
Soyut kavramlar somut delillerle anlamlı hale gelebilir. Meselâ adalet kavramını herkes kendisine göre yorumlayarak adil olduğunu iddia ettiği gibi, doğruluk” kavramını da kendisine göre yorumlayarak yaptıklarının doğru olduğunu iddia edebilir. “Akliyyata” ait olan yüksek hakikatleri, ahirete, ruhaniyata ve dine ait olan kavramlar ancak temsillerler anlaşılır.
Giriş
Soyut kavramlar somut delillerle anlamlı hale gelebilir. Meselâ adalet kavramını herkes kendisine göre yorumlayarak adil olduğunu iddia ettiği gibi, doğruluk” kavramını da kendisine göre yorumlayarak yaptıklarının doğru olduğunu iddia edebilir. Bu konuda doğruyu nasıl bulacağız. Yüce Allah biz insanlara doğruları öğretmek için “Seni en güzel ahlak üzere yarattım” (Kalem, 68:4.) dediği peygamberini örnek olarak seçmiş ve ona itaat etmemizi istemiştir. Peygamberlerin hayatı doğruluğun ve adaletin ölçüsü olduğu için “Üsve-i Hasene” olarak ona uymamız istenmiştir. (Ahzab, 33:21.)
Böylece biz insanlar doğruluk, adalet, cömertlik gibi insânî ve ahlakî meziyetleri peygamberlerin tatbikatından öğreniriz ve onları örenk alarak güzel ahlaka ve fazilete ulaşırız.
Aynı şekilde “akliyyata” ait olan, ayni akıl ile anlaşılacak olan yüksek hakikatleri, ahirete, ruhaniyata ve dine ait olan kavramları da akıl ancak temsillerle kavrar ve anlar. Temsiller, misaller ve benzetmeler anlayabildiğimiz örneklerden yola çıkarak anlayamadığımız yüksek hakikatleri anlamamızı sağlar. Bu sebeple Mantık ilminde “Kıyas” ve “Temsil /Anoloji” önemli bir kural olarak kabul edilmiş ve pek çok hakikatler bu şekilde anlaşılır hale gelir. Aklın kabulü ve kalbin tatmini bu şekilde sağlanır.
Temsil Metodu Kur’ânî Bir Metottur
Kur’an-ı Kerim pek çok yerde “Temsil Metodunu” kullanmış ve soyut hakikatleri ve kavramları bu şekilde anlatmıştır. Nasıl ki dürbün uzak eşyaları göze yaklaştırır, mikroskop da göze görünmeyen ince ve küçük şeyleri görmemizi sağlar. Bunun gibi temsiller de derin ve uzak hakikatleri anlamamızı sağlayan misallerdir. Bu sebeple Peygamberimiz (asm) de imana ve ahirete ait hakikatleri temsillerle anlatmışlardır.
Allah’ın kullarından razı olmasının misalini şöyle verir. “Birinizin iki tane kölesi olsa, birisi sizin her dediğinizi yapsa ve size hizmet etse, diğeri de sizin emirlerinize uymaz, bahanelerle işini ihmal ederse hangisini seversiniz?” buyurdu. Sahabeler “Elbette itaat edeni” derler. Peygamberimiz (asm) “Sizin Allah karşısındaki durumunuz da böyledir” buyurur.
Mevlâna, Şeyh Sadi Şirazi gibi bilginler ve edipler de pek çok hakikatleri temsiller ve hikayelerle anlatarak “Temsil Metodunu” etkili bir şekilde kullanmışlardır. Hatta çocuklara anlatacağımız ahlâkî prensipleri masal ve hikâye şeklinde anlattığımız zaman hem onların dikkatlerini çekeriz hem anlamalarını kolaylaştırırız. Bu sebeple çocuklar hikâye ve masallara bayılırlar.
Çok sayıda âyette, insanların günlük hayatlarında sürekli muhatap oldukları olgular ve ilişkilere gönderme yapılır ve yüksek hakikatler bu basit olgulara benzetilerek anlatılır. Zaten Kur’an, bunu açık olarak ifade eder: “Anlasınlar diye Allah insanlara misaller verir.” (İbrahim, 14:2.5) Hatta kendi ortak ve şerikinin olmadığını anlatırken Cenâb-ı Hakk, insanların ortak istememe eğilimlerini hatırlatarak, insanlar nasıl kendi mal ve mülklerine başkalarının ortak olmasını istemezlerse, kendi yöneticiliğine kendisinin de ortak istemediğini vurgular. (Rûm, 30:28.) Aynı şekilde, insanlığa faydası olmayan bilginin taşıyıcısına fayda sağlamayacağını, değerli kitaplar taşıyan eşeğin, onlardan yararlanamayacağı temsiliyle anlatır. (Cuma, 62:5.)
