Felsefi düşünceye ilk yaklaşan Miletli Thales’tir. (MÖ 625-545) Thales varlığın kaynağı “Su”dur der. İlk tartışmalar bu çerçevede başlamıştır. Helenistik Roma felsefesi döneminde Epikürosçuluk, Stoacılık, Septisizm ve Yeni Platonculuk olmak üzere dört büyük felsefe okulu ortaya çıkmıştır.
Giriş
Felsefe “iyi”yi, “güzel”i, “doğru”yu açar. Problemleri vardır. Aklî metotlarla ve düşünce yoluyla “Bilgi, varlık ve güzellik nedir?” sorularına cevap bulmaya çalışır. Başlangıç itibariyle felsefe insanın düşünmeye başlamasıyla başlamıştır. İnsan, “Bu dünya nereden gelip, nereye gidiyor?” “İnsanın bu dünyadaki yeri ve anlamı nedir?” gibi soruları kendine sormuş, cevaplarını da ancak dinlerde bulmuştur. Dinin cevaplarına tatmin olmayanlar veya anlamayarak kendi gözlemleriyle arayıp, bulmaya çalışmalar sonuçta felsefi düşünceyi ortaya çıkarmışlardır. Böyle bir davranış ilk olarak Ionıa’da MÖ VI. yüzyılda görülmüştür. Ionıa ise bu günkü Ege bölgesidir. “Varolanlar üzerinde planlı düşünce” olan felsefe, Batı uygarlığı için çıkış noktası olmuş ve insanlık tarihinde ağırlığını koymuştur.
Felsefi düşünceye ilk yaklaşan Miletli Thales’tir. (MÖ 625-545) Thales varlığın kaynağı “Su”dur der. İlk tartışmalar bu çerçevede başlamıştır. Helenistik Roma felsefesi döneminde Epikürosçuluk, Stoacılık, Septisizm ve Yeni Platonculuk olmak üzere dört büyük felsefe okulu ortaya çıkmıştır. Bunlardan özellikle ilk üçü kendi aralarında fikir ayrılıklarına düşmüş ve zaman zaman ciddi rekabet içinde olmuşlardır. Stoacılık MÖ 300 -MS 180 yılında Marcus Aurelius’un ölümüne kadar 500 sene aktif bir Felsefe Okulu olarak devam etmiştir.
Aristotelesçi felsefe kadar etkili olmasa da Stoacılık felsefede önemli bir yere sahiptir. Hristiyanlığa ve Shakespeare gibi filozoflara etki etmiş ve günümüz felsefesinde etkileri görülmektedir.
Stoa Okulu
Antik Yunan kültürünün ve felsefesinin okullarından birisidir. Kıbrıslı Zenon (MÖ.336-264) tarafından Atina’da kurulmuştur. Önceleri taleblerine “Zenoncular” adı verilmiş sonra okulun bulunduğu yerin adını alarak “Stoacılar” denilmiştir. Stoa Poikile Atina yakınlarında önemli bir yerleşim yeridir. Stoa okulları üç döneme ayrılır.
Eski Stoa (MÖ 322-204): Zenon, Klenanthes, Khrysippos öğretilerini kapsar. Kıbrıslı Zenon Fenike kökenli zengin bir tüccarın oğludur. Gemisi batınca servetini kaybetmiş, bunalıma düşmüş ve felsefeye yönelmiştir. Zamanın filozoflarından faydalanmış, Sokrates’ten çok etkilenmiş ve felsefi görüşlerini öğrenmiş, Sinop’lu Diyogenes’in hayatından etkilenmiş ve sonunda kendi felsefesini oluşturmuştur. Felsefeyi Fizik, Mantık ve Ahlak olarak üçe ayırmış, Ahlakı temellendiren şeyin Mantık ve Fizik olduğunu belirtmiştir. Zenon yüksek karaktere ulaşmak için sade bir hayatı tercih etmek gerektiğini savunur.
Kleanthes, o dönemde özellikle Epikürcülerin ve Septiklerin (Şüphecilerin) Stoa öğretisine karşı giriştikleri fikir saldırılarına karşı mücadele vermeye çalışmış, o dönemde kullanılan tabletleri satın alamayacak kadar fakir olduğundan, hocası Zenon'dan öğrendiklerini hayvan kemikleri üzerine yazarak kayda geçirmiştir.
