FELSEFE
3.7.2023 13:42

Sosyal Hayat Prensipleri

Mehmet Ali Kaya
Mehmet ALİ KAYA
Sosyal Hayat Prensipleri

“Hayat-ı içtimâiye”nin günümüz dilindeki karşılığı “sosyal hayat”tır; toplumsal hayattır. “İnsanın fıtratı medenîdir. Hayat-ı içtimâiye ile hayat-ı şahsiyesi devam edebilir.” Yani insan sosyal bir varlıktır; toplum içinde hayatını devam ettirebilir.

“Hayat-ı içtimâiye”nin günümüz dilindeki karşılığı “sosyal hayat”tır. Sosyal hayat, toplumsal hayat demektir. Bediüzzaman’a göre “İnsanın fıtratı medenîdir. Hayat-ı içtimâiye ile hayat-ı şahsiyesi devam edebilir.” (Hutbe-i Şamiye, 64.) Yani insan sosyal bir varlıktır; toplum içinde hayatını devam ettirebilir.

“Müslümanların hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyedeki saadetlerinin anahtarı, meşveret-i şer’iyedir.” (Hutbe-i Şamiye, 65.) Toplumda yaşayan Müslümanların saadetlerinin anahtarı aralarında yaptıkları istişare ve bunun sağladığı dayanışma ve yardımlaşma iledir. “Mü’minlerin dünyevî işleri aralarında meşveret iledir” (Şura, 42:38.) âyeti şurayı esas olarak emrediyor. Asya kıt'asının geri kalmasının sebebi o şûrâyı yapmamasıdır.

Sosyal hayat, şahısların inisiyatifleri ile değil, genel prensipler üzerine binâ edilirse sağlam ve faydalı olur. Bediüzzaman sosyal hayatı tanzim eden prensiplerden bir kısmını “Bir kısım desâtir-i içtimâiye” (Sözler, 2001 Lemaat, s. 667; Sünûhat, 1996, s. 74; Hutbe-i Şâmiye, 1996, s.135-136.) başlığı altında sıralamıştır. Bunlar:

1. “Müsavatsız adalet, adalet değildir.” Eşitlik olmadan adalet olmaz. İnsanlar hukuk karşısında eşit olmalıdır ki âdil hüküm verilsin. İmtiyaz, adaletin düşmanıdır. Bunun için ırkçı, âdil davranamaz. Sosyal hayatta insanların birbirine üstünlüğü ancak fazilet ve takva ölçüsüne göre olmalıdır. Fazilet ve takva ise tevazuu gerektirir. En faziletli ve en müttakî, en mütevazî olanıdır. Tevazu müsavat, müsavat ise adalet ile sonuçlanır.

2. “Temasül tezadın sebebidir.” Birbirinin misli olanlar zıtlığa sebep olurlar. Aynı seviyedeki insanlar birlik sağlayamaz ve beraber hareket edemezler. Bir memlekette iki padişah, bir müessesede iki müdür ve bir köyde iki muhtar bulunmaz. Bunun için aralarında statü farklılığı oluşturulmuştur. Biri müdür, diğeri yardımcı, öteki hizmetli gibi farklı iş bölümleri oluşturulmuştur ki işler düzenli olarak yürüsün. Aynı seviye ve statüdeki insanlar arasında zıtlık oluşur ve ihtilâf başlar.

3. “Tenâsüb tesanüdün esasıdır.” Birbirine uyumlu olanlar iyi bir dayanışma sergilerler ve aralarında kuvvetli bir birlik oluştururlar. Denklik beraberliğin devamı için şarttır. Bundan dolayı evlilikte denklik aranır. Tenasüp karşılıklı ihtiyaçların giderilmesi ve yapılan bir işe en uygun olanının seçilmesi ile tesanüde dönüşür.

4. “Sığar-ı nefs tekebbürün menbaıdır.” Tekebbür, büyük olmadığı halde büyük görünmek demektir. Basit ve küçük insanlar büyük ve değerli görünebilmek için büyüklenme ihtiyacı hissederler. Büyüklenmek, yani kibirlenmek küçüklükten kaynaklanır. Bediüzzaman, bir başka ifadesinde her insanın sosyal hayatta görmek ve görünmek için bir penceresinin olduğundan bahseder. Şayet kişinin boyu o pencereden yüksek ise görünmek için eğilmesi gerekir. Yok, eğer boyu pencereden kısa ise o zaman görünmek için kendisini büyütme ve boynunu uzatma ihtiyacı hissedecektir. İşte büyüklenme budur. Bundan dolayı sosyal hayatta değerli insanlar toplumun seviyesinden yukarıda oldukları için tevazu ile eğilmek ihtiyacı duyarlar. Toplumun seviyesinden küçük olanlar da büyüklenme ihtiyacı duyarlar. Tekebbür bu şekilde ortaya çıkar.

