
Ehl-i Tarik kalplerinde dünya ve makam sevgisi ile dolu ve binbir şüphe ile yaralı ve imana muhtaç insanlardır. Ahiret endişesi ile değil dünyevi kaygılarla hareket ederler. Bu nedenle Bediüzzaman “Zaman tarikat zamanı değil, imanı kurtarma zamanıdır” demiştir. Bu söz bir temenni, veya teselli değil hakikatin ta kendisidir.
SUAL:
Değerli ağabeyim bu ifadeleri tasavvuf yolunda gidenlere nasıl izah edeceğiz? Bu sırlı ifadeleri fehmime yaklaştırır mısınız?
"İkinci yol, iman-ı bilgayb cihetinde, sırr-ı vahyin feyziyle, burhanî ve Kur'ânî bir tarzda, akıl ve kalbin imtizacıyla, hakkalyakîn derecesinde bir kuvvetle zaruret ve bedâhet derecesine gelen bir ilmelyakînle hakaik-i imaniyeyi tasdik etmektir."
"Bu ikinci yol, Risaletü'n-Nur'un esası, mayası, temeli, ruhu, hakikati olduğunu has talebeleri görüyorlar. Başkalar dahi insafla baksa, Risaletü'n-Nur hakaik-i imaniyeye muhalif olan yolları gayr-ı mümkin ve muhal ve mümteni derecesinde gösterdiğini görecekler."
"Şu meseleden anlaşılıyor ki, derece-i şuhud, derece-i iman-ı bilgaybdan çok aşağıdır. Yani, yalnız şuhuduna istinad eden bir kısım ehl-i velâyetin ihatasız keşfiyatı, veraset-i nübüvvet ehli olan asfiya ve muhakkikînin, şuhuda değil, Kur'ân'a ve vahye, gaybî fakat daha sâfi, ihatalı, doğru hakaik-i imaniyelerine dair ahkâmlarına yetişmez. Demek, bütün ahval ve keşfiyatın ve ezvak ve müşahedatın mizanı, Kitap ve Sünnettir. Ve mihenkleri, Kitap ve Sünnetin desâtir-i kudsiyeleri ve asfiya-i muhakkikînin kavânin-i hadsiyeleridir."
"İman-ı tahkikî ilmelyakînden hakkalyakîne yakınlaştıkça daha selb edilmeyeceğine ehl-i keşif ve tahkik hükmetmişler ve demişler ki: "Sekerat vaktinde şeytan vesvesesiyle ancak akla şüpheler verip tereddüde düşürebilir." Bu nevi iman-ı tahkikî ise yalnız akılda durmuyor. Belki hem kalbe, hem ruha, hem sırra, hem öyle letâife sirayet ediyor, kökleşiyor ki, şeytanın eli o yerlere yetişemiyor. Öylelerin imanı zevalden mahfuz kalıyor."
CEVAP:
Ehl-i hakikat olan İmam Birgivi hazretlerinin “Makamat” isimli bir risalesi vardır. Nevevi bu risalesine şöyle başlar: “Allah’a giden yollar mahlukatın nefesleri kadar çoktur. Bunlardan erbab-ı tahkik dört yolu ihtiyar etmişlerdir. Şeriat, Tarikat, Hakikat ve Marifet.. Bu dört yol da ancak şeriat ile tamamlanır. Şeriatı mükemmel olmayanı tarikatı, marifeti ve hakikati olmaz. Şeriatı ifsat eden her şey diğerlerini de ifsat eder. Nitekim peygamberimiz (asm) “Şeriat ağaçtır, tarikat dallarıdır, marifet yapraklarıdır, hakikat da onun meyveleridir. Ağaç olmayınca dalı da yaprağı da meyvesi de olmaz.” Şeriat aslı ve esastır, diğerleri ise füruattır. Furuatın varlığı esasa bağlıdır. Asıl olmayınca füruattan bahsedilmez. Her bir yolun da on mertebesi vardır.
Şeriatın Makamları: İman, İslam, İlim, İhsan, Evlenme, Helalinden yeme, içme ve giyinme, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat mezhebinden olma, Şefkat ve merhamet sahibi olma, Helal kazanç peşinde koşma ve faizden uzak durmak, Emr-i maruf ve nehy-i anil münkeri yapmaktır.
Tarikatın Makamları: Fukara mesleğini tercih ederek bir şeyhten el almak ve günahlardan tövbe etmek, Mürid olmak, Başını traş etmek, tarikat elbisesini giymek, daima havf ve reca arasında durmak, şeyhe hizmet etmek, nefsini alçaltmak, masivayı terk ederek Allah’a yönelmek, Hırka, makas, sepet, seccade gibi ehl-i tarikin sembollerini kullanmak, Nasihat ehli olmak, cemaate devam etmek, Aşk, şevk, kanaat ve fakirliği ihityar etmektir.
Marifetin Makamları: Edeb, korku, riyazet, ikrar ve tasdik, haya, seha (cömertlik) İlim, meskeneti melek edinme, kalbini her türlü dünyevi şeylerden koruma, nefsini bilmektir. Nefsini bilen rabbini bilir.