Kur’an-ı Kerim; Allah’ın varlığını ispat sadedinde, yüksek mantıksal kategoriler yerine, sıradan insanların da rahatlıkla anlayabileceği enfüsî ve afakî olgusal deliller sıralar: “Sema ve arzın yaratılışında; gece ve gündüzün farklılaşmasında; insanların yararına olarak denizde yüzen gemide; Allah’ın semadan indirdiği suda - ki o suyla öldükten sonra yer yüzünü diriltmekte ve her türlü canlıyı yaşatmaktadır - rüzgarı oradan oraya sevk etmesinde; sema ve arz arasında emre amade olan bulutta aklını kullanabilen topluluklar için deliller vardır.” (Bakara, 2:164.) buyurur. Bediüzzaman’ın da en çok atıf yaptığı bu âyette Cenâb-ı Hakk, doğrudan olgusal varlıkları delil göstermektedir. Aynı şekilde başka âyetlerde de güneş, ay, yıldızlar, insanın yaratılışı gibi olgular delil olarak tekrarlanmaktadır.
Kur’an’ın neden böyle bir yöntemi seçtiğini inceleyen Bediüzzaman’a göre, yüce gerçeklikler sıradan zihinlere ancak bu yöntemle intikal ettirilebilir. Kur’an’ın sadece elit ve entelektüel kesime değil, aynı zamanda avam ve halk tabakasına da hitap ettiğini, hatta genellikle muhatabının avam tabakası olduğunu, bu nedenle onların anlama ve kavrama düzeylerini dikkate almak durumunda olduğunu hatırlatır. İlâhî gerçeklikleri anlatırken Kur’an’ın varlıkları delil olarak zikrettiğini, delilin sıradan zekâların bile çok kolay şekilde anlayacağı tarzda basit ve anlaşılır olması gerektiğini vurgular. Bunun da en kestirme ve kolay yolunun, insanların yaşayarak öğrendikleri bilinen olgulardan basit misaller vermek olduğunu söyler. (Nursî, Sözler, s.495.)
Bediüzzaman; insanların zihinlerinde derin hakikatlere yeni pencereler açabilmek için onların zihinlerini yormayacak, öğrenme şevklerini kırmayacak, mevcut düşüncelerini rencide etmeyecek şekilde mümkün olduğunca basit, açık ve anlaşılır misaller vermek gerektiğini vurgular. Bir çocukla konuşurken, nasıl onun kavrama düzeyine inip onun kullandığı kavramları kullanarak onun zihin dünyasıyla temas kurmaya çalışılırsa, sıradan insanlarla da ancak son derece basit teşbih ve temsillerle temas kurulabilir. İşte bu nedenle Kur’an temsil (analoji) yöntemini seçmiştir. (Nursî, Mektûbât, 1994, s.94.)
Mantıktaki Kıyas-ı Temsilî Metodunun Önemi
Bediüzzaman, enerjisini genel olarak tevhid, nübüvvet, haşir ve adalet konularının ispatına harcar. Muhatapları; yakın planda avam tabakası, uzak planda materyalist ve ateist filozoflardır. Temel amacı, avamın imanını kurtarmaktır. İnsanlar gelenekten koparak materyalist paradigmanın etkisi altına girmiştir. Olgusal bilimler gelişmiş, hayatın tüm cephelerini egemenliği altına almıştır. Soyut mantıksal ilişkiler geçerliliğini kaybetmiş, insanlar gördüklerine inanır duruma düşmüşlerdir. Dolayısıyla klasik kelâmcıların çağında geçerli olan zihinsel ortam tamamen ortadan kalkmış, yeni bir ortam oluşmuştur. Bediüzzaman da bu ortama uygun olarak yeni bir yöntem geliştirmiştir. Bu yöntemin esası, hemen tüm gerçeklikleri basit misallerle anlatmaktır. Yani Bediüzzaman, temel yöntem olarak temsil (analoji) yöntemini benimsemiştir.
Bilindiği gibi analoji, akıl yürütmenin temel yöntemlerinden biridir. Bu yöntemle insan zihni, olaylar arasındaki benzerliklerden hareketle, bilinenlerden bilinmeyen sonuçları çıkarır. Analoji, İslâmî literatürde “kıyas-ı temsilî” adını alır. Kıyas-ı temsilî, aralarında mevcut olan ortak bir vasıftan dolayı iki şeyden gizli olanı açık olana, gaip olanı görünene vs. kıyas etmektir.
