleketi Siirt’ten bir milletvekili istifa ederek Siirt seçimlerinin yenilenmesine zemin hazırlandı. 8 Mart 2003 tarihinde Siirt’te yapılan yenileme seçiminde aday olan R. Tayyip Erdoğan milletvekili seçilerek TBMM’ye girdi. 11 Mart 2003 tarihinde 58. Abdullah Gül hükümeti istifa etti. R. Tayyip Erdoğan 59. Hükümeti kurdu. Hükümet Cumhurbaşkanı A. Necdet Sezer’in 15 Mart 2003 tarihinde onaylanmasından sonra görevine başladı.
2004 yılında yapılan Mahalli seçimlerde İl Genel Meclisi oylarını %41,67’ye çıkardı. 15 Büyükşehir’den 11’ini kazanan AKP Ege ve Güneydoğu Anadolu hariç toplam 1950 belediye başkanlığını kazanmış oldu.
28 Şubat Postmodern darbesi sonucu mağdur edilen ve kapatılan Refah ve Fazilet Partisinin mağduriyetlerini, Meslek Liseleri ve Başörtü mağduriyetleri gibi haksızlıkların mağduriyetlerini yaşayan halkın büyük desteğini aldı. Yine okuduğu şiirden dolayı mahkûm edilen R. Tayyip Erdoğan’ın mağduriyetlerden yararlanarak iktidar oldu.
2007 yılına gelindiğinde Cumhurbaşkanı A. Necdet Sezer’in süresi dolduğu için yeni Cumhurbaşkanı seçimleri yapması gerekiyordu. Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı adaylığını engellemek amacı ile Laik çevreler, ADD, ÇYDD, İstanbul Barosu, DİSK, KESK gibi kurum ve kuruluşlar Ankara, İstanbul ve İzmir gibi büyük şehirlerde Cumhuriyet Mitingleri düzenlediler. Bu arada “Ergenekon Terör Örgütü” ortaya çıktı Cumhuriyet Savcıları bu örgütü araştırmaya ve bu çerçevede ADD Genel Başkanı ve Emekli Orgeneral Şener Eruygur tutuklandı. Bu gelişmeler üzerine AKP Recep Tayyip Erdoğan’ın adaylığından vazgeçerek Abdullah Gül’ü aday gösterdi. Cumhuriyet Onursal Başkanı Sabih Kanadoğlu Cumhurbaşkanı seçimi için mecliste nitelikli çoğunluğun şart olduğu iddiasını ortaya attı. Bu iddiaya CHP sahip çıkarak Genel Kurulda 367 milletvekilinin oylamada bulunmadığı Cumhurbaşkanı seçiminin meşru olmayacağını savundu.
Cumhurbaşkanlığı seçimi için toplanan oturumda 367 milletvekili bulunmasına rağmen toplam oy 367’nin altında kalınca CHP Cumhurbaşkanlığı seçimi oturumlarının iptali için Anayasa Mahkemesine başvurdu. Anayasa Mahkemesi başvuruyu haklı bularak seçimi iptal etmesi üzerine AKP meclisteki salt çoğunluğa dayanarak erken seçim kararı aldı.
22 Temmuz 2007 seçimlerine “Dindar Cumhurbaşkanı seçtirmiyorlar” “Başörtülü eşi olan Cumhurbaşkanı istemiyorlar” “Bize oy verirseniz dindar ve başörtülü cumhurbaşkanını seçer, çıkardığımız yasaları veto eden bir cumhurbaşkanından kurtulur başörtüsünü de İmam-hatiplere yapılan katsayı haksızlığını da gideririz” söylemleri ve mağduriyet edebiyatı ile halkın karşısına çıktı. AKP ayrıca askerlerin 27 Nisan Bildirisinin muhatabı olarak “icraat yaptırmıyorlar” ve iktidarın bütün çabalarını engelliyorlar söylemi ve mağduriyet edebiyatı ile 22 Temmuz 2007 Genel Seçimlerine girdi ve oylarını artırarak çıktı. Bu seçim sonucu AKP’nin oyları %46,58’e yükseldi. Ancak MHP’nin de barajı aşarak TBMM’ye girmesi sonucu 22 milletvekili kaybederek 341 milletvekili kazandı.
AKP siyasi propaganda ve mitingler için çok büyük rakamlarda harcamalar yapmıştır. İstanbul’da caddede gezerek AKP propagandası yapan AK Robot için 18 bin Avro harcanması bir örnek olarak yeterlidir.
22 Temmuz 2007 seçimleri sonunda TBMM’ye giren Milliyetçi Hareket Partisi, (MHP) CHP’nin aksine Cumhurbaşkanlığı seçimlerini boykot etmek amacı ile meclise girmeme fikrini benimsememesi üzerin yeniden aday gösterilen Abdullah Gül, Türkiye Cumhuriyeti’nin 11. Cumhurbaşkanı seçilmiş oldu.
14 Mayıs 2008 tarihinde Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya “AKP’nin lâikliğe aykırı eylemlerin odağı haline geldiği” gerekçesiyle Anayasa Mahkemesine dava açtı. Aralarında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın da bulunduğu 71 kişinin siyasetten 5 sene uzaklaştırılmasını istedi. Davanın Ergenekon Soruşturmalarını yavaşlatmak amacı ile açıldığı iddia edildi. 30 Temmuz 2008’de dava “AKP’nin lâikliğe aykırı faaliyetlerin odağı haline gelmiş olduğunu kabul etmekle beraber 10 üyenin 6’sının kapatılması yönünde, 4 üyenin de hazine yardımının kesilmesi yönünde karar vermesi üzerine kapatılma yeter sayısı olan 7 üyeyi bulmadığı için Mahkeme Başkanı Haşim Kılıç’ın da kapatılmama yönündeki kararı üzerine kapatılmadı. Hazine yardımının yarısının kesilmesine karar verilerek dava sonuçlandı. Böylece AKP kapatılmaktan kurtuldu.
AKP 2009 Yerel seçimlerde ise oylarının yaklaşık %8 oranında kaybederek %38,8’e düşürdü. Elinde bulunan 1950 belediyenin 508 belediye başkanlığını kaybederek 1442 belediye başkalığını kazandı.
2011 Seçimleri
21 Ekim 2007 tarihli referandum ile birlikte yürürlüğe giren anayasa değişiklikleri uyarınca genel seçim süresi 5 yıldan 4 yıla indirildi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan 3 Ekim 2010 günü yaptığı açıklamada genel seçimlerin normal tarihinden bir ay önce -Haziran ayı başında- yapılacağını duyurdu. TBMM 3 Mart 2011'deki oturumunda milletvekili genel seçimlerinin 12 Haziran 2011 Pazar gününde yapılmasına ilişkin önerge TBMM Genel Kurulu'nda oybirliğiyle kabul edildi.
2010 Nisan ayında seçim kanunda birtakım değişiklikler yapıldı. Düzenlemeyle, seçimlerde Kürtçe propaganda yapılması serbest bırakıldı. Bunun dışında tahta oy sandıkları yerine eni 40, boyu 55, yüksekliği 50 cm, şeffaf, ısıya ve kırılmaya dayanıklı sert plastikten yapılan sandıklar kullanıldı. Bilboardlarda propaganda süresi uzatılarak 20 günden 30 güne çıkarıldı. Bu seçimlerde ilk kez 25 yaşındakiler milletvekili adayı olabildiler. Adalet ve Kalkınma Partisi, 186 milyon 544 bin; Cumhuriyet Halk Partisi, 83 milyon 608 bin; Milliyetçi Hareket Partisi, 57 milyon 148 bin lira seçim yardımı aldı.
