“Güldüren de ağlatan da Allah’tır” ayetini de gülmeyi de Allah’ın bir nimet olarak insanlara ihsan ettiği anlamında yorumlamak gerektir. Nitekim Kur’an sevinçli haberi alan İbrahim’in (as) hanımının sevinçten gülmesini sitayişle, överek bize anlatır. İmam-ı Şafi “Şaka ve mizah yemekte tuz gibi olmalıdır” demiştir.
Mizah, Arapça (M-Z-H) kökünden gelen bir kelimedir. Eğlence, alay, lâtife ve şakalaşmak anlamına gelmektedir. Bununla beraber Araplar “lâtife, nükte, turfe, duabe” gibi terimleri de mizah için kullanırlar.
Meşhur Arap edibi Câhız’a (v. 255/869) göre “Araplar nüktedan bir millettir. Bunun için çocuklarına “Dehhak” (Çok gülen) gibi isimler koymuşlardır. Sa’lebî de (v. 429/1038) Medine’li ve Hicaz halkının nüktedan bir millet olduklarını “Hicazın nüktedanlığı gibi” meşhur tabirlerin yaygınlığı ile açıklamaya çalışmıştır. Bilhassa çöl Araplarında, yani Bedevi tabir edilen köylülerde “Hiciv” yaygındı.
İslamiyet’ten sonra da Araplar bu özelliklerini devam ettirmişlerdir. Ancak İslamiyet her şeyde olduğu gibi şaka, mizah ve oyun/eğlence gibi insana ait hususlara özellik, güzellik, ciddiyet ve kalite getirmiştir. Oyun, eğlence, şaka ve mizahı yasaklamamış, lâyık olduğu makama oturtarak insan için gerekli olduğunu ve ölçülü olarak yapılması gerektiğini belirtmiştir. Hatta İmam-ı Şafi (H. 150–204/ M.767–819) gibi müçtehit imamlar “Şaka ve mizah yemekte tuz gibi olmalıdır” diyerek gereği üzerinde durmuşlardır.
Bununla beraber İslam’ın mizah ve eğlenceyi yasakladığını savunan ifratkar İslam bilginleri de olmuştur. Bununla ilgili ayetleri söz konusu yaparak tezlerini ispata çalışmışlardır. Örneğin, “Az gülsünler, çok ağlasınlar” ayetinin gülmeyi yasakladığı anlamını çıkarmışlardır. Ancak Arap edebiyatına ve Kur’an-ı Kerimin manasına aşina olan Zemahşeri (v.528/1134) bu ayetin cihattan kaçarak kendilerini tehlikeye atan ve cehennem gibi dehşetli bir azabı hak eden münafıklar hakkında nazil olduğunu belirterek “Onlar yaptıklarından dolayı cehennemi hak ettikleri için çok ağlamayı da hak etmişlerdir” der.
“Güldüren de ağlatan da Allah’tır” ayetini de gülmeyi de Allah’ın bir nimet olarak insanlara ihsan ettiği anlamında yorumlamak gerektir. Nitekim Kur’an sevinçli haberi alan İbrahim’in (as) hanımının sevinçten gülmesini sitayişle, överek bize anlatır.
Allah gülmeyi insanın rahatlaması için yaratmıştır. Kur’an-ı Kerimi araştırdığımız zaman gülmekle ilgili on ayetin var olduğunu görürüz. Buna mukabil ağlamakla ilgili yedi ayet vardır ve bunun üçü de gülmekle beraber zikredilmiştir. Doğrudan ağlama kelimesi dört ayette geçmektedir. Bundan imanlı bir insanın on defa gülmesi ve buna mukabil dört kere de ağlaması gerektiği gibi bir sonuç çıkarılabilir.
Gülmenin şımarıklığı çağrıştıran kahkaha şeklinde değil, edep ve sorumluluk duygusunu yansıtan tebessüm şeklinde olması gerektiğini de dünyaya hükmeden ve hükmünü tüm canlılara, hatta karıncalara bile geçiren Süleyman (as) gibi bir makam sahibini örnek göstererek ifade eder.
