SİYASET
10.9.2023 7:15

Siyasal İslam Nedir

Mehmet Ali Kaya
Mehmet ALİ KAYA
Siyasal İslam Nedir

Siyasal İslam, İslam’ın siyasi bir harekete dönüşmesi anlamına gelmektedir. 1950’lerede Mısırlı, Hasan el-Benaa ve Seyid Kutub’un eserlerini Türkçeye tercüme ile başlayan 1970’li yıllara gelindiği zaman “Siyasal İslam’a dönüşen bir harekettir.

Siyasal İslam, İslam’ın siyasi bir harekete dönüşmesi anlamına gelmektedir. 1950’lerede Mısırlı, Hasan el-Benaa ve Seyid Kutub’un eserlerini Türkçeye tercüme ile  başlayan 1970’li yıllara gelindiği zaman “Siyasal İslam’a dönüşen bir harekettir. Cevat Rifat Atilhan’ın “İslam Demokrat Partisi” ile gün yüzüne çıkmaya çalışmış ise de istediği zemini bulamamıştır. Ancak 1971’den itibaren Milli Nizam ile siyasi bir zemine oturmuş ve “Milli Görüş” ile fikrî temellerini oluşturmaya başlamış ve günümüzde de devam etmekte olan terciüe ve ithal bir harekettir.

Nizamülmülk’ten günümüze Selçuklu ve Osmanlı döneminde din hiçbir zaman devleti yöneten bir sistem olarak algılanmamıştır. Osmanlı döneminde padişah din işlerini yürüten Şeyhulislam’ı atayan kişidir. Böylece Selçuklu ve Osmanlı din işleri ile dünya işlerini birbirinden ayırmıştır. 18. yüzyıldan itibaren batıda yaşanan gelişmeler ve Osmanlı devletinin de zayıflaması ile bir taraftan gerilemenin dinden kaynaklandığı iddiasının ortaya atılmasını netice vermiş, buna karşı da dinden uzaklaşmanın sebep olduğu tezi geliştirilmiştir. Mısır ulemasından Cemaleddi-i Efgânî ve Muhammed Abduh gibi yenilikçiler de toplumda büyük bir etkiye sahip olan ve Tasavvufun temel ilkelerini teşkil eden “Kadercilik” ve “Züht” anlayışını sorgulamaya başlamışlardır. Bu tartışmalar payitaht olan İstanbul’a sıçramıştır.

Batıda Descartes ile başlayan ve planlı çalışma ve akılcı yaklaşım ile teknik ve teknolojik sahada yaşanan gelişmeler August Komt’un Pozitivizm akımı ile güçlenmiştir. Akla ve bilgiye dayanan isbatiyecilik / pozitivizm ile batıda yaşanan gelişmeler islam bilginlerini yeni fikirler üretmeye sevk etmiştir. Geri kalmanın sebeplerini tasavvuftan ve kadercilik anlayışından kaynaklandığını zanneden ve batıdan etkilenen bir kısım aydınlarda da dini tamamen toplumsal hayatın dışına atma fikri hâkim olmuştur.

Osmanlı döneminde tartışılan bu düşünce İttihat ve Terakki içinde de yer bulmuş, daha sonra Cumhuriyeti kuran kadro ile iktidara gelmiştir. CHF dini vicdana hapsederek tamamen kamusal alan dışına çıkarma düşüncesinde olanların toplandığı bir ocak olmuştur. Liderliğini Mustafa Kemal’in yaptığı bu hareket ve siyasi düşünce 1923 yılından 1950’ye kadar 27 sene bu ülkeyi tek başına yönetmiş ve tüm devlet sistemini “Lâiklik prensibini” “Lâdinî” manasında uygulamaya koymuştur. Dini de devletin denetim ve gözetimine almak için “Diyanet İşleri Başkanlığını” kurmuş ama dini Maariften/Eğitimden çıkarmıştır.

Mustafa Kemal ve arkadaşları Lâik Cumhuriyet projesi ile Türk toplumunun hayatındaki en önemli kırılmayı gerçekleştirmiştir. İki bin yıllık Türk devlet geleneğinin Kaanlık ve padişahlık sistemini değiştirerek toplumun kendi kaderini kendisinin tayin etme hakkını getirmiştir. Bunu da 22 bin km2 Osmanlı devletinden 800 bin km2 bağımsız bir Türkiye Cumhuriyeti’ni çıkarmıştır. Devrimlerini Fransızlardan aldıkları için Fransız tipi lâiklik ve pozitivizmi benimsemiştir.

Mustafa Kemal ve arkadaşları dini geçişmenin önünde en büyük engel olarak görmüş ve gelişmenin önünü Lâikliğin açacağını zannetmişlerdir. Ancak aradan geçen 87 sene içinde Türkiye çağdaş dünyanın gerisinde bir ülke olmaktan kurtulamamıştır. 1940-45 yıllarında Avrupa ve Uzak doğu ülkelerinden olan Japonya yerle bir olduğu halde günümüzdeki kalkınmışlık seviyesine baktığımız zaman Türkiye Cumhuriyeti’nin neden hala onların gerisinde olduğunu anlamak gerçekten zordur. Devamlı müdafaa halinde olmak suçluluk psikolojisinin sonucu olsa gerektir. Bir de geri kalmışlığın sorumlusu olarak Demokrasiyi görmek ve göstermek de diktatörlüğün bir başka şekilde müdafaasından başka bir şey değildir. İcraatlarını müdafaa için diktatörlükten dolayı geri kalmış Ortadoğu ülkelerini ve Avrupa’nın sömürgesi olan Afrika ülkelerini örmek göstererek onlardan ileri olduğumuzu söyleyerek Cumhuriyetin kazanımlarını müdafaa etmek de komik kaçmaktadır.