Yüksek Seçim Kurulunun 5 Mart 2011 tarihli kararına göre, 27 siyasi parti seçime katılmaya hak kazandı; ancak bu partilerden bir kısmı seçime katılmama kararı aldılar. Böylece, 12 Haziran 2011 tarihinde yapılan seçime katılan adayların YSK’nın açıklamasına göre seçime giren siyasi parti sayısı 15 olarak belirlendi.
Seçim sonucunda AKP %49 oy oranı ile 327 Milletvekili, CHP %25,98 ile 135 Milletvekili, MHP %14,27 oy ile 53 Milletvekili çıkarttı. Bağımsızlar da 35 Milletvekili ile toplam 550 Milletvekili TBMM’ye girmeye hak kazandı.
R. Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı Seçilmesi
11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün 28 Ağustos 2014'te görevinin bitmesinden dolayı 1 Temmuz 2014'te AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan aday gösterildi. Erdoğan'ın adaylığını Mehmet Ali Şahin açıklayarak kamuoyuna duyurdu. Seçimin ilk turu 10 Ağustos'ta yapıldı. Erdoğan seçim pusulasında ilk başta yer aldı. Erdoğan'ın seçimde kullandığı logonun Obama'nın 2008 yılında kullandığı logoya benzediği iddia edildi. Erdoğan'a cumhurbaşkanlığı seçiminde yapılan bağış miktarı 55.260.778 TL olarak açıklandı. 10 Ağustos'ta yapılan seçimlerde Erdoğan, %51,79 oranında oy aldı ve Cumhurbaşkanı seçilmiş oldu.
AKP’de Ahmet Davutoğlu Dönemi (2014-2016)
Recep Tayyip Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra 27 Ağustos 2014'te yapılan AK Parti 1. Olağanüstü Büyük Kongresinde Ahmet Davutoğlu 1382 delegenin oyunu alarak 2. AK Parti Genel Başkanı seçilmiştir.
28 Ağustos 2014'te cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'dan başbakanlık vekaletini alan Davutoğlu 62. Türkiye Hükûmeti'ni kurmakla görevlendirilmiştir. Ahmet Davutoğlu başbakanlığında kurulan 62. Türkiye Hükûmeti bakanlar kurulu listesini 29 Ağustos 2014 tarihinde açıkladı. 6 Eylül 2014 Cumartesi günü Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde yapılan güven oylaması sonucunda 133 ret oyuna karşılık alınan 306 kabul oyuyla 62. Türkiye Hükûmeti Davutoğlu başbakanlığında güven oyu alarak resmen göreve başlamıştır. Ahmet Davutoğlu önderliğinde 2015 genel seçimlerinde 258 milletvekili çıkararak birinci parti olmuştur.
2015 Genel Seçimi ve Sonrası
Haziran 2015 Türkiye genel seçimleri, 7 Haziran 2015 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi 25. Dönemi'nin 550 yeni üyesini belirlemek için yapılan genel seçimlerdir. Seçim, Türkiye Cumhuriyeti Siyasi Tarihi’nin 24. genel seçimleridir. Seçim sonuçlarına göre, hiçbir siyasi parti tek başına iktidar olabilmek için gerekli olan 276 sandalye sayısına ulaşamadı.
2002 yılından beri iktidarda olan AKP meclis çoğunluğunu kaybetti fakat %40,9 oy oranı ve 258 sandalye sayısı ile seçimlerden birinci parti olarak çıktı. Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) oyların %25'i ile 132 sandalye elde etti ve ikinci parti oldu fakat oy oranı ile milletvekili sayısı 2011 genel seçimlerine göre düştü. Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) oyların %16,3'si ile 80 milletvekili kazandı ve oy oranını bir önceki seçimlere göre %3,28 oranında, milletvekili sayısını ise 27 artırdı. Seçimlere ilk kez katılan Halkların Demokratik Partisi (HDP) %10 seçim barajını geçerek, aldığı %13,1 oy oranı ile Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde 80 milletvekili ile temsil edilmeye hak kazandı. Böylece HDP 2011 seçimlerine sokulmamasının rövanşını almış oldu ve demokrasilerde baskı ile parti kapatmanın ve seçime sokmamanın çare olmadığını gösterdi.
AKP Türkiye'yi ekonomi, adalet, sağlık, ulaşım, turizm, sanat alanında ilerletmek ve 2023 yılında dünyada ekonomisi gelişmiş ilk 10 ülke arasına girmesini sağlamak olarak koyduğu hedef "Hedef 2023" olarak slogan hâline getirildi. Kişi başına millî geliri artırmak, işsizliği düşük rakamlara indirmek, ekonomik sıkıntılardan tamamen uzaklaşmak, Türkiye'ye ait yerli tank, uçak, araba ve silahlı aletler yapmak gibi hedefler 2011 ve 2015 genel seçimlerinde partinin temel söylemleri arasında yer almıştır. Başkanlık sistemi de 2015 Seçim Beyannamesi'nde “Hedef 2023” arasında yer almıştır.
Bu seçim öncesi Numan Kurtulmuş’un kurduğu Halkın Sesi Partisi 19 Eylül 2012 tarihinden kendisini feshederek 22 Eylül 2012 tarihinde törenle AKP’ye iltihak etmiş ve Başbakan Yardımcısı olmuştur.
Adalet ve Kalkınma Partisi, kurulduğu günden beri katıldığı seçimlerin tamamında birinci parti olmuş ve katıldığı altı genel seçimin beşinde (2002, 2007, 2011, Kasım 2015) tek başına iktidar olmuştur. Partinin 2001'deki kuruluşundan itibaren genel başkanlık görevini sürdüren Erdoğan'ın, 2014 Türkiye cumhurbaşkanlığı seçiminde Cumhurbaşkanı seçilmesinin ardından bu göreve eski Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu getirildi. Parti, Davutoğlu liderliğinde katıldığı Haziran 2015 Türkiye genel seçimlerinde %8,96 oy kaybederek %40,87'ye geriledi.
7 Haziran 2015 seçimlerinde AK Parti tek başına iktidar olabilecek çoğunluğu yakalamamasına rağmen birinci parti olmuştur. Daha sonra yapılan Koalisyon görüşmeleri ise başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Ahmet Davutoğlu 9 Haziran'da istifasını Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a sunmuş ama Anayasa gereği yeni hükûmet kurulana kadar görevde kalmıştır. 26 Haziran 2015 günü TBMM Başkan adayı İsmet Yılmaz olarak belirlenmiş, Yılmaz, 1 Temmuz 2015 günü yeni başkan seçilmiştir. 10 Temmuz günü hükûmeti kurmakla görevlendirilen Davutoğlu 13 Temmuz'da CHP 14 Temmuz'da MHP ve 15 Temmuz'da HDP genel merkezlerini ziyaret etmiştir. 22 Temmuz'da ise Ömer Çelik ile Haluk Koç koalisyon görüşmelerini başlatmıştır. Davutoğlu, 11 Ağustos 2015'te Bakanlar kurulu toplantısı çıkışı sonrası CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile 4 saat 20 dakika görüştü. 14 Ağustos 2015'te tekrar görüşen Davutoğlu ve Kılıçdaroğlu görüşmesinden koalisyon çıkmamıştır. 17 Ağustos 2015'te AK Parti ve MHP heyeti bir araya geldi.
Ahmet Davutoğlu 7 Haziran 2015 seçimleri sonrasında 45 gün içinde hükûmetin kurulamamış olması ve Cumhurbaşkanının TBMM seçimlerinin yenilenmesine karar vermesi üzerine ülkeyi 1 Kasım 2015'te yapılacak seçime kadar yönetmek üzere seçim hükûmeti kurulmasına karar verilmiştir. Bu hükûmete MHP ve CHP bakan vermeyeceklerini açıkladı. 26 Ağustos 2015'te Davutoğlu CHP, MHP ve HDP'den bazı milletvekillerine bakanlık teklifi götürdü. Bu tekliflerden HDP 2 bakanlığı kabul etti. MHP'den de Tuğrul Türkeş kabul ederek MHP tarafından MHP Disiplin Kuruluna sevk edilmiştir. 29 Ağustos'ta kurulan seçim hükûmeti başbakanı olmuştur.
