Siyasette esas olan misyondur. Yani, partinin felsefesi, ilkeleri ve değerleridir. Bediüzzaman’ın “Zaman şahıs zamanı değil” tespiti şahıslarla ve şahısların hataları ile meşgul olmamak ve şahısların hataları ile kurumu, müesseseyi, milleti, toplumu suçlamamak gerektiği dersini vermiştir.
Bediüzzaman Said Nursi hazretleri bu zamanın sosyolojik tahlilini yapmış ve “Zaman şahıs zamanı değil, cemaat zamanıdır” demiştir. Bundan sonra fikirler, sistemler ve kurumlar esastır, şahıslar fikirlerin, sistemleri ve kurumların elamanı konumundadır. Eğitim üniversiteler tarafından verilir ve ilim adamları bu kurumun elemanlarıdır. Yönetim siyasi partiler tarafından gerçekleştirilir, şahıslar, liderler ve yöneticiler kurumsal partilerin elemanlarıdır. İşler de “Meşveretle” ortak akılla yürütülür. Kararları şahıslar değil, kurumun istişari organizasyonları verir. Üst yöneticiler alınan bu kararların uygulayıcısı ve takipçisi konumundadır. Kendi iradesine göre yönetmez, beraber yönetir ve onun da diğer elemanlar gibi hür fikri ve tek bir oyu vardır.
Siyasette esas olan misyondur. Yani, partinin felsefesi, ilkeleri ve değerleridir. Hürriyetçi ve demokrat olmak belli ilkelere sahip olmaktır. Bunlar “İnsan hak ve hürriyetleri” bu hürriyetlerin kullanımında ırkçı ve ideolojik olmamak, din ve vicdan, düşünce ve fikir hürriyetine saygılı olmak ve siyasette millet hizmeti esas almak, şahsi menfaat peşinde olmamak ve fedakar olmaktır. Bu temel prensiplere sahip değilseniz hürriyetçi ve demokrat olamazsınız.
Hürriyetçi ve demokrat ilkelere sahip olanlara “Ahrar” denilmiştir. Osmanlıda Ahrarlar önce Kur’an-ı Kerimin “Meşveret” emrine uygun bir yönetimin hayata geçmesi gereği üzerinde durmuşlardır. Sonra “İttihad-ı İslam” düşüncesi etrafında toplanmışlar ve bunun ancak “Hürriyet ve Meşveret” sistemi ile gerçekleşeceğini dile getirmiş ve bu konuda pek çok yayınlar yapmışlardır. Meşrutiyete geçildiği zaman “İttihat ve Terakki Cemiyeti”ni oluşturmuşlar, 1902’de ise “Ahrar-ı Osmaniye Fırkasını” kurarak İttihatçılardan ayrılmışlardır. Günümüz Demokrat Partisi bu misyonun devamıdır.
**
Bediüzzaman Said Nursi hazretleri prensip ve ilke olarak İslam’ın ve Asr-ı Saadetin yönetimi olarak “Meşveret, Adalet, Hürriyet ve Kanun Hakimiyeti”ni esas alan Ahrarlar ile hareket etmiş ve II. Meşrutiyetin ilanına ciddi şekilde çalışmış ve hep beraber ilanını sağlamıştır. Elbette o zamanki İttihatçılar ve Ahrarlar içinde fena adamlar da vardı. Ancak “Zaman şahıs zamanı olmadığı” ve kurumsal yapılarda şahısların önemi olmadığı için Hürriyetçilerle beraber olan herkes sonuçta Hürriyetin ilanını sağlamışlar ve Hürriyete hizmet etmişlerdir.
Bediüzzaman’ın “Zaman şahıs zamanı değil” tespiti şahıslarla ve şahısların hataları ile meşgul olmamak ve şahısların hataları ile kurumu, müesseseyi, milleti, toplumu suçlamamak gerektiği dersini vermiştir. Bu sebeple şahıslarla meşgul olmamak, şahıslar üzerinden siyaset yapmamak ve şahıslara fazla önem vermemek Risale-i Nur Mesleğinin temel prensibidir. Önemli olan fikir, dava ve misyondur. Yanlışların yüzde sekseni sistemden kaynaklanır, şahıslardan kaynaklanan yanlışlık yüzde yirmiyi geçmez. Siz ilkeleri belirleyerek sistemi düzgün kurmuş iseniz şahıslar bu sisteme uymak zorunda kalacağı için büyük yanlışlar ortaya çıkmaz. Şahıslardan kaynaklanan hatalar da o şahsı ikaz ederek düzelir. Şahıs hatasında ısrar ediyorsa bu onun bir yanlışı değil, tercihidir. Bu durumda o eleman müesseseye, misyona ve sisteme zararlı hale geldiği ve sistemi bozduğu için o kurumdan uzaklaştırılır ve sistem korunur. Aksi taktirde sistem tahrip edilir.