Nitekim Bediüzzaman da bu kavrama birkaç defa atıfta bulunur. Sözler adlı kitabında, kendi yönteminin, kıyas-ı temsilî yoluyla gerçeğe ulaşma olduğunu vurgular ve en orijinal eseri olan Sözler’in başından sonuna kadar sayılamayacak kadar çok analojiye başvurur. Aynı yöntemi Mektûbât, Lem’alar, Mesnevî-i Nuriye gibi eserlerinde de sürdürür.
Bediüzzaman, bilgiye ulaşma yöntemleri üzerinde klasik kelâmcıların durduğu yoğunlukta durmaz. Geçmiş âlimlerin bu konuyu derin bir şekilde analiz ettiklerini dikkate alarak, bunlarla pek ilgilenmez. Kıyas-ı temsilî (analoji) yöntemini benimseyip tüm düşünce sistemini bu yöntem üzerine kurar.
Kıyas-ı temsilî metodu; kâinatta söz konusu olan genel bir kaideyi belli bir nesnede cüz belirleyip, o kaidenin aynı kategoriye giren tüm cüzlerinde de geçerli olduğu neticesine ulaşmayı hedefler. Güneşin nurlu bir varlık olmasından dolayı her parlak şeyde yansıması, cüz’î bir kaidedir, bu kaideden hareketle “Her nuranî varlık parlak şeylerde yansıyabilir” küllî sonucuna ulaşılabilir. Bu yaklaşımı mantığın genel ilkelerine göre, kıyasın ya tüme varım (istikra) ya da temsilin alt bölümlerinden birine dahil edebiliriz.
Kıyası temsilinin en parlak yüzü, külliyi cüzide bulmak ve daha sonra külliyete intikal etmektir. Çok insan bir anda külliye intikal edemez ama cüziden külliye intikal edebilir. Zira küllinin can damarının birisi cüzide de atıyor. İşte kıyası temsil cüzide atan bu damarı tutturmak ile bütün vücudun damarlarına intikal ettirip diğer alanları da fark ettiriyor.
İnsan ile insanlık kavramlarından insan cüz’î, insanlık ise küllidir; insanlıktaki acıkma duygusunu göstermek için bir ferdin acıkma duygusunu göstermek kafidir. Bunun için bütün insanları tek tek dolaşmaya lüzum yoktur, zaten imkân da müsait değildir. Öyle ise insanlığın bir ferdini temsil getirip bütün insanlığa intikal etmek en sağlam ve kati bir yoldur denilebilir.
Bediüzzaman bu metodu oldukça güzel ve etkili bir şekilde kullanmıştır.
Bediüzzaman ayrıca “Kıyas-ı Temsilî” metodunun “Mantık” ilmindeki “Burhan-ı Yakînî”den daha etkili ve daha sağlıklı olduğunu ifade eder. Burhan-ı kat'î-yi mantıkî, Mantıkta katiyet ifade eden önermelerdir. Meselâ “Güneş varsa gündüzdür; şu anda gündüz var, öyle ise şu anda güneş vardır” önermesi önermeler içinde en kesin ve kati olan önermedir. Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri Risale-i Nurlardaki kıyası temsil bu önermeden bile daha kuvvetlidir diyor. Risale-i Nurlardaki iman hakikatlerinde akıl ve kalbin tam teslim olması, bu kıyası temsilin katiyetinden ileri geliyor.
Bediüzzaman bu konuda kendisine sorulan bir suale de şöyle cevap verir:
Sual: 'Sen Sözlerde kıyas-ı temsilî çok istimal ediyorsun. Halbuki, fenn-i mantıkça, kıyas-ı temsilî yakîni ifade etmiyor. Mesâil-i yakîniyede burhan-ı mantıkî lâzımdır. Kıyası temsilî, usul-ü fıkıh ulemasınca zann-ı galip kâfi olan metâlipte istimal edilir. Hem de sen temsilâtı bazı hikâyeler suretinde zikrediyorsun. Hikâye hayalî olur, hakikî olmaz, vakıa muhalif olur.”