AKP, MHP ile koalisyon yapma çabalarına rağmen MHP’nin kabul etmemesi CHP’nin de koalisyona girmemesi üzerine Cumhurbaşkanı ERDOĞAN ülkeyi seçime götürmek üzere seçimlerin 1 Kasım 2015’de yenilenmesine karar verildi. 1 Kasım 2015 genel seçimlerindeyse tarihindeki en büyük oy sayısı ve %49,5 ile 2011'den sonra en büyük oy oranına sahip olarak, 317 milletvekili elde etti ve TBMM'de tek başına iktidar olabilecek çoğunluğa ulaştı.
12 Eylül 2015'te AK Parti 5. Olağan Kongresi yapılmış ve Ahmet Davutoğlu tek aday gösterilip kayıtlı bin 445 delegeden bin 353 oy alarak 2. kez Genel Başkan seçildi. Ahmet Davutoğlu'nun lideri olduğu AK Parti, 1 Kasım seçiminde tarihindeki en büyük oy sayısı ve %49,5 ile en büyük oy oranına sahip olarak TBMM'de tek başına iktidar olabilecek çoğunluğa ulaştı. Sonrasında Davutoğlu, 64. hükûmetini kurması için görevlendirildi.
Ancak daha sonra Recep Tayyip Erdoğan ile Ahmet Davutoğlu arasına gerilim yaşandı. Bu gerilime kamuoyunda ilk olarak, Ocak 2015'te Başbakan Ahmet Davutoğlu tarafından açıklanan ancak hayata geçirilemeyen “şeffaflık paketi” ve “17 Aralık Yolsuzluk Soruşturmasında” adı geçen 4 bakanın yüce divana gönderilmesi hususları olduğu iddia edilmişti.
1 Kasım 2015 seçiminde AKP’nin oyunu artırarak çıkması R. Tayyip ERDOĞAN’da “İstibdat Yönetimine” geçme konusunda cesaret vermiş ve büyük bir değişimi başlatmıştır. AKP Genel Başkanlığını da kafasına koyan Cumhurbaşkanı R. Tayyip ERDOĞAN Ahmet Davutoğlu'na baskı yaparak AKP Genel Başkanlığı’ndan istifa ettirdi. Ardından gerçekleştirilen kongrede Cumhurbaşkanının adayı Binali Yıldırım partinin genel başkanı olarak seçtirdi. Yıldırım 24 Mayıs 2016 tarihinde 65. Türkiye Hükümeti’ni kurarak başbakanlık görevine başladı. 24 Haziran 2018 Genel seçimlerinde %42,56 oy alan AKP iktidarını devam ettirdi. 10 Temmuz 2018 tarihinde 66. Türkiye Hükûmeti kuruldu.
AKP Gülen Hareketi Çatışması
Cumhuriyetin kurulmasından itibaren Türkiye'nin politik hayatında önemli yeri olan büyük cemaatler 1973 seçimlerinden itibaren Millî Görüş çizgisindeki Necmettin Erbakan'dan uzaklaştılar. 1994 yerel seçimlerinde Recep Tayyip Erdoğan'ı destekleyen Fethullah Gülen ve Gülen Hareketi o tarihten itibaren yerel ve genel seçimlerde Erdoğan'a olan desteğini sürdürdü. Gülen ve cemaati AKP’nin kuruluşunda da büyük gayreti olduğu herkesin bildiği bir husustur. Cemaatinin bu süreçte ve AKP iktidarlarının kendisine minneti ve desteği ile emniyette, Türkiye Cumhuriyeti Millî Eğitim Bakanlığı’nda ve Yargıdaki yapılanması ve özel okullar ve diğer faaliyetlerinin partinin bütün liderleri ve devlet kurumları tarafından büyük ölçüde desteklendi. Bunu bizzat R. Tayyip Erdoğan “Ne istediler de vermedik!” diye itiraf etti. Gülen Cemaati ile AK Parti arasındaki temel ittifakın ortak tehdit olarak algılanan askeri vesayete karşı olmaları olduğu dillendirildi.
Cemaat hakkında hazırladığı “İmamın Ordusu” kitabı nedeniyle Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklanarak hapis yatan gazeteci Ahmet Şık hapisten çıkarken “Bu komployu kuran, yürüten polisler, savcılar ve hâkimler bu cezaevine girecek. Onlar buraya girdiğinde adalet gelecek. O cemaat bağlantılı, o çete bağlantılı adamlar buraya girecek. Bunlara sesini çıkarmadığı için siyaseten sorumlu AK Parti hükûmetidir” şeklinde açıklama yaptı. Şık konu hakkında yazdığı “Paralel Yürüdük Biz Bu Yollarda, AKP-Cemaat İttifakı Nasıl Dağıldı?” kitabında, sözü edilen ittifakın tarihçesini anlattı. Aynı davada “Haliç'te Yaşayan Simonlar: Dün Devlet Bugün Cemaat” kitabında cemaatin polis ve yargı içinde örgütlendiğini iddia ettiği için yargılanan Hanefi Avcı, daha sonra yazdığı “Cemaat’in İflası-Hoca’nın Ayağının Kaydığı Yer” kitabında 2011'deki genel seçimler öncesinde cemaatin partiden 80 civarında milletvekili istediğini ama AK Parti’nin buna yanaşmadığını yazdı.
Bir görüşe göre Cemaat AKP ile ittifakını 2009'da sona erdirmiş ve o tarihlerden itibaren basın ve akademisyenler aracılığıyla hükûmeti eleştirmeye başlamıştır. Hükûmetin bazı cemaatçi kadroları yetkili makamlardan tasfiye etmeye başlamasının ardından 2012 Şubat ayında İstanbul’da bir savcılığın MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı ifadeye davet etmesi bir krize neden oldu. Bu Cemaat ile AK Parti arasındaki çatışmanın dışa vurulan ilk büyük belirtisi olarak değerlendirildi.
17-25 Aralık operasyonlarında AK Partinin dört bakanına karşı yapılan operasyonlar hükûmet tarafından darbe girişimi olarak adlandırıldı. Bu olaydan sonra HSYK gerilimi yaşandı. 17-25 Aralık operasyonunda dönemin savcısı Zekeriya Öz, başbakanın yurt dışına kaçtığını öne sürmüştür. Bunun sonucunda 8 AK Parti milletvekili partisinden istifa etmiştir. Bazı devlet kurumlarında paralel yapı ile ilişkisi olduğu düşünülen kişiler görevden alındı. Erdoğan ve oğlu Bilal Erdoğan'a ait olduğu iddia edilen 17-18 Aralık 2013 tarihli telefon görüşmeleri yayınlandı. Dönemin Ana Muhalefet partisi CHP bu konuşmayı mecliste milletvekillerine dinletti. Daha sonra Erdoğan'ın ABD ziyaretinde Fetullah Gülen'in iadesi istenmiş fakat Beyaz Saray'dan gelen açıklama ile konu olumsuz sonuçlanmıştır. 14 Aralık 2014'te Samanyolu Genel koordinatörü Hidayet Karaca terör örgütüne üye olmak ve terör örgütünün propagandasını yapmakla tutuklandı. Zaman gazetesi yayın yönetmeni Ekrem Dumanlı da aynı nedenle gözaltına alındı. 12 Haziran 2015'te Zekeriya Öz meslekten ihraç edildi. Daha sonra Zekeriya Öz, Celal Kara ve Mehmet Yüzgeç’e yakalama kararı verilmiştir. Bu olaydan sonra 12 Ağustos'ta Zekeriya Öz ve Celal Kara önce Ermenistan'a daha sonra Almanya'ya gitmişlerdir. Türkiye eski savcıları istemiş fakat Almanya Hükûmeti iade etmemiştir.