5. “Za’f-ı kalb gururun madenidir.” Gurur, övünmekten ortaya çıkan bir durumdur. Bu da kalbin, yani maneviyâtın zayıflığından kaynaklanır. Kalbin güçlü olması maneviyâtın, yani iman ve ihlâsın gücündendir. İmanı güçlü olan ihlâslı olur. İhlâs, Allah’a olan imanın sonucudur. Bunun için Kur’ân-ı Kerim’de “Tevhid Sûresi” olan ve Allah’ın zâtî sıfatlarından bahseden sûreye “İhlâs Sûresi” denilmiştir. İhlâs ise hiçbir beklenti içinde olmadan sırf Allah emrettiği için emrin gereğini yapmaktır. İhlâslı bir kul, yaptıklarından dolayı övünme ihtiyacı duymaz; çünkü emreden Allah, yaratan Allah’tır. İnsanın iradesi sadece o hayrın yapılması için bir şart-ı âdîdir. Bunun için yapılan iyiliğe ve hayra sahip çıkamaz. Böylesinin imanı güçlü kalbi kuvvetlidir. Bu kimsenin kalbinde gurur değil, tevazu hâkim olur.

6. “Acz muhalefetin menşeidir.” Güçlü olan iktidar olur. İktidar olamayan muhalefette kalır. Siyasette böyle olduğu gibi, toplumda ve sosyal hayatta da muhalefet acizliğin alâmetidir. Acizler yapılan her müsbet iş ve icraata karşı çıkmakla, yani muhalefetle güçlerini gösterme çabasındadırlar. Hayır ve müsbet faaliyet vücudîdir. Bütün şartların tahakkuku ile meydana gelir. Bunun için zordur; kolay değildir. Şer ve tahrip ise bir şartın ademi ile olduğundan kolaydır. Acizler hayra engel olmakla sanki güçlü olduklarını göstermek isterler. Bu da acizliktir. Bunun için acizlik muhalefetin kaynağı olur.

7. “Merak ilmin hocasıdır.” İnsanlardaki merak duygusu, öğrenmenin ve bilginin kaynağıdır. Merak ederiz ve merak ettiğimiz şeyi öğreniriz. Öğrencilerin öğrenmeleri için onların merak duygularını harekete geçirmemiz gerekir. Merak uyandırmak, öğrencileri öğrenmeye motive eder. Bundan dolayı merak ilmin hocasıdır.

8. “İhtiyaç terakkînin üstadıdır.” İnsanları yönlendiren ihtiyaçlardır. Acıkma insanların yemek ihtiyacına, susama su ihtiyacına cevap bulmaya yöneliktir. Korunma ihtiyacı giyinme ve barınmayı, o da terzilik ve dülgerlik mesleğini ortaya çıkarmıştır. İnsanlar medenîleştikçe ihtiyaçlar da artmaktadır. İhtiyaçlarını gidermek için çalışmaya mecburdur ve bu terakkînin üstadıdır.

9. “Sıkıntı sefahatin menbaıdır.” Sıkıntıya düşen insan bu sıkıntıdan kurtulmak için oyun ve eğlenceye yönelir. Eğlence, insanı nefsânî isteklerini gidermeye yönlendirir. Nefsânî ihtiyaçlar ise sınırsızdır. İnsan bu yola girdiği zaman battıkça batar. Bunun için sıkıntı sefahatin kaynağı olmuştur.

10. “Yeisle sû-i zan sıkıntının madenidir.” İnsanı sıkıntıya sürükleyen şey, ümitsizlik ve başkaları hakkındaki yanlış düşünceleridir. Buna “su-i zan” denir. Geleceğinden ümidi olmayan sıkıntıya düşer. Aynı şekilde başkaları hakkında su-i zanna düşen kimse de sıkıntıya maruz kalır. Sıkıntı insanı eğlenceye, o da sefahate sürükler. Böylece sû-i zan ve ümitsizlik sıkıntıya, sıkıntı sefahate hocalık eder.

11. “Dalâlet fikrîdir. Zulümât kalbîdir. İsraf cesedîdir.” Dalâlet, inancın ve fikirlerin bozulmasından kaynaklanır. Zulümât günahlardan dolayı kalbin kararması hadisesidir, bu da imansızlıktan, iman zayıflığından ve maneviyatsızlıktan kaynaklanır. İsraf ise bedenî ve maddî şeylerde olur. Dalâletin tedavisi doğru inançla, kalbin nurlanması ibadetle, israfın çaresi ise iktisat iledir.

Youtube Kanalıma Abone Olun!

Düzenli olarak paylaştığımız videoları kaçırmayın.

Abone Ol