**
Bediüzzaman “Zaman cemaat zamanıdır” derken yine şahıslarla uğraşmayın demek istemiştir. Cemaat, belli inançlar, prensipler ve kurallar çerçevesinde bir araya gelmiş, meşveretle işlerini yürüten bir yapı içindeki topluluktur. Cemaat, kurum, müessese ve sistem içinde şahsın hürriyeti vardır; ama tek başına bir değeri yoktur. Şahsın hatası ve günahı misyona, cemaate ve kuruma zarar vermez. Bediüzzaman Said Nursi hazretleri bunun için “Benim kusurlarım, şahsımın hataları Risale-i Nur’a zarar vermez” demiştir.
Ahrar ve Demokratların içinde bulunanlar bu parti içinde siyaset yapanları insafsız şekilde tenkit etmek ancak bu misyona zarar verir. Hürriyet ve Demokrasi düşmanları daima şahısların hatalarını nazara vererek insanları bu partiden, demokratlardan uzaklaştırmaya çalışmaktadırlar. Bediüzzaman Said Nursi hazretleri DP’yi desteklemiş, iktidarda muhafaza etmeye çalışmış, dersleri, talebeleri ve bütün kuvveti ile iktidarda kalmasına çalışmış, hatalarından asla bahsetmemiş ve tenkit etmemiş, tenkit edenleri de susturmuştur.
Bediüzzaman’a “Eskiden beri işitiyoruz ki ‘Bazı Jön Türkler (Ahrarlar) masondurlar, dine zarar veriyorlar” dedikleri zaman Bediüzzaman “İstibdat, kendini ibkà etmek için şu telkinatı vermiştir. Bazı laubalilik dahi şu vehme kuvvet veriyor. Hüsn-ü zan ediniz. Sû-i zan hem size, hem onlara zarar verir” buyurur.
“Neden su-i zannımız onlara zarar versin?” diyenlere şöyle der: “Onların bir kısmı sizin gibi tahkiksiz, taklit ile İslâmiyet’in zevâhirini bilirler. Taklit ise, teşkikât ile yırtılır. O halde bazılarına- bâhusus dinde sathî, felsefe ile mütevaggıl olursa -‘Dinsiz!’ dediğiniz vakit, ihtimal ki tereddüde düşüp, mesleği İslâmiyet’ten hariçmiş gibi vesveselerle 'Herçi–bâd–âbâd' diyerek, meyûsâne, belki muannidâne İslâmiyete münâfi harekâta başlar.
İşte, ey bî–insaflar! Gördünüz, nasıl bazı biçarelerin dalâletine sebep oluyorsunuz... Fenâ adama iyisin, iyisin denilse iyileşmesi ve iyi adama fenâsın denildikçe fenâlaşması çok vuku bulmuştur. "...Faraza, bazılarının altında büyük fenâlıkları varsa da, hücûm edilmemek gerektir. Zira, çok fenalık var ki, iyilik perdesi altında kaldıkça ve perde yırtılmadıkça ve ondan tegàfül edildikçe mahdut ve mahsur kaldığı gibi, sahibi de perde-i hicap ve hayal altında kendisinin ıslâhına çalışır. Lâkin, vakta ki perde yırtılsa, hayâ atılır; hücum gösterilse, fenalık, fena tevessü eder” (Münâzarât, s. 82.) der.
Bediüzzaman’ın bu ölçüleri her zaman geçerlidir. 5 Ocak 1960’ta Ankara Beyrut Palaz Otelinde talebelerine verdiği son dersinde şöyle der: “Kardeşlerim! Hastalığım pek şiddetli; belki pek yakında öleceğim... Onun için benim Nur âhiret kardeşlerim, ‘ehvenüşşer’ deyip bazı bîçare yanlışçıların hatalarına hücum etmesinler. Daima müsbet hareket etsinler. Menfî hareket vazifemiz değil. Çünkü dahilde hareket menfîce olmaz. Madem siyasetçilerin bir kısmı Risâle-i Nur’a zarar vermiyor, az müsaadekârdır; ‘ehvenüşşer’ olarak bakınız. Daha âzamüşşerden kurtulmak için, onlara zararınız dokunmasın, onlara faideniz dokunsun” (Beyanât ve Tenvirler, 1998-İstanbul, s. 263.) demiştir.