Mirac meselesi, erkân-ı imaniyenin usulünden sonra terettüp eden bir neticedir. Peygamberimizin (sav) ruhu ve bedeni ile beraber beşerî cesedi ile göklere uruç etmesi konusunda Sahabenin ve Ehl-i Sünnet ve‟l-Cemaat‟in ittifak ve icması vardır. Miraç mucizesini rivayet eden sahabe sayısı 25’den fazladır.
1. Miraç bir iman meselesi midir?
1. Mirac meselesi, erkân-ı imaniyenin usulünden sonra terettüp eden bir neticedir. Erkân-ı imaniyeyi kabul etmeyen dinsiz mülhidlere karşı, elbette bizzat ispat edilmez. Çünkü, Allah'ı bilmeyen, Peygamberi tanımayan ve melâikeyi kabul etmeyen veya semâvâtın vücudunu inkâr eden adamlara Miracdan bahsedilmez; evvelâ o erkânı ispat etmek lâzım geliyor.
Biz Miracı aklına sığıştıramadığı için vesveseye düşen müminlerin imanlarını şüpheden kurtarmak ve imanlarını güçlendirmek için bu konuyu üzerinde duracağız.
2. İsra ve Miraç Kur’an’da var mı?
2. Evet hem İsra hem Miraç’tan bahseden ayetler vardır. İsra Suresinde “Âyetlerimizden bir kısmını ona göstermek için kulunu bir gece Mescid-i Haramdan alıp, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâya seyahat ettiren Allah, her türlü noksandan münezzehtir. Şüphesiz ki O herşeyi hakkıyla işiten, herşeyi hakkıyla görendir.” (İsrâ, 17:1.) ayeti İsra hadisesini hem lafzen hem de manen delaleti kat’î olduğu için inanmak farzdır, inkârı Kur’an-ı Kerimi inkâr olur.
Oradan semalara uruç etmesini ise Necm Suresinde lafzen zanni ve manen kat’iyeti ifade eden ayetlerle anlattığı için iman etmek vaciptir.
Necm Suresi 4-18 ayetleri Miracı anlatmaktadır. Şöyle:
“O Peygamber ancak kendisine vahyolunanı söyler. Onu muazzam kuvvetlere sahip olan Cebrail (as) öğretti ki, kendisine gerçek suretiyle görünmüştür. O, ufkun en yukarısında idi. Sonra indi ve yaklaştı. Nihayet kendisi “Kab-ı Kavsene” iki yay kadar, hattâ daha da yakın bir makama çıktı. Orada Allah kuluna vahyedeceğini etti. Onun gözünün gördüğünü kalbi yalanlamadı. Şimdi onun gördüğü şeyler hakkında mücadele mi edeceksiniz? Yemin olsun ki, onu bir kere daha hakikî suretinde, Sidre-i Müntehâda gördü ki, onun yanında Me'vâ Cenneti vardır. O zaman Sidre'yi Allah'ın nuru kaplamıştı. Göz ne şaştı ne de başka bir şeye baktı. Yemin olsun ki Rabbinin âyetlerinden en büyüklerini gördü.” (Necm, 53:4-18.)
Kur’an-ı Kerim böylece 14 ayeti ile İsra ve Miraç Mucizesini anlatmaktadır.
3. Peygamberimiz ve sahabe İsra ve Miraç’tan nasıl bahsetmektedir?
3. Peygamberimizin (sav) ruhu ve bedeni ile beraber beşerî cesedi ile göklere uruç etmesi konusunda Sahabenin ve Ehl-i Sünnet ve‟l-Cemaat‟in ittifak ve icması vardır. Miraç mucizesini rivayet eden sahabe sayısı 25’den fazladır. Onlar da şu sahabelerdir: “Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Ali, Enes bin Malik, Ebu Hureyre, Abdullah bin Ömer, Abdullah bin Abbas, Abdullah bin Mesud, Ebû Said el-Hudrî, Ümmehânî binti Ebi Talib, Mâlik bin Sa’saa, Şeddad bin Evs, Ebû Zerri’l-Gıfârî, Ümm-ü Seleme, Hz. Aişe binti Ebu Bekir, Esmâ binti Ebu Bekir, Abdullah bin Ebû Sabre, Ubey bin Kaab, Cabir bin Abdillah, Huzeyfe bin Yemân, Semûre bin Cündüp, Sehl bin Sa’d, Ebu Eyyub Halid bin Zeyd el-Ensârî, Abdullah bin Şeddad, Ebu Ümâme, Ebu Habbetu‟l-Bedrî, Ebû Leylâ (Radiyallahu Anhüm Ecmaîn) (Suyûtî, Hasâisu‟l-Kübra, 1:378; Kastallanî, Mevâhibu‟l-Ledünniye, 2:7.)