29 Nisan 2016 tarihinde yapılan AK Parti MKYK’sında alınan kararla, genel başkanın “il ve il başkanı atama yetkisi” MKYK'ya verildi. Bu toplantıda alınan kararın toplantıdan önce Erdoğan'a yakın üyeler tarafından alındığı ve toplantı sırasında Davutoğlu'na imzalatıldığı iddia edildi. Bu gibi kararlarla Davudoğlu’nun elinden yetkileri alınmaya başlandı.
1 Mayıs 2016'da 'Pelikan Dosyası19 Nisan 2020 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi.' adı altında yayınlanan anonim bir blog'da Davutoğlu'nun Erdoğan'a ihanet ettiği ve istifa etmesi gerektiği savunuldu. Blog'da Davutoğlu ile Erdoğan arasındaki 27 gerilim noktası 'reis'e yakın bir bakış açısıyla listelendi. Bu blog medyada ses getirdi.
4 Mayıs 2016 günü, Recep Tayyip Erdoğan ve Ahmet Davutoğlu arasında Saray'da ikili bir toplantı yapıldı. Bu toplantıda Davutoğlu'nun doğrudan istifa etmesi yerine AK Parti'yi kongreye götürmesi ve yeniden genel başkan adayı olmaması kararlaştırıldı. Bu toplantıdan bir gün sonra Davutoğlu, 5 Mayıs 2016 günü 1 Kasım seçiminden sonra sadece 6 ay görev yapmasını nazara vererek “4 yıllık sürenin daha kısa sürmesi benim tercihim değildir. Zarurettir” şeklinde bir açıklama yaptı ve AK Parti'yi 22 Mayıs'ta yeni Genel Başkan seçimi yapması için 2. Olağanüstü Büyük Kongre'ye çağırdı. Ahmet Davutoğlu'nun Recep Tayyip Erdoğan ile görüşmesinin hemen sonrasında bu kararını açıklaması bazıları tarafından Saray Darbesi şeklinde ifade edilmiştir.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile 64. Türkiye Hükûmeti'nin Başbakanı Ahmet Davutoğlu yaptıkları toplantı sonrasında Ahmet Davutoğlu'nun başbakanlık görevinden istifa etme kararı almasıyla AK Parti 2. Olağanüstü Büyük Kongresi'nin düzenlenerek 3. genel başkanın seçilmesi kararlaştırıldı. 22 Mayıs 2016 tarihinde düzenlenen kongrede Binali Yıldırım, 1470 oyun 1405'ini alarak AK Parti'nin 3. genel başkanı seçildi ve hükûmeti kurma görevi verildi. 24 Mayıs 2016 tarihinde Yıldırım, 65. Türkiye Hükûmeti'ni kurdu ve bu hükûmet TBMM tarafından 315 oyla güvenoyu aldı.
15 Temmuz 2016 Kalkışması ve Erdoğan’ın Sertleşmesi
15 Temmuz 2016'da bir kalkışma meydana geldi. Bu kalkışmanın FETÖ/PDY tarafından düzenlendiği ifade edildi. Bu girişimde 251 vatandaş hayatını kaybetti ve 2196 vatandaş da yaralandı. Nihayet kısmî darbe girişimi devlet güçleri ve vatandaşların tepkisi ile engellendi.
Ancak bu girişim 20 Temmuz’da alınan kararlar ile ilgili ilgisiz yüzbinlerce memur, asker ve bürokratın hapsedilmesine, memuriyetten uzaklaştırılmasına ve mahkemelerin kararları ile ceza almalarında sebep oldu. Haksız ve gerekçesiz ihbarlarla işlerinden olanların büyük bir çoğunluğu da masumiyetleri kabul edilerek görevlerine geri döndü. Bu arada gerçek suçlular darbe öncesi ve sonrası yurt dışına kaçarak ceza almaktan kurtuldular.
Darbeyi azmettirmekle suçlanan Fetullah Gülen ise ülkede kendisini seven ve çalışmalarına iyi niyetle destek verenlerin mağduriyetleri gördüğü bildiği halde kendilerini savunmaması ve “Benim yüzümden masumlara zarar gelmesin. Beni yargılayın; ben bu ülke için yanlış bir şey yapmadım!” demesi gerekirken susmasına anlamak mümkün değildir…
Bu kalkışma 13 Nisan (31 Mart) 1909’da meydana gelen ve tarihte “31 Mart Olayı” olarak isimlendirilen harekete benzemektedir. İttihat ve Terakki bu olay sonrası sertleşerek tenkit ettikleri Abdulhamid’in “Zayıf İstibdadına” bedel “Kuvvetli bir istibdada” yöneldi. Aynı senaryonun bir benzeri de 15 Temmuz sonra 21 Temmuz 2016 tarihinde ilan edilen OHAL sonrasında Cumhurbaşkanlığı KHK’ları ile 128.678 kamu görevlisi ihraç edildi. 2761 kurum ve kuruluş kapatıldı. 3213 rütbeli askerin rütbesi söküldü ve ihraç edildi. 179 Medya kuruluşu kapatıldı. 579.783 kişi hakkında işlem yapıldı ve 282.790 kişi gözaltına alındı ve 94.975 kişi tutuklandı.
Başkanlık Sistemine Geçilmesi
Binali Yıldırım, yeni Hükûmet'in öncelikli konusunun yeni Anayasa başkanlık sistemi de dahil olmak üzere yeni yönetim sistemini belirleyecek değişikliğin olduğunu ve yeni Anayasayı gerçekleştirmek için çalışmalara hemen başlanacağını açıkladı. Ayrıca 12 Eylül Darbesi sırasında yazılmış mevcut anayasayla 2023 Hedeflerine ulaşamayacağını belirterek tüm muhalefet partilerine yeni anayasa çağrısı yaptı.
Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli, partisinin parlamenter sistemden yana olduğunu fakat Başkanlık sisteminin referanduma götürülmesinde herhangi bir sakınca duymadığını bildirdi. Yıldırım, Türkiye'nin fiili durumu hukuki durum hâline getirmek mecburiyetinde olduğunu ve Başkanlık sistemini içeren anayasa teklifini kısa süre içerisinde Türkiye Büyük Millet Meclisine getireceklerini belirtti.
Ana muhalefet partisi CHP ile HDP'nin yanı sıra; genel başkan adayı Sinan Oğan, Meral Akşener gibi eski MHP milletvekilleri ile Yusuf Halaçoğlu, Ümit Özdağ gibi dönemin bazı MHP milletvekilleri de başkanlık sistemine sıcak bakmadılar.
Başkanlık Sistemi ve Recep Tayyip Erdoğan Dönemi (2017-?)
2017 anayasa değişikliği referandumunda halkoyuna sunulan değişiklikler %51,41 oranında evet oyuyla kabul edildi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, resmî sonuçlar açıklandıktan sonra AK Parti'ye döneceğini açıkladı. 27 Nisan 2017'de referandumun kesin sonuçları Resmî Gazete'de yayımlandı. Erdoğan, 2 Mayıs 2017 tarihinde AK Parti üyesi oldu. 21 Mayıs 2017'de yapılan olağanüstü kongreyle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, yeniden genel başkan seçildi. 24 Mart 2021 saat 10:00'da düzenlenen 7. Olağan Büyük Kongresi ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 1428 oy alarak yeniden genel başkan seçildi.
Cumhur İttifakı, 2018 Seçimleri ve R. Tayyip Erdoğan’ın Yeniden Başkan Seçilmesi
Bu seçim 2017 Türkiye anayasa değişikliği referandumunda kabul edilen bazı değişikliklerin yürürlüğe girdiği seçimdir. 24 Haziran 2018'de yapılan ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin 27. döneminin 600 yeni üyesinin belirlendiği seçimlere gidildi. Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turu ile aynı gün yapıldı. Normal şartlarda 3 Kasım 2019'da yapılması gereken seçim, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin önerisi ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın kabulüyle erkene alındı.