Hakikatin Makamları: İnsanlar içinde toprak gibi olmak, bütün mahlukatı içinde kendini en basit ve hakir görmek, bütün malını ve varlığını Allah için verme ve rızkından endişe etmemek, ölmeden önce kendini ölülerden saymak, mahlukattan hiçbir canlıya zarar vermemek, konuşmalarında hakikatten başka kelam etmemek, İyilerin yoluna seyr-i süluk etmek, kendisinden sadır olan iyi halleri kimse dememek, ibadete, duaya ve münacata devam etmek, batını halleri müşahede etmektir.
Bunlara riayet eden kişiye “Ehl-i Tarikat” denir. Bu zamanda bunlar var mı? Yok...
Ehl-i Tarik dediğimiz kişiler kalplerinde dünya ve makam sevgisi ile dolu ve binbir şüphe ile yaralı ve imana muhtaç insanlardır. Ahiret endişesi ile değil dünyevi kaygılarla hareket ederler. Bu nedenle Bediüzzaman “Zaman tarikat zamanı değil, imanı kurtarma zamanıdır” demiştir. Bu söz bir temenni, veya teselli değil hakikatin ta kendisidir ve Bediüzzaman “Risale-i Nur ehl-i imanın imanını kurtarmak için yazılmıştır.” demektedir.
Hal böyle olunca birinci yol olan Keşf ve şuhuda istinat eden yukarıda izah ettiğimiz Tarikat yolu ile bu zamanda kurtuluş kapısı kapanmıştır. Çünkü bu zamanda o yolda gitme imkanı yoktur. Hem Bediüzzaman “Ehass-ı Havassa mahsustur” der. Maddiyat ile meşgul bu zamanın evladına hitap etmiyor.
İkinci yol doğrudan hakikati izah ve ispat eden Peygamberimizin (asm) takip ettiği Kur’an-ı Kerimi okuma, anlama ve tebliğ etme yoludur ki Risale-i Nur akıl ilim ve hikmetle bu yolu yeniden açmıştır. Bunda “Gaybe iman” vardır. Vahye dayanır, Kur’anın anlatımıdır. Akla ve kalbe ikisine birden hitap eder. Akli delilleri esas alır, akla ikna ve kalbi tatmin eder.
Bediüzzaman bunu şöyle anlatır: “İman-ı bilgayb cihetinde, sırr-ı vahyin feyziyle, burhanî ve Kur'ânî bir tarzda, akıl ve kalbin imtizacıyla, hakkalyakîn derecesinde bir kuvvetle zaruret ve bedâhet derecesine gelen bir ilmelyakînle hakaik-i imaniyeyi tasdik etmektir." İlmi ve akli delilleri esas alır doğrudan akla hitap eder.
İlmin de üç mertebesi vardır bunlar “İlmel hakin, aynel yakin ve hakkal yakindir.” Risale-i Nur Kur’andan aldığı dersle bu yolu tercih eder. Sahabelerin takip ettiği yol da budur. İmam-ı Rabbani hazretleri de “Ahir zamanda Mehdi gelecek ve Sahabe mesleğini açacak. Bizim tarikat, feyz, inabe ve seyr-i süluk, keramet ve keşif yolu kapanacak” demiştir. Bu nedenle bu zamanda tarikat yolu kapalıdır. Gidenler de “Sembolik ve geleneği devam ettirme” şeklide takip ediyorlar. Hakikati yoktur. Onların insaflıları da “Tarikat hakikatte yapamıyoruz ancak bizim dergaha gelmezlerse kahveye ve sinamaya gidecekler. Biz de gelenlere Kur’an öğretiyoruz, namaz abdestten bahsediyoruz ve dini meseleleri öğretiyoruz” diyorlar...
Bundan sonrası Bediüzzamanın dediği gibidir.
"Bu ikinci yol, Risaletü'n-Nur'un esası, mayası, temeli, ruhu, hakikati olduğunu has talebeleri görüyorlar. Başkalar dahi insafla baksa, Risaletü'n-Nur hakaik-i imaniyeye muhalif olan yolları gayr-ı mümkin ve muhal ve mümteni derecesinde gösterdiğini görecekler."
"Şu meseleden anlaşılıyor ki, derece-i şuhud, derece-i iman-ı bilgaybdan çok aşağıdır. Yani, yalnız şuhuduna istinad eden bir kısım ehl-i velâyetin ihatasız keşfiyatı, veraset-i nübüvvet ehli olan asfiya ve muhakkikînin, şuhuda değil, Kur'ân'a ve vahye, gaybî fakat daha sâfi, ihatalı, doğru hakaik-i imaniyelerine dair ahkâmlarına yetişmez. Demek, bütün ahval ve keşfiyatın ve ezvak ve müşahedatın mizanı, Kitap ve Sünnettir. Ve mihenkleri, Kitap ve Sünnetin desâtir-i kudsiyeleri ve asfiya-i muhakkikînin kavânin-i hadsiyeleridir."
"İman-ı tahkikî ilmelyakînden hakkalyakîne yakınlaştıkça daha selb edilmeyeceğine ehl-i keşif ve tahkik hükmetmişler ve demişler ki: "Sekerat vaktinde şeytan vesvesesiyle ancak akla şüpheler verip tereddüde düşürebilir." Bu nevi iman-ı tahkikî ise yalnız akılda durmuyor. Belki hem kalbe, hem ruha, hem sırra, hem öyle letâife sirayet ediyor, kökleşiyor ki, şeytanın eli o yerlere yetişemiyor. Öylelerin imanı zevalden mahfuz kalıyor."
Baki selamlar...