Geri kalmamızın sebeplerinin başında devletin “Hürriyet ve Kalkınma”nın önünü açmak yerine halkı kendine düşman görerek önüne setler örmeye çalışmak ve halkın inançları ile uğraşmak ve onları yönlendirmeye çalışmak gibi gereksiz çalışmalar ve yaptırımlar gelmektedir. Devlet “Din ve Vicdan Hürriyetini” inanma ve ibadet etme hürriyeti olarak görmek yerine inançları değiştirmek ve yönlendirmeye çalışmak için kullanması bunun en bariz delilidir. Kur’ânı tercüme ettirmek, ezanı ve ibadeti Türkçeleştirmek, din eğitimini yasaklamak, tekke ve türbeleri kapatmak, dini kıyafet ve kisveleri yasaklamak ve ibadet özgürlüğünü kısıtlamak devletin görevi değildir. Devlet din devleti olduğu dönemlerde dahi bu gibi gereksiz şeylerle uğraşmamıştır. Tabii ki devletin dini ve inançları yönlendirmeye çalışması halkta tepki doğurmuş ve gerçekte “Siyasal İslam” düşüncesini tetikleyen en önemli unsur olmuştur.

Türkiye’deki Siyasal İslam’ın 1970 öncesi “İhvan-ı Müslimin” ve 1979 sonrası da “İran Devrimi” ile ile alakası vardır. 1960 sonrası Ortadoğu’daki entellktüel yazarların emperyalizme baş kaldıran radikal yazıları ve kitapları Türkiye’de hızla terceme edilerek okunmaya başlaması ile “Siyasal İslam Süreci” de başlamış oldu. Hasan el-Benna, Seyit Kutup ve Ali Şeriati’nin kitapları tercüme edilerek Türk gençlerine bilhassa üniversite gençliğine okutuldu. Bu eserlerde geçen fikirler toplumun yeniden Müslümanlaştırılması konusunda kaynak oluşturuldu. Necmettin Erbakan Hoca (din hocası olmayan makine mühendisi) ile partileşme sürecine girildi. Siyasi düşüncelerini oluşturan fikirleri de Ortadoğu mahsulü senaryolar olup “Milli Görüş” adı altında gençlere anlatıldı ve anlatılmaya da devam etmektedir.

Milli Görüş’ün siyasal islam düşüncesine göre “Peygamberimiz Medine’de bir devlet teşkilatı kurarak dinin devletleşme sürecini başlatmıştır. Dünyada üç sistem vardır. Komünizm bir devletçi sistemdir. Kapitalizm ise tamamen bir sömürü sistemi olup batının icadıdır. İslam ise hak nizam olup bir devlet sistemidir. Bu nedenle hak gelmiş, batıl zail olmuştur. Her müslümanın vazifesi islam devletini kurmaya çalışmak ve en azından destek olmaktır” şeklinde özetlenebilen tamamen tercüme ve ithal bir hareket olup islamı bir devlet sistemine ve bir mali/ekonomik sisteme irca eden içi boş basit bir sistem anlayışıdır. Bir bakıma iktidar mücadelesini esas alan siyasi bir oluşum ve 1979 İran devriminden sonra da ihtilalci bir zihniyeti de içinde barındırmaktadır.

Gerçekte ise İslam Bediüzzaman Said Nursi’nin tarifi ile “iman, ibadet, adalet, ahlak ve fazileti esas alan” çağlar ve asırlar üstü ilahi mesaj ve tüm insanlığa hitap eden Allah'ın dinidir. Bütün asırlara ve bütün zamanlara hitap eder. Dinin ancak yüzde biri siyasetle ilgilidir, o da çoğunlukla idarecileri alakadar eder. Müslümanlara bakan yönü ise “Müslümanların işleri aralarında istişare iledir” (Şura, 42:39) ayeti gereği “Seçimi ve istişareyi esas aldığı için” idarecilerin seçimle tespitini ve halkın seçime katılımı ile demokratik bir cumhuriyetin tesisine katkı yapmaları cihetidir.

Dolayısıyla “İslamcılık” da denen “siyasal islam” düşüncesi gerçekte iptidaî ve toplumun alt kültür seviyesine hitap eden basit bir din ve siyaset anlayışıdır. Cehaletten ve sloganik siyasi mesajlardan gücünü alır. Bu nedenle toplumun alt kültür ve iptidai halk kesiminde destek bulmuştur. Varoşlardan ve köylü kesiminden oy alarak siyasetini anlatmış ve koalisyonlarla devlet ile tanışmış, devletin gücünü ve ekonomik kazanımlarını yanına alarak filizlenmiştir. 28 Şubat süreci sonrasında ise AK Parti ile yeni bir ivme ve dönüşüm kazanarak tamamen dünyevi, seküler ve faydacı bir konuma dönüşmüştür. “Milli Görüş” gömleğini çıkarma söylemi onun yeni bir ivme kazandığını ifade etmektedir.

Sonuç olarak:

Siyasal İslam islamı siyasi olarak anlayan ve algılayan, dini de dünyevi hâkimiyet ve iktidar anlayışına göre şekillendiren bir anlayıştır. Temelini Harici ve Şii anlayış oluşturur. Ehl-i Sünnet anlayışı ile Bediüzzaman’ın Risale-i Nurlarda izah ettiği “Hürriyetçi ve Demokrasiyi öne çıkaran “İman, ibadet, adalet, ahlak ve fazileti esas alan” çağlar üstü bir ilahi din ve uhrevi amaca yönlendiren yüksek anlayıştır. Dini dünyaya alet etmez; ama her şeyi dine hizmete yönlendirir.

Youtube Kanalıma Abone Olun!

Düzenli olarak paylaştığımız videoları kaçırmayın.

Abone Ol