16 Mart 2018 tarihinde, 26 maddelik “Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” yürürlüğe girdi. Kanunla, seçimlere katılma yeterliliği taşıyan siyasi partilerin ittifak yaparak milletvekili seçimine katılmalarına imkân tanınırken, siyasi partilerin seçimlerde başka bir siyasi partiyi destekleme kararı almalarını yasaklayan hüküm kaldırıldı. Kasım 2017'de Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin Adalet ve Kalkınma Partisi ile ittifak yapmayı önermesi sonucunda Şubat 2018'de Cumhur İttifakı kuruldu.
Seçim sonunda AKP ve Cumhur İttifakı %49,50 oy ile 295 Milletvekili kazanırken, CHP’nin başını çektiği Millet İttifakı %25,32 oy oranı ile 146 Milletvekili çıkardı. Halkın Demokrat Partisi (HDP) %10,76 oy oranı ile 67 sandalye kazandı. MHP %11,90 oy oranı ile 49 milletvekili aldı. İyi Parti ise %9,96 ile 43 sandalye elde etti. DP ile ittifak yaptığı için barajı aştı ve Demokrat Parti (DP) de 1 sandalye ile TBMM’de temsil edilmeye başlandı.
AKP’nin 9 Yıllık İcraatının Değerlendirilmesi
AKP 9 yıllık icraat dönemine, tek başına Anayasa’yı değiştirecek derecede güçlü bir şekilde TBMM’de temsil edilmesine rağmen ülkede “Barış, huzur, refah ve kalkınmayı” sağlayacak bir icraat gerçekleştiremedi. 19 yıllık hükümet dönemi gerek siyasi yönden gerekse ekonomik bakımdan “duraklama dönemi” 2015 yılından sonra ise “gerileme dönemi” sayılabilir.
1. Ekonomik Yönden
Gelir dağılımında daha büyük bir uçurum oluşmuştur. Zenginler daha zengin olmuştur ve devletten kredi alıp, devletin malını yok fiyatına alan yeni zenginler türemiştir. Yüce Allah “Servet zenginler arasında dolaşan bir devlet olmasın” (Haşr, 59:7.) buyurmakta ve Peygamberimiz (sav) servetin tabana yayılması için gerekli tedbirleri alır ve uygularken AKP “Adil düzen” sloganı ile geldiği halde serveti zenginlere, vergiyi tabana yayma politikasına devam etmiştir.
“3 yılda halkı rahatlatacağız” “Yoksulluğu, Yasakları ve Yolsuzlukları” kaldıracağız” diye halktan aldığı destekle, 2002’den 2021’e kadar dokuz yıl iktidarda kaldı. Verdiği sözlerine rağmen bu konuda hiçbir şey yapmadı. Bilakis devletin malları iktidar yandaşları arasında paylaştırılmaya devam etti.
Yatırım konusunda çok cimri davranan AKP hükümeti tenkit ettiği DP ve devamı olan AP’nin üretim için yaptırdığı fabrikaları çıkardığı kendine özgü “İhale Kanunları” ile yandaşlarına satarak kapatmayı en önemli icraatlarından saymaktadır. Yerli üretimi, ziraat ve hayvancılığı bitirmiş, işçi ve köylüyü fakirleştirmiştir. 4 milyon olan Yeşil Kartlı sayısını 9 milyona çıkararak yoksulluğu artırmıştır. Bunu da övünerek anlatmaktadır.
Eğitimde devlet ihaleleri ile kitap ve bilgisayar ihaleleri ile bedava eğitim aracı vererek yüz binlerce kitapçının gelirini azaltarak mağdur etmiştir. Devlet eliyle TOKİ yatırımları yaparak İnşaat sektörünü zarara uğratmış ve bu sahada da devletçiliği körüklemiş ve inşaat sektöründe çalışan milyonlarca işçi, usta ve kalfanın gelirlerini azaltmış ve fakirleştirmiştir.
Araba kredilerini teşvik ederek ülkeyi yabancı sermayenin pazarı haline getirmiş, pahalı benzin ve ağır ÖTV ve KDV vergileri ile %70 oranında halktan vergi toplayarak hem halkı fakirleştirmiş hem yabancıların mallarını pazarlayarak yabancıları zenginleştirmiştir.
Övünerek yaptığını iddia ettiği yollar ve İstanbul Hava Limanı ise “Yap İşlet Devret” sistemi ile yabancılara yaptırmış ve 20-30 yıllık işletmesini yabancılara vermiş, dolar üzerinden yaptığı ihaleler ile bu fakir milletin sırtına büyük bir borç yüklemiştir.
2. Siyasi Yönden
Meslek liseleri problemi çözülemedi. “Kamusal Alan” kavramı ile Başörtüsü yasağı daha da genişletildi. Müstehcenlik daha da yaygınlaşarak genel ahlak bozulmaya devam etti.
28 Şubattan günümüze tam 24 sene geçti. Bunun 19 senesi AKP iktidarı ile geçmiş olmasına, AKP’nin mecliste 3/2 nitelikli çoğunluğu elinde bulundurmasına, Cumhurbaşkanı, Meclis başkanı AKP’li olmasına rağmen “Hak ve Hürriyetler” konusundan kurumsal gevşemeler dışında hiçbir ilerleme kaydedilemedi. Yapılan bütün değişiklikler göstermelik olmaktan öteye geçmedi.
AKP 19 yıllık tek başına iktidarda olmasına karşın Anayasa değişikliğini samimi olarak yapmak yerine polemik haline getirerek ülkeye değil, AKP’ye çıkar sağlamayı hedeflemiştir.
17 Aralık 2004’de AB’den “Müzakere Tarihi” alınmış olmasına karşın 19 senedir hiçbir ilerleme kaydetmeyerek bu konuda samimi olmadığını göstermiş ve AB yetkilileri bir konuda ısrarcı oldukları zaman da “Yeter be! İstemiyoruz sizi” demekten hiçbir zaman kaçınmamıştır. Adeta AB sürecini durdurmuş ve dondurmuştur.
Demokratikleşme ve düşünce ifadesi konusunda hiçbir adım atmayan AKP devletin kurumları ile çatışma içinde kendisini göstererek ve kurumların yapısını değiştirmeye yönelik yasalar çıkararak halka şirin gözükme ve oy alma aracı olarak kullanmaya devam etmektedir. Kendisine muhalif gördüklerini 15 Temmuz öncesi “Ergenekon Terör Örgütü” ile bağlantılı gösterirken 15 Temmuz sonrası FETÖ Terör Örgütü üyesi göstererek adeta bir korku toplumu oluşturmuştur.
Seçim Kanunundaki %10 barajını demokratik bulmadığını ve ilk icraat olarak bun kaldırmayı hedeflediklerini söyleyerek basını ve kamuoyunu aldatmış, demokratik olmayan bu seçim sistemi işine geldiği için korumaya devam etmiştir. Böylece demokrasi konusunda samimi olmadığını göstermiştir.
Türk İslam geleneğinde olmayan milletvekili dokunulmazlığını kaldırma sözü verdiği halde işine geldiği, dokunulmazlık zırhından yararlanarak kanunsuz işler yaptıkları için bunu kaldırmayarak usulsüzlük ve yolsuzlukların soruşturulmasını önlemiştir.