Böylece 25 sahabeden mütevatir olarak gelmiştir. Böylece çok teferruatlı bir şekilde hadis kitaplarında rivayet edilmiştir. Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, İbn-i Mâce, Nesai, Ahmed b. Hanbel hadis kitaplarında ve İbn-i Hişam, İbn-i Saad, İbn-i İshak, Vakıdî Peygamberimizin (asm) hayatını anlatan “Sire” kitaplarında bize anlatmışlardır.
4. Mekândan münezzeh olan Allah “Her şeye her şeyden daha yakın olduğu halde” Miraç gibi uzun seyahate ne gerek vardı? Bu ne demektir?
4. Bir padişahın iki türlü konuşması vardır. Birincisi özel telefonu ile bir dostu ile konuşmasıdır. İkincisi ise padişahlık unvanı ile bir ferman ve yasa çıkarıp onu halka duyurması şeklinde konuşması vardır.
Yüce Allah elbette ilhamla sevdiği kullarının kalbine ilhamla konuşur; ancak bütün insanlığı ilgilendiren bir ferman gönderecek ise elbette bir elçisini huzuruna davet eder, ona fermanını bildirir ve tebliğ etmesini emreder. Bunun için bir tören düzenler ve fermanını törenle ona tevdi eder.
Madem bu kâinat muntazam bir memlekettir ve mükemmel bir şehirdir. O memlekette tüm memleketle ilgili ve alakalı olan insan nevi vardır. Padişahın o insan nevi ile bir münasebeti bulunacaktır. Bu münasebeti en mükemmel şekilde kuran Hz. Adem’den bugüne kadar Hz. Muhammed’dir. (asm) Öyle ise, o münasebetin en âzamî bir mertebesinden ibaret olan Mirac, ona layıktır.
Allah mekândan münezzeh olduğu için miraç Onun mekanına gitmek değil, Onun mülkünde ve elekutunda gezdirmek, saltanatını göstermek, meleklerle, peygamberlerle görüştürmek ve insanların amellerinin sonuçlarını göstermek için cennet ve cehennemi gezdirip göstermektir. Sonra “Kab-ı Kavseyn” makamına manen terakki ettirip huzuruna alma ve rü’yetine müşerref etmektir. Gaybe inandığımız esasları müşahede ettirmektir.
5. Allah’ı tanımayan, peygambere inanmayan birisinde Miracı nasıl anlatacağız?
5. Madem şu kâinat ve mevcudat var ve içinde pek mükemmel faaliyet vardır. Madem muntazam bir fiil failsiz olmaz, manalı bir kitap katipsiz olmaz. Sanatlı bir nakış nakkaşsız olmaz. Elbette şu kainattaki bütün fiillerin bir faili, her mevsim değişen ve bizleri hayret içinde bırakan nakışların bir nakkaşı vardır.
Madem bir işte iki hâkimin bulunması o işin intizamını bozar. Madem kâinatta mükemmel bir düzen, nizam ve intizam vardır. Öyle ise o hâkim birdir. Bir elden çıkmaktadır. Bir olmazsa her şey fesada gider. Zira her şeyin her şeyle münasebeti vardır ve bir şeyi yapmak için her şeyi yapabilecek bir kudrete ihtiyaç vardır. Öyle ise her şeye kadir ve her şeyi bilen perde arakasında bir Allah vardır.
Madem Allah’ın bütün icraatı onun merhametli ve şefkatli olduğunu gösteriyor. Yaratıklarını çok seviyor ki çok mükemmel sanatlı yapıyor. Hem sanatına ve yaratıklarına insanların dikkatini çekmek ve kendisini tanıttırmak ve sevdirmek istiyor. Öyle ise bu varlıklar niçin yaratılmış, neden durmuyor devamlı değişiyor? Nereden gelip nereye gidiyor? Bunları şuurlu ve akıllı ve meraklı insanlara bildirecektir.