Orta Stoa (MÖ 200-100): Panetius, Poseidonios öğretileridir. Bu okul, felsefe öğretilerini birbirlerine yaklaştırma eğiliminde olmuştur. Orta Stoa dönemi filozofları, Platon ve Aristo’nun fikirlerini alıp kendi fikirleri ile yeniden harmanlamışlardır. Böylece, Eski Stoa’nın katı ahlak anlayışı biraz daha ılımlı hale getirilmiştir.
Panetius (MÖ 185-112) Rodos'ta doğmuş olup sırasıyla Atina, Roma, İskenderiye ve Batı Afrika kıyılarına seyahat etmiş ve felsefe öğrenmiştir. Panetius, eski Stoacıların keskin fikirlerine daha esnek anlamlar yüklemiş, önyargılara karşı dikkatli olmuş ve bu sayede kesinlikten çok olasılıklara dikkat etmiştir.
Suriyeli filozof Poseidonios (MÖ 135-51) ise Panetius'un öğrencisi olup insan, varlık, Allah, ahlak ve bilgi problemleri üzerine kafa yormuştur. Kendi fikirlerinin ispatı için rasyonel olmaktan çok, ampirik, yani deneysel nitelikler ortaya koymuştur. Poseidonios coğrafya, tarih, fizik ve astronomi gibi sahalar ile de ilgilenen çok yönlü bir filozof yani polimat bir şahsiyettir.
Son Stoa (MS 100-200): Seneca, Epiktetos, Marcus Aurelius öğretileridir. Bu okula “Roma Stoacılığı” veya “İmparator Stoacılığı” adı da verilmektedir. Bunlar Stoa öğretisinin temeline Ahlakı yerleştirmişlerdir. Seneca (MÖ 4-M.S. 65) Roma'daki bazı filozoflardan felsefe dersleri almış, sarayda çalışmış, hoş görülü ancak fikirlerinden taviz vermeyen hazırcevap bir stoacıdır.
Epictetos (MS 50-130) Hieropolis şehrinde doğmuş bir köle olup köle pazarlarında satılarak bir şekilde Roma'ya ulaşmış, burada Roma İmparatoru Nero'nun sekreteri Apaphrodites tarafından satın alınmış ve muhtemelen onun ölümü sonucunda hürriyete kavuşmuştur. Epictetos, Roma'daki hayatını kapısı sürekli olarak açık kalan köhne bir kulübede sürdürmüş, okul açmış, felsefe dersleri vermiş ancak Sokrates gibi hiçbir yazılı eser bırakmamıştır. Epictetos, orta stoa anlayışını bir sapma olarak değerlendirmiş, eski stoa öğretisine bağlı kalmış ve takı stoa ahlakına uygun bir hayat sürmüştür. Hrisippos, mantık üzerine 300'den fazla kitap yazmıştır. Eserleri kaybolmuştur; ancak mantık sisteminin ana hatları parçalardan oluşturulmuştur.
Marcus Aurelius (121-180) Stoacı Roma imparatorudur. Erken yaşta felsefeye ilgi duymaya başlamış, 12 yaşında Stoacılarla tanışmış ve onların basit, sade ve gösterişsiz hayat tarzını benimsemiştir. O bir imparator filozoftur. Marcus Aurelius, ölüm hakkında çok düşünmüştür, Stoa felsefesinin dini yanına ağırlık vermiştir. Marcus Aurelius'tan sonra artık Stoa felsefesinde büyük filozoflar yetişmemiştir. Zira, MS 4. yüzyılda Hristiyanlığın devlet dini olmasından sonra bir düşüş yaşamıştır. Kilise Babaları stoacılığı bir “Pagan Felsefesi” olarak görmüştür. O zamandan beri, insanlar dinden uzaklaştıkça özellikle Rönesans (Neostoacılık) ve çağdaş dönemde (modern stoacılık) yeniden canlanmıştır.