3. Dine Hizmet Yönünden
AKP “Şeâir-i İslamı” ihya etmek konusunda hiçbir adım atmadığı gibi, başkalarının atacağı adımları da engellemektedir. “Ayasofya Cami olsun!” diyenlere Atilla Koç “Ayasofya müzedir, ibadet edilemez” derken Başbakan Erdoğan da “Boş ver bunları!” diye soranları başından savmıştır. (Sabah, 15 Ekim 2002) Aradan geçen bunca zamana rağmen bu konuda hiçbir adım atılmamıştır. Ancak Danıştayın “24 Kasım 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararını iptal etmesi” sonrasında, iktidarın ideolojik-siyasi amaçlarının propagandasına dönüşen bir mahiyet kazandı. 24 Temmuz 2020 tarihinde siyasi bir şov ile camiye dönüştürerek bundan siyasi bir kazanç elde etmeye çalıştı.
Başbakan Erdoğan’a göre “Din de demokrasi de araçtır!” Peki, neyin aracıdır? Din de demokrasi de araç ise amaç nedir? Tabii ki AKP’ye göre iktidarın ve menfaatin aracıdır.
Sigara’ya yasak getiren AKP içki tüketimini ise teşvik etmiştir. 10 Ağustos 2005 tarihili Resmî Gazete’de “Yeni İşyeri Açma ve Çalıştırma Ruhsatları Yönetmenliğinde” Spor tesislerinde içki satışına müsaade ettiği gibi, içkili yerler ile okul arasındaki 200 metre mesafeyi 100 metreye indirmiştir. Maalesef “İçkilerimiz Cumhuriyet Tarihinin en parlak devrini Tayyip Erdoğan döneminde yaşamıştır.” (Emre Aköz, Sabah, 19 Nisan 2007)
Faiz konusunda AKP hükümetleri döneminde yapılan teşvikler ise herkesin malumudur. Bütün çalışanları Banka kredilerine teşvik ve mahkûm ederek piyasayı, peşin alışverişi öldürmüş ve esnafa en büyük mağduriyetleri yaşatmıştır ve buna devam etmektedir. Erdoğan’ın “Paranın dini imanı olmaz” derken “helal ve haramı olmaz” mı demek istemiştir, anlaşılamamıştır.
AKP’nin Faiz politikası “Millî Görüşün” “Faiz düzenine karşı olma” yerine “Faizi teşvik etme” politikalarına dönüşmüş ve “Bankalar en çok karı bizim zamanımızda sağlamıştır” diye övünmelere terk etmiştir. Nihayet 2006 Mayıs’ında Endonezya’da toplanan G-8 Zirvesinde Erdoğan “İslâmî Faiz meselesi ile kendimizi sınırlamayalım. Artık uluslararası kurallara göre oynayalım” diye yeni bir açılım başlatmış, İslam’ın faiz yasağını gelişmeyi engelleyen bir yasak olarak değerlendirmiştir.
AKP Başörtü yasağını daha da genişleterek 17 Temmuz 2005 tarihli Resmî Gazetede yayınlanan yönetmenlik ile “Özel Dershaneleri” de yasak kapsamına almış oldu. Bülent Arınç “Başörtü yasağını kaldırmak namus borcumuzdur” dediği halde daha sonra Tayyip Erdoğan “Bunun için toplumsal mutabakat gerekir; zaten biz söz vermemiştik” demiştir. M. Ali Şahin ise “Başörtüsü %1,5’luk kesimin meselesi” (24 Mayıs 2006 / Milliyet) diyerek işi hafife aldığını ifade etmiştir.
Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik “Biz hiç İmam-Hatip Lisesi açmadık. İmam Hatiplere sözümüz yok. Benim beyanlarımda da Başbakan’ın beyanlarında da göremezsiniz” (Bugün, 19 Aralık 2005) demektedir. AKP Din Eğitimi müfredatı konusunda hiçbir gelişme sağlayamazken din adamları olan imamların maaşlarında yaptığı iyileştirme ve yaz kurslarında görev yapan imamlara ek ders ücreti verme gibi yine devletin imkânları ile din adamlarının ağzına bir parmak bal sürerek siyasi davranmıştır. AKP daha sonra yine siyasi amacına hizmet için İmam Hatip Ortaokulu, İmam-Hatip Lisesi ve İlahiyat Fakültelerini açma kampanyası başlatmıştır. 30 Ekim 2019 tarihi itibarıyla 61 adet ilâhiyat fakültesi ve 38 adet İslamî ilimler fakültesi vardır. İmam Hatip sayısını ise 854’ten 1610’a çıkarmıştır. Ancak Müstehcenlik, ahlaksızlık ve Milli değerlere aykırı yayınlar konusunda hiçbir adım atmayan AKP hükümeti “Dindar Gençlik” yetiştirme iddiasına rağmen “Başarını olamadığını” itiraf etmiştir. Okullarda “Ateizm ve Deizm” gibi dini yok sayan akımların yayılmasını ve Alkol, Uyuşturucu gibi bağımlılık yapan unsurlara bir türlü engel olamamıştır.
AKP’nin Kemalizm’e Hizmeti
Kemalizm, Atatürkçülük ve Atatürkçü düşünce ekseninde siyaset yapmak, devrimlerini ve ilkelerini korumak ve kökleşmesini sağlamaktır. Kemalizm ile Demokrasi birbiri ile çelişen iki kelime ve kavramdır. Kemalizm’de tek adam zihniyeti ve ideolojinin korunması ve benimsetilmesi vardır. Demokraside ise çoğulculuk ve her çeşit düşünceye saygı ve tüm fikirlere eşit mesafede yaklaşım söz konusudur. Kemalizm’in başka düşünce ve fikirlere tahammülü yoktur. Bu nedenle daima demokrasiye darbe planları yapar ve zamanı gelince uygulamaya koyar. 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat Kemalizm’in ürünüdür.
Her darbe kendi yasalarını ve hükümetlerini çıkarmıştır. 27 Mayıs hem Anayasa’sını hem Millet Partisini hem de hükümetini çıkarmıştır. 12 Mart Milli Selamet Partisi’ni, 12 Eylül hem Anayasasını ve ANAP’ı ve 28 Şubat AKP’yi doğurmuştur. MHP, MSP, ANAP nasıl Kemalizm’e hizmet etmişlerse AKP’de aynı şekilde Kemalizm’in korunması, kökleşmesi ve gelişmesi için çalışmıştır. Kemalistler dindar ve muhafazakâr toplumun oyları ile iktidara gelen hükümetleri kullanarak “Kemalist ideolojinin” hâkimiyetini ve devrimlerin kökleşmesini sağlamaya çalışmışlar ve gerçekten de başarılı olmuşlardır. Bu durumda kazanan Kemalistler, kaybedenler ise dindar ve muhafazakâr toplum olmuştur.
12 Eylül Anayasayı yapmış, ANAP gibi dindar ve muhafazakâr bir iktidara uygulatmıştır. Yine “Başörtüsü”nü kamusal alanda yasaklayan “Kılık Kıyafet Yönetmenliğini” hazırlamış ve ANAP’a daha sonra gelen ANA-SOL-D ve ANA-SOL-M hükümetlerine uygulatmışlardır. Milli Eğitim’in müfredatı “Atatürkçülük” ile doldurulmuş ve tüm İlk ve Ortaöğretimde uygulamaya koymuşlardır. Her gelen hükümet kendisinin ne kadar “Atatürkçü” olduğunu göstermek için bununla ilgili yeni bir uygulama ve yeni bir yönetmenlik çıkararak samimiyetini ispatlama yoluna gitmişlerdir.