Madem her insan bunu tam anlayacak akıl ve kabiliyete sahip değildir. Elbette insanlar içinde aklı ve zekâsı mükemmel, anlayışı düzgün ve kendisine muhatap olacak ahlaka ve kabiliyete sahip üstün ve seçkin birisini muhatap alacak ve onunla konuşacaktır.
Şimdi bu üstün özelliklere sahip olan ve bu vazifeyi en güzel yapan, insanlığın beşte birini ve yeryüzünün yarısını getirdiği inanç ve İslamiyet ile şereflendiren Hz. Muhammed’den daha mükemmel birisi yoktur. Elbette onu huzuruna alacak ve yetmiş bin perde tabir edilen “Esma, Sıfat ve Ef’al” perdelerinde manen terakki ettirerek varlık perdesinin arkasına götürecektir. İşte Miraç budur.
6. Her şeye her şeyden yakın bir Rabbe binler sene mesafeyi aşıp yetmiş bin perdeden geçtikten sonra Onunla görüşmek ne demektir?
6. Cenab-ı Hak her şey her şeyden daha yakındır. Fakat her şey Ondan son derece uzaktır. Nasıl ki güneşin şuuru ve konuşması olsaydı senin elindeki ayna vasıtasıyla seninle konuşurdu. Güneş ışığı, ısısı ve yedi rengi ile sana senin göz bebeğinden yakın olduğu halde sen güneşten 149,5 milyon km uzaksın.
Hem mesela bir asker General ve Genel Kurmay Başkanının makamından manen çok uzaktır. O asker kumandanını Onbaşılıkta gördüğü bir idarecilikle tanır ve oradan onun manevi makamına bakar. Hakiki olarak bir General makamına çıkmak isterse çavuşluk, yüzbaşılık, binbaşılık, yarbaylık, albaylık generallik makamlarına çıkmak ve çok senelere çalışmakla ancak Genel Kurmay makamına terakki eder ve o makamda onu tanır. Yoksa Genelkurmay onun yanına gelmekle onula beraber olmakla onun şahsını görmekle onun makamına çıkmış olmaz.
7. Ben semavatı kabul etmiyorum ve meleklere inanmıyorum. Semalarda birinin gezmesine ve meleklerle görüşesine nasıl inanayım?
7. Evet, aklı gözüne inen ve gözüne perde çekilen birisine söz anlatmak ve bir şey göstermek elbette zordur. Fakat hak ve hakikat o derece parlaktır ki körler de görebildiği için biz de deriz ki:
110 bin km Atmosferin dışındaki feza esir ile doludur. Çünkü gezegenlerin ve yıldızların hareket etmesi ve içinde yüzmeleri için boşluk olmaması gerekir. Işık, ısı ve elektrik gibi akıcı şeylerin bize gelmesi uzayı dolduran akıcı bir maddenin varlığını gerektirir ki bu “Atomların da içini dolduran daha akıcı ve basit olan Esir maddesidir.”
Hem gecede uzaktan bakınca İstanbul gibi mükemmel bir şehrin sadece ışıkları gözükür. O ışıklar caddeleri ve binaları aydınlatmak içindir. Caddeler ve binalar ise görünmezler. Ancak ışıkların parlaması orada mükemmel saraylar ve yüksek binaların varlığını ispat eder.
Madem o ulvi alemlerde muhtelif teşkilat vardır. Bu durumda semalar da farklı farklıdır. İnsanda cisimden başka ruh, akıl, şuur, hayal ve hafızanın bulunması gibi kâinatta da pek çok farklı dünyalar vardır. Dünyamızdan cennet ve cehenneme kadar her bir alemin de bir seması ve bir mekânı vardır.
Madem gökyüzündeki yıldızlara ve gezegenlere nispeten küçük olan dünyamız madenler, bitkiler, hayvanlar ve insanlarla doludur. Elbette dünyamızdan binlerce defa büyük olan gezegenler ve yıldızlar da ruhani varlıklarla, bize görünmeyen cinler ve meleklerle doludur.