İslam’da mizahın yasaklandığını savunanların bir diğer delilleri de “Mü’minler lağv olan boş söz ve gereksiz işlerden sakınanlardır” ayetidir. Buradaki “lağv” ifadesini yorumlayan bilginler bu kelime ile mizahın değil “Allah’ın emri dışına çıkararak isyana sürükleyen boş işlerin kastedildiği” söylemişlerdir. Bir de kastedilen insanlarla alay etmektir ki bu “Ey iman edenler! Bir topluluk diğer bir topluluk ile alay etmesin” ayeti ile kesin olarak yasaklanmıştır. Çünkü alay etmek ve dalga geçmek müşriklerin kötü davranışları olarak Kur’anda Müslümanlarla alay etmelerini örnek göstererek anlatılır. Aynı hataya mü’minlerin de düşmemeleri için Müslümanlar uyarılır.
İslamiyet’te mizahın yasak olduğunu söyleyenlerin dayandıkları hadislerden bazıları da şunlardır. “Arkadaşınla tartışma ve şakalaşma” “Çok gülme, zira çok gülmek kalbi öldürür.” Bu gibi hadislerden dolayı Süleyman ed-Daranî (v. 215/830) ve Ömer bin Abdülaziz (v. 101/719) gibi zahitler mizaha karşı çıkmışlar ve insanın ciddiyetini bozduğunu ileri sürmüşlerdir.
Peygamberimizin (sav) zühdünü nazara alarak dünyayı terk etmeyi ve sadece ahireti düşünerek yaşamayı esas alan zahitlerin insanının psikolojik yönünü nazara almadıklarını görmekteyiz. Hâlbuki insanın psikolojik ve sosyolojik yönünü de nazara alarak ahiret duygusundan uzaklaştığı için kalbinin bozulduğu ve münafık olduğunu söyleyen Hanzala bin Rebi’ye (v.45/665) peygamberimizin (sav) “Hayır kalbinin böyle olmasına bakarak korkma, insan her zaman kâmil olmaz, bazen böyle olur, bazen da şöyle” dediği gerçeğini dikkate almak gerekir.
Peygamberimizden (sav) dersini tam olarak alan ve “İlmin kapısı” unvanını kazanan Hz. Ali (ra) “Bedenler yorulduğu gibi kalpler de yorulur ve usanır. Kalplerinizi de hikmetli şeylerle dinlendirin” derdi. Peygamberimizin (sav) duasına mazhar ve ümmetin “Tercümanu’l-Kur’an” unvanını verdiği Abdullah bin Abbas (ra) (68/687) bir süre ciddi meseleleri konuştuktan sonra “Sohbeti değiştirin” diyerek, Arap hikâyeleri, nükte ve fıkralarla dinleyenleri rahatlatır ve güldürürdü.
Bizzat peygamberimiz (sav) şaka yaparak sahabelerini güldürecek şeylerden bahsederek mizahın bir ihtiyaç olduğunu göstermiştir. Hatta peygamberimizin bu durumuna hayret ederek “Yâ Resulallah! Bize şaka mı yapıyorsun?” diyen Ebu Hureyre’ye (ra) (v.74/693) “Evet, ben de şaka yaparım; ama sadece gerçeği söylerim” buyurmuşlardır. Yine peygamberimizin (sav) çocuklarla, hanımları ve torunları ile şakalaştığı, sahabeleri ile karşılıklı olarak nükteler yaptığı bilinen hususlardır. Ancak yalan ve uydurma şeylerle insanları aldatmak, şaka yapıyorum diye insanların mallarına el koymak ve korkutmak doğru değildir.
Peygamberimiz (sav) “Sakın biriniz şaka yapıyorum diye arkadaşınızın malına el koymasın” diye hak ve hukuku ihlal edecek şakaları yasaklamıştır. Yine bir seferde sahabenin biri uyuyan arkadaşının başı üzerine ip sarkıtmış ve uyanan sahabe ipi yılan zannederek korkmuştur. Durumu haber alan peygamberimiz (sav) “Bir müslümanın diğer bir müslümanı velev şaka için bile olsa korkutması helal olmaz” buyurmuşlardır.
Sonuç olarak, Kur’an-ı Kerime ve peygamberimizin tatbikatına bakarak İslamiyet’in insan vakarına, haysiyet ve şerefine uygun şaka ve mizaha müsaade ettiği ve bununla insanları güldürerek rahatlattığı, kalpleri ve gönülleri dinlendirmeyi amaçladığı görülmektedir. İnsan vakar ve şahsiyetini rencide eden, gülünç bir duruma düşürerek alay konusu yapan, hakkını ihlal eden ve korkuyu netice veren şaka ve mizahı da yasaklayarak insanlık haysiyet ve şerefine değer verdiğini görmekteyiz.