28 Şubat sürecinde ise gerek “Sekiz Yıllık Kesintisiz Eğitim” ve “Başörtüsü Yasağı” gerekse “Kur’an Kurslarına” yaş sınırlamasının getirilmiş olması ve “Katsayı Uygulaması” ile İmam-Hatip Liselerine olan talebin azaltılması ve bu durumun hiçbir değişime uğramadan aynen devam etmesi “Kemalizm’in” başarısı ve dindar kesimin gafletinden başka bir şey değildir. AKP iktidarı döneminde Diyanet İşleri Başkanlığının “Amacımız Atatürk’ü sevdirmek” türünden beyanlar ile başlayan Diyanetin Atatürk açılımı, hutbelerde “Atatürk’e methiyeler okunması” uygulaması ile de “diyanetin” bu konuda nasıl kullanıldığını göstermesi bakımından enteresandır. Ayrıca “Cenaze namazına kadınların katılımı” “Cuma namazını kadınların başları açık şekilde kılma” gayretlerine diyanetin ses çıkarmaması, hatta camilerde belli mekânları ayırarak bu güne kadar camilerde ve cumalarda uygulanan bir yanlıştan dönüldüğünü kabul etmiş görünmesi, peygamberimizin hadislerini ayıklama çalışmalarının başlatmaları ve bunu da dinin hurafe ve uydurmalardan, hadisleri de gerçek olmayan hadislerden ayırma kılıfıyla açıklamaları Kemalizm’in “dinde reform” planının yeni uygulama şekilleri olarak ortaya çıkmıştır.
Toplum tarafından sevilen ve iktidara getirilen liderlerin dilinden “din de demokrasi de araçtır” sloganını zaman zaman dillendirerek ve siyasi mahfillerde, radyo ve TV ekranlarından defaatle vererek “dinin kutsallığı ve hiçbir şeye alet edilemeyeceği” gerçeğini yıkmaya çalışmak ve dini dünyaya ve siyasete alet edilebilecek bir araç olarak görülmesini sağlamaya yönelik planlı bir faaliyet olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Böyle tehlikeli bir ifade, söyleyeni töhmet altında bırakması gerekirken daha sempatik hale getirmesi ancak Kemalizm’e yakışan garip bir cerbezedir. Demokrasinin araç olduğunu ifade etmek de demokrasinin aslında “Kemalizm’in aracı” olabileceğini anlatmak ve kabul ettirme çabalarından başka bir şey değildir. Bu ayrıca Demokrasiye hak ve hürriyetlerin, kalkınmanın demokrasi ile olacağı inancını yıkma amacına yönelik ortaya atılan bir slogan olduğunu anlamak için çok da zeki ve akıllı olmaya gerek yoktur.
AKP’yi “Cumhuriyet ve Atatürk düşmanı” ve “İrticanın odağı” olarak göstermek ve bu yönde propaganda yapmak ise AKP’nin halkın yanında itibarını koruyarak iktidarının devamını sağlamak ve bu perde altında daha rahat faaliyet yaptırmak amacına yöneliktir. Bunun ikinci bir ayağı da AKP karşıtlarını “Kuvay-ı Milliye” ve “Milli Çıkarlar” etrafında bir araya getirmek ve yeni bir güç birliği sağlaması da Kemalizm’in nasıl ikiyüzlü ve aldatıcı bir politika izlediğini göstermektedir.
Göründüğü gibi olmamak “Takıyye”, bilmeden istismara sebep olmak, başkalarının emellerine alet olmak ise, akılsızlık, gaflet ve dalalettir. Her ikisi de ehl-i hakikat nazarında ve akıllılar yanında en büyük kusur ve eksikliktir. Akılcı ve doğru politikanın ne takıyyeye ihtiyacı vardır ne de kendisini bir başkasına alet ettirir. AKP’nin Kemalist politikalara alet edilmesi ilkesiz ve ülküsüz bir menfaat birlikteliği olduğunu göstermektedir.
Kemalistlerin “Dindar Atatürk” portresi ile ABD’nin “Ilımlı İslam” projesi, Fethullah Gülen’in “Hoşgörülü İslam” tezini “Sentez” yaptığınız zaman karşınıza “AKP’nin Siyasi Misyonu” çıkacaktır. Biraz milliyetçilik, bir tutam dindarlık, bir avuç devletçilik, bir miktar Sosyal Demokratlık, Lâiklik ve Liberalizm suyu ile Demokrasi kazanında pişirildiği zaman karşınıza AKP çorbası çıkacaktır. Bu çorba içenlerin bir kısmının açlığını giderirken birçoğunu da hasta etmektedir. Bu çorbanın içenin bünyesine göre değişik sonuçlar ortaya çıkarması mümkündür. Toplumdaki rahatsızlığın sebebi de budur.
Bu ve buna benzer sonuçları nedeniyledir ki İsrailli akademisyen Dışışleri Müsteşarı Alon Liel “İslamın Yeni Yüzü” isimli kitabında “Erdoğanizm Kemalizmin güncel versiyonudur” tespitini yapmıştır. Bunu Erdoğan-Yahudilerle münasebetleriyle M. Kemal’in Yahudi politikasının örtüşmesinden de anlamak mümkündür. M. Kemal de söylemlerinde Yahudilere asla taviz vermez gözükürken ve “Mason Localarını” kapatırken gerçekte Yahudilerin menfaatlerini koruyacak şekilde bir politika izlediği tarihçilerin malumudur. Hatta devrimleri yaparken Yahudilerin ve Masonların büyük desteğini aldığı da kesinlikle sabittir. Prof Şerif Mardin de bunun farkında olarak “AKP iktidarı Kemalizm’in başarısıdır” tespitinde bulunmuştur. Bu duruma demokrat zihniyetle bakıldığı zaman çok garip ve kabul edilemez görünürken “Atatürk yaşasaydı Refahlı olurdu” diyen Erbakan geleneğinden gelen ve “Pragmatizmi” siyasetsin amacı haline getirenler için siyasetin gereği ve başarısı olarak görülüp övünç sebebi olabilmektedir.
Bu da göstermektedir ki 12 Eylül’ün ürünü olan Özal’ın ANAP’ı ile başlayan “Kemalizm’in İslam’la barışması” projesi “İkinci Özal” sıfatını çok seven Erdoğan’ın AKP’si ile “İslam’ın Kemalizm’e uydurulması” tarzında yeni bir ivme kazanmış gözükmektedir.
Her ihtilal gibi 28 Şubat 1997 süreci de “Kemalizm’in” hâkimiyetini ve daha da güçlenmesini sağlamıştır. Ancak her darbeden sonra farklı bir açılım ve yaklaşım sergilendiği, daha önceki ezberler bozulduğu için toplum bir önceki uygulamalardan uzaklaşıldığını görerek yeni oluşuma ve duruma destek olurlar. Her destek Kemalist ideolojiyi güçlendirir. 12 Eylül demokrasi ve hürriyet ortamının meydana getirdiği Anarşi ve Terörü önlemiş ve kardeş kanının akmasını durdurmuştur. Bu nedenle muhafazakâr toplum “Bu kadar özgürlük bize çok fazla gelmektedir” diyen ihtilal liderinin büyük bir sempati ile desteklemiş ve yeni Kemalist Anayasa’nın %92 gibi büyük bir çoğunlukla kabulünü sağlamıştır.
28 Şubat süreci Kemalizm’i bir ideoloji haline getirmiştir. Atatürkçü Düşünce Dernekleri bu sürecin ortaya çıkardığı fikir ocakları olmuştur. Gerçekte böyle bir ideoloji olup olmadığını ve M. Kemal’in bir ideolog mu bir siyasetçi mi yoksa bir asker mi olduğunu da tarih ortaya koyacaktır; ama bu bizim konumuz dışındadır. Ama bilhassa AKP’nin kendisini samimi “Atatürkçü” olduğunu iddia ederek ADD’yi samimiyetsizlikle suçladığı gerçeğini de tarih kayıtları arasına almaktadır. Bu tartışmalar göstermektedir ki Atatürkçülük ADD’ye, CHP’ye ve AKP’ye göre farklı anlamlar ifade etmektedir. Ancak ortak bir nokta vardır ki o da her üçünün de farklı algılama dışında Atatürkçülük ile hiçbir probleminin olmamasıdır.