Madem oksijen ve hidojenden meydana gelen suyun buhar, su ve buz gibi farklı oluşumları vardır. Hem ateşin ısı, duman ve kor gibi farklı durumları bulunmaktadır. Esir maddesinin de farklı yedi türlü oluşumu vardır. Demek ki semalar yüce Allah’ın bize haber verdiği gibi yedi tabakadır ve yedi kattır.
Madem esirden yapılmış olan elektrik, ısı, ışık ve çekim gücü gibi latif ve akıcı şeylerin kaynağı olan sema Peygamberimizin (asm) buyurduğu gibi “Dalgasız deniz gibidir ve bütün yıldızlar onun içinde yüzerler.” Öyle ise bize yakın gezegenlerin bulunduğu semadan başlayarak aylar, güneşler, yıldızlar, galaksilerin bulunduğu semalar gibi yedi tabaka ve her bir tabakada “Maddi alemler olduğu gibi Âlem-i Berzah, Âlem-i Misal, Âlem-i Ahiret, Cennet ve Cehennem gibi alemler bulunacaktır ve orada oranın hayat şartlarına uygun ve münasip ruhaniler ve melekler bulunacaktır.
8. Biz insanlar uçak ve füze vasıtasıyla binler zorluklar içinde ancak birkaç kilometre yukarı çıkabiliyoruz. Bir insan sade cismi ile binler sene mesafeyi birkaç dakikada nasıl çıkar, gider ve gelir?
8. Biz de deriz ki: Küre-i Arz olan dünyamız 6 trilyon 600 milyar kg olan kütlesi ile kendi etrafında saatte 1670 km hızla, güneş etrafında ise 107.000 km hızla feza denizinde yüzmektedir. Acaba şu muntazam hareketi ona yaptıran ve bir sapan taşı gibi döndüren Kadir-i Zülcelal bir insanı Arşa getiremez mi?
Dünyamızdan milyarlarca defa daha büyük kütleleri daha hızla hareket ettiren ve galaksilerden oluşan mükemmel orduları semavatta gezdiren Kudret Peygamberimizi bir anda oraya götürüp getiremez mi?
9. Haydi çıkabilir. Niçin çıkmış? Ne lüzum var? Veliler gibi ruhuyla kalbiyle gitse yetmez mi? Bedeni ile gitmesine ne gerek var?
9. Biz de deriz ki: Madem yüce Allah o kuluna mülk ve melekutunu gezdirmek ve kudretini, saltanatını göstermek istemiş. Madem şu âlemin kaynakları olan alemleri temaşa ettirmek ve insanların işlediği amellerin ahiretteki sonuçlarını göstermek istemiş. Elbette görmek için gözünü, işitmek için kulağını ve tatmak için dilini ve ruhun hadsiz vazifelerini gören alet ve cihazları olan bedenini de Arşa kadar beraber alması lazımdır. Nasıl ki Allah cennette ve cehennemde cismi ruha arkadaş yapıyor. Çünkü dünyada sevapları da günahları da beraber işliyorlar. Allah’ın nimetlerini anlayacak ve ölçecek olan insan nefsi ve bedenidir. Pek çok ibadete, lezzete ve eleme sebep ve kaynak olan cesettir. Elbette Cennetü’l-Me’va gövdesi olan Sidretü’l-Müntehâya yükselen Hz. Muhammed Aleyhisselâmın cesedini ruhu ile beraber Miraca yükseltecek ve o alemleri beraber gezdirecektir.
Sadece ruhu ile olsaydı veya rüyada olsaydı mucize olmaz ve müşrikler de inkâr etmezdi. Zira insan rüyada böyle şeyleri zaten görüyor ve geziyor. Bu da Allah’ın kudretine delil teşkil etmez ve mucize sayılmazdı. Hiç kimse de inkâr etmezdi.
10. “Birkaç dakikada binler sene mesafeyi kat' etmek aklen muhaldir.”