El-cevap: İlm-i mantıkça, çendan, 'Kıyas-ı temsilî, yakîn-i kat'î ifade etmiyor' denilmiş. Fakat kıyas-ı temsilînin bir nev'i var ki, mantığın yakînî burhanından çok kuvvetlidir ve mantığın birinci şeklinin birinci darbından daha yakînîdir. O kısım da şudur ki:
Bir temsil-i cüz'î vasıtasıyla bir hakikat-i küllînin ucunu gösterip, hükmü o hakikate bina ediyor; o hakikatin kanununu, bir hususî maddede gösteriyor-tâ o hakikat-i uzmâ bilinsin ve cüz'î maddeler ona ircâ edilsin. Meselâ, 'Güneş, nuraniyet vasıtasıyla, birtek zat iken her parlak şeyin yanında bulunuyor' temsiliyle bir kanun-u hakikat gösteriliyor ki, nur ve nuranî için kayıt olamaz, uzak ve yakın bir olur, az ve çok müsavi olur, mekân onu zaptedemez.
Hem meselâ, 'ağacın meyveleri, yaprakları bir anda, bir tarzda, kolaylıkla ve mükemmel olarak bir tek merkezde, bir kanun-u emrî ile teşkili ve tasviri' bir temsildir ki, muazzam bir hakikatin ve küllî bir kanunun ucunu gösterir. O hakikat ve o hakikatin kanununu gayet kat'î bir surette ispat eder ki, o koca kâinat dahi şu ağaç gibi o kanun-u hakikatin ve o sırr-ı ehadiyetin bir mazharıdır, bir meydan-ı cevelânıdır.
İşte, bütün Sözlerdeki kıyâsât-ı temsiliyeler bu çeşittirler ki, burhan-ı kat'î-yi mantıkîden daha kuvvetli, daha yakînîdirler.” (Sözler, s. 1001-1002.)
Risale-i Nurlarda Temsil Metodunun Kullanımı
Bediüzzaman Said Nursi hazretleri de Küçük Sözler isimli eserinde birinci sözde “Besmele’nin önemini anlatırken” hep temsillerle anlatır. Aynı şekilde Sekizinci Söze kadar hep “Temsil Metodunu” kullanır. İkinci Söz’de “İmanda ne büyük bir saadet ve nimet ve ne kadar büyük bir lezzet ve rahat bulunduğunu anlamak istersen şu temsilî hikâyeciğe bak, dinle” der. (Sözler, 2005, İkinci Söz, s.32.) Üçüncü Sözde “İbadet ne büyük bir ticaret ve saadet; fısk ve sefahet ne büyük bir hasaret ve helâket olduğunu anlamak istersen, şu temsilî hkâyciğe bak dinle” (Sözler, 35.) demekte ve hikâye-i temsiliye ile anlatmaktadır.
Sekizinci Sözde ise “Şu dünya ve dünya içindeki ruh-u insanî ve insanda dinin mahiyet ve kıymetlerini ve eğer din-i hak olmazsa dünya bir zindan olması; ve dinsiz insan en bedbaht mahlûk olduğunu; ve şu âlemin tılsımını açan, ruh-u beşerîyi zulümâttan kurtaran “Yâ Allah ve Lâ ilâhe illâllah” olduğunu anlamak istersen, şu temsîlî hikâyeciğe bak, dinle” (Sözler, s.60.) buyurarak Hz. İbrahim’in (as) Suhuf’unda olan bir temsilî hikaye ile (Sözler, Fihrist, s. 1260.) bu hakikatleri aklın anlayacağı ve hiç kimsenin itiraz edemeyeceği şekilde anlatmaktadır.
Temsil ve teşbihin anlatımdaki en büyük misyon ve gayesi, soyut olan manayı somut hale getirmek, derin olan manayı yüzeye çıkarmak, dağınık hakikatleri bir noktada toplamak, uzaktaki bir manayı yakınlaştırmak içindir. Zira insanların büyük bir kısmının zihin ve idrak dünyası, gayet somut, yüzeysel ve manaları toplamaktan uzaktır. Bu sebeple hatibin derin, soyut, uzak ve dağınık hakikatleri, temsil ve teşbih yardımı ile yüzeysel, somut, toplanmış ve yakınlaştırılmış bir şekle getirmesi bir ihtiyaçtır.
İşte Kur’an’ın ve onu taklid eden Risale-i Nurların çokça temsil ve hikaye metoduna baş vurması, bu sebepledir. Zira Kur’an’ın muhatap kitlesinin ekserisi avam ve basit anlayışlı insanlardan oluşuyor. Hal böyle olunca, Kur’an avam kitlesini eğitmek ve öğretmek için, onların duygu ve fikir alemine temsil ve hikayeler ile tenezzül ediyor, onların fikir ve hissiyatlarını okşayan ve tahrik eden misaller getiriyor.