Şurası bir gerçektir ki Kemalizm’in kurucusu olan M. Kemal Atatürk siyasi amacına ulaşmak ve devrimlerini gerçekleştirmek için laiklerle, sosyalistlerle, dindarlarla ve milliyetçilerle ortak hareket ettiği ve tümünü kendi düşüncelerini gerçekleştirmek için kullanmaktan çekinmediği tarihçe sabittir. M. Kemal’in ve Kemalizm’in problemi daha çok Hürriyet ve Demokrasi iledir. Zira Kemalizm’in alternatifi Demokrasi’dir. Ama ne ki burada da zihinleri bulandırmak için Kemalizm ile Demokrasi’yi özdeşleştirme çabalarını ve bunu başarmak için de daha önce ANAP’ı, günümüzde ise AKP’yi kullandıklarını görmekteyiz.
Kemalizm tek parti ideolojisi olduğu için demokrasiyi içermez. Tek parti özlemlileri de Kemalizm’i bunun için savunmaktadırlar. AKP’de “tek parti özlemi” ve tek parti iktidarının icraatlarını ve söylemlerini açıkça görmek mümkündür. Bu da alternatifinin olmadığı, başkalarının yapacağı bir şeyi olmayacağı, muhalefete tahammülsüzlük, demokrasinin gereği olan anlaşma uzlaşma kültüründen uzak olmaları ve parti içi çok sesliliğe tahammül edemediği gibi muhalefetin söylemlerine de tahammülsüzlüğü bunun en güzel ispatıdır. Nihayet AKP 2017 sonrası özlediği ve istediği “Tek Parti Sistemini” “Başkanlık Sistemi” adı altında bu millete kabul ettirmiştir.
Türkiye’de statüko da çok partili hayata geçildikten sonra Kemalizm ile demokrasiyi aynı şey gibi sunarak vaziyeti muhafazaya çalıştığı ancak bütün olumsuzlukları demokrasiye, bütün iyilikleri Kemalizm’e mal ederek her fırsatta “Kemalizm Demokrasiden iyidir” diyerek darbelere destek verdikleri ve demokrasiyi askıya aldıkları bir gerçektir.
AKP Demokrat Olabilir mi?
Demokrasi halkın kendi yöneticisini seçmesi ve yönetimde söz sahibi olmasını sağlayan idari sistemdir. Peygamberimiz (sav) Yüce Allah’ın “Dünya işlerini tanzimde Müslümanlarla istişare et. Bir karar verdiğiniz zaman da bunu uygulamaya azmet ve sonuçta Allah’a tevekkül et” (Âl-i İmran, 3:159.) ve Şura Suresinde “Müslümanların işleri aralarında şura iledir” (Şura, 42:38.) emrini uygulayarak “Meşveret ve Şura” sistemi ile Müslümanları yönetime katmıştır. Sahabeler de peygamberimizden (sav) sonra bu sistemi uygulayarak “Asr-ı Saadette” Hulefa-i Raşidin” döneminde hak ve hürriyetlerin korunduğu, seçime dayalı, adaleti sağlayan örnek bir idarî sistem kurmuşlar ve insanlığa bir “Model” sunmuşlardır. Bu sebeple diyebiliriz ki, “Asr-ı saadet” bir devlet değil, bir modeldir.”
Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin “Adalet, meşveret ve kanun hâkimiyeti” çerçevesine oturttuğu ve içini doldurduğu bu idari sistemi “Meşrutiyet, Demokrat ve Cumhuriyet” isimleri ile değerlendirmiş ve aynı anlamı ifade ettiklerini vurgulamıştır. Demokrat bir idareci halka faydalı hizmetler yaparken, insanlar da o idarecilerin zamanında adaletle idare edilmişlerdir. İnsan hak ve hürriyetleri demokrat idarecilerle uygulama imkânı bulmuştur. Bunun için demokrasi ve demokratlık devamlı bir yükselme trendi ile istibdat kalelerini yıkarak yoluna devam etmektedir. İnsanlar demokrat partilere ve demokrat idarecilere rağbet ettikleri için halkın karşısına çıkan müstebit ruhlular ve menfaatçiler de kendilerini demokrat göstermeye çalışmaktadırlar. Öyle ise demokratlık nedir, demokrat kimdir sorunsa cevap bulmak gerekmektedir.
Demokratlığın üç temel şartı vardır: Birincisi halka hizmet etmek ve yardımcı olmak, ikincisi halkın inanç ve fikirlerine saygı göstermek, üçüncüsü ise halk için kendi menfaatinden fedakârlık etmektir. Bediüzzaman’ın ifadesi ile “Demokratlık ve hürriyet-i vicdan İslamiyet’in “Seyyidü’l-kavme hâdimühüm” yani ‘Memuriyet ve emirlik reislik değil millete bir hizmetkârlıktır’ (Fethu’l-Kebir, 2:195) hadis-i şerifine dayanabilir.” (Bediüzzaman, 1997, Emirdağ Lâhikası, 386.) Bu hadis-i şerife göre demokratlık dinimizin idareciler için kabul ettiği ve tavsiye ettiği bir yaklaşım şeklidir ve esas amacı da halka hizmet etmektir.
Bediüzzaman’a göre “Demokrat” olmanın gereği “Hürriyetçi” olmak, “Şeâir-i İslâmiyeye” taraftar olmak ve ihya etmektir. (Emirdağ Lâhikası, 271.) Demokratlar Şeâir-i İslâmiyeden olan “Ezan-ı Muhammedi”yi ilan etmekle Nur Talebelerinin manevi desteğini hak etmişlerdir. Bunun için “Nurcular demokratlara bir nokta-i istinattır.” (Emirdağ Lahikası, 271) Ama ne var ki, ahrarlar iki defa başa geçtikleri halde İttihatçıların mason kısmı onlara müthiş darbe vurarak az bir zamanda onları devirdiler. Demokratlara da aynı şekilde iki müthiş darbe vurmaya hazırlandıklarını ifade etmektedir. (Emirdağ Lahikası, 271) Gerçekten de 1960 darbesi ile Demokrat Parti, 1980 ihtilali ile de onların devamı olan Adalet Partisi, İttihatçıların devamı olan ve onlara destek verenler tarafından iktidardan uzaklaştırılmışlardır. 28 Şubat da iktidarda olan DYP-RP hükümetine yapılarak DYP’li Tansu Çiller’in başbakan olması ve ülkeyi istikrara kavuşturması önlenmiştir.
Bediüzzaman yine Demokrat ve Ahrar tanımı ve tarifi çerçevesinde “Eski tahribatı tamire başlamak” “Hürriyetperver olmak” ve “Nur ve Nurcuları takdir etmek” gibi kıstasları da ortaya koyar. Bu sayılan vasıflara sahip olan siyasi oluşuma daima dua ettiğini ifade eder. Gelecek ile ilgili temennisini de “İnşallah, o Ahrarlar istibdad-ı mutlakı kaldırıp tam bir hürriyet-i şer’iyeye vesile olacaklar” (Emirdağ Lâhikası, 267) şeklinde özetler.
Demokrat olmanın şartlarını maddeler halinde şöyle sıralayabiliriz:
1. Her şeyden önce demokrasiyi ve insan haklarını savunmak,
2. Hürriyetçi olmak ve her nevi istibdada karşı mücadele etmek,
3. Din ve Vicdan Hürriyeti çerçevesinde “Şeâir-i İslamiyeyi ihya etmek”,
4. İnançta, ahlakta ve kültürde yapılan eski tahribatı tamire çalışmak,
5. Halka hizmeti esas almak ve şahsi menfaatini terk etmek,
6. Risale-i Nurları ve nurcuların çalışmalarını ve hizmetlerini takdir etmektir.
Bu sayılan şartlar AKP’de olmadığı kesinlik ifade etmektedir.