10. Biz de deriz ki: Yüce Allah’ın sanatında harekât nihayet derecede muhteliftir. Sesin hızı ile, ışığın hızı farklı olduğu gibi. Ses saniyede 343 metre yol alırken, ışık saniyede 300 000 km hızla gider. Buna bir de elektirk hızı, ruh hızı ve hayal hızını kıyas ederseniz bunların hızını ölçme imkânımız yoktur. Yıldızların ve galaksilerin hızları dahi çok farklı farklıdır ve çok süratlidir ki akıl hayret içinde kalmaktadır.
Acaba latif nurani cismi yükselmekte ulvî olan ruhuna tabi olan ve ruh sür’atinde semaya uruc eden ve bu hızla miraca çıkan Peygamberimizin (asm) Allah’ın kudreti ile Miraca çıkarması ve o alemlerde gezdirmesi neden akla aykırı olsun?
Hem on dakika yatsan bazı olur ki bir sene kadar rüya aleminde iş görürsün. Bir dakika gördüğün bir rüyayı uyandığın zaman bir saat anlatıp bitiremezsin. Demek ki insan ruh makamına çıkınca ve bekâ alemine girince zaman ve mekân genişliyor. Peygamberimiz (asm) Miraç ile beka alemine girdi. Oranın bir saati dünya hayatının bir veya birkaç senesi gibi olduğundan bir saat gibi kısa bir zamanda birkaç senelik hayatı yaşamış oluyor. Miraç işte böyle bir zaman dilimidir.
İnsanların hareketinde mermi sür’atinden tut, ses, ışık, elektrik, ruh, akıl, hayal hızı gibi farklı hızlara sahiptir. Mesela bir saati düşünün. Saatte saati, dakikayı ve saniyeyi gösteren iğneler vardır. Akrebe binen bir adam bir saatte az bir mesafe alırken, yelkovana binen onun altmış katı bir mesafeyi aynı zamanda alır. Saniyeye binen ise yelkovandan altmış defa daha hızla hareket eder. Bunun gibi “Burak-ı Tevfik-i İlahiye” binen Peygamberimiz (asm) onunla beka alemine girdi ve birkaç dakika zarfında pek çok uzun mesafeleri kat etti ve bize göre senelerle kıyas edilemeyecek haletlere mazhar oldu. Bu sebeple “bir anda döndü geldi” ifade edilmiştir.
11. Evet, olabilir, mümkündür. Fakat her mümkün vaki olmuyor. Bunun emsali, benzeri ve misali var mı ki kabul edilsin? Emsali olmayan bir şeyin, yalnız imkânı ile, vukuuna nasıl hükmedilebilir?
11. Biz de deriz ki: Bunun emsali, benzeri o kadar çoktur ki, hesaba gelmez. Meselâ, gözü olan herkes yerden tâ güneşe bir saniyede çıkar. Her ilim sahibi aklıyla Astronomi kanunlarına biner yıldızların arkasına kadar gider, uzayı önüne alıp üzerinde fikir yürütür. Her imanlı zat namazda hayali ile bir nevi Miraca benzer şekilde Kâbe’yi göz önüne alıp dünyayı arkasına atıp Allah’ın huzurunda durur. Allah’ın velileri kalbi ile seyr-i süluk ile daire-i Esma ve Sıfattan kırk günde geçebilir. Abdulkadir Geylani ve İmam-ı Rabbani gibi bazı zatların verdiği doğru haberlere göre bir dakikada manen arştan ferşe, ferşten arşa gidip gelir. Ehl-i Cennet de mahşerden cennete kısa bir zamanda şimşek gibi gideceklerdir.
Elbette bu kadar misaller ve yaşanan örnekler gösteriyor ki bütün evliyaların sultanı, umum mü’minlerin imamı, umum Cennet ehlinin reisi ve umum melâiklerin makbulü olan Zât-ı Ahmediye (asm) seyr-i sülukunun sebebi olan Miracının bulunması kısa zamanda ruhu ve bedeni ile o alemlerde gezmesi, Allah’ın cemalini görmesi akla, mantığa uygundur, Allah’ın hikmeti ve rahmetinin gereğidir ve şüphesiz vaki olmuştur. Bu konuda hadis kitaplarında anlatılan Miraca dair maceraların hepsi doğrudur, haktır ve hakikattir. Anlatıldığı gibi iman eder ve kabul ederiz.
Kaynak: Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, 31. Söz, Miraç Risalesi.