Stoacıların Felsefesi
Stoacılara göre insanda konuşma ve düşünme doğuştan gelen bir özellik olmayıp dünyaya geldikten sonra uzun bir dönemde gelişen özelliklerdir. İnsan doğduğunda zihni boş ve beyaz bir levhaya benzer. Çevreden gelen duyumlar ve deneyimler bu levha üzerine düşer, işlenir ve zamanla izler bırakır. Dış dünyadaki bir nesne veya olaydan gelen uyarı duyu organlarını etkiler ve böylece bu uyarının zihinde bir imgesi veya hayali oluşur. İmgeler, insan zihninin süzgecinden geçtikten sonra sürekli ve kalıcı hale geldiklerinde bellek imgelerine dönüşürler ve algı adı verilen zihin durumu ortaya çıkar. Algıların meydana getirdiği kayıtla ise genel kavramların doğuşuna neden olur. Stoacılara göre genel kavramlar deneyim ile oluşturulurken zaman ve mekan gibi özel kavramlar benzetmeler yani analojiler ile oluşturulmaktadır. Zihnin kavram oluşturma kapasitesi doğuştandır ancak bu kapasite deneyimle geliştirilebilir.
Stoacılara göre kainat, biri etkin diğeri edilgin olan iki ilkeden meydana gelmektedir. Edilgin olan madde, etkin olan da akıl veya yaratıcı olan Allah’tır. Tabiattaki fıtrî güzellikler ve düzen Allah’ın varlığına ve birliğine işaret eder. Kainattaki düzen, nizam ve intizam onun insan gibi canlı bir organizma olduğunu gösterir. İnsan varlığın özü ve özetidir, kainattaki varlıklara uyum sağlamazsa kötülük etmiş olur ve tabiatın dengesini bozar.
Epictetos ölüm üzerine çok düşünmüştür. O, ölümü bir yok oluş olarak görmemiş, Allah’a kavuşmak olarak değerlendirmiş ve ölümden korkulmaması gerektiğini belirtmiştir. Bütün Stoa filozofları mutluluğa ulaşmanın yollarından biri olarak ölüm korkusunu yenmek için fikirler üretmişlerdir.
Stoacılar tabiatın ve kainatın mekanik bir makine gibi çalıştığı görüşünden uzak durmuşladır. Maddeyi yaratan ve onlara şekil veren “İlim, İrade ve Kudret” sahibi Allah’ın kainaı ve insanı bir amaca uygun ve aralarında uyum sağlayarak yarattığını savunurlar. Kainattaki düzen, nizam ve intizam, aralarındaki uyum, insan ile varlık arasındaki alaka ve uyumun tesadüfen değil Allah’ın ilim, irade ve kudreti ile olduğunu ifade ederler. Bu durum inançsız filozofların "Allah varsa, iyi ve merhamet sahibi ise kötülük neden var?” tartışmasını doğurmuştur.
Stoacılara göre insan kainattaki yasalara ve tabiata uyum içinde yaşamalıdır. Ahlakın ve mutluluğun temelinde bu uyum vardır. Kötülük varlığa uyum sağlamama sonucu ortaya çıkar ve bunun hesabını Allah elbette ahirette, öldükten sonra soracaktır. Buna göre mükafat ve ceza verecektir.
Stoacılar bilginin akıl yoluyla elde edilebileceğini öne sürmüşlerdir. Gerçek yanlıştan ayırt edilebilir. Stoacılara göre duyular sürekli olarak duyumlar alır: nesnelerden duyular aracılığıyla zihne geçen ve burada hayal gücünde bir izlenim bırakan titreşimleri alır ve anlamlandırır. Zihin bir izlenimi yargılama - onaylama ya da reddetme - yeteneğine sahiptir, bu da gerçekliğin doğru bir temsilini yanlış olandan ayırt etmesini sağlar. Bazı izlenimler hemen onaylanabilir, ancak diğerleri sadece inanç veya kanaat olarak etiketlenebilecek çeşitli derecelerde tereddütlü onay elde edebilir. Açık bir kavrayışa ve kanaate ancak akıl yoluyla ulaşırız. Stoacı bilgenin ulaşabileceği kesin ve gerçek bilgi ancak kişinin kendi akranlarının uzmanlığı ve insanlığın kolektif yargısı ile kanaatini doğrulamasıyla elde edilebilir.
Stoa Ahlakı
Stoacılar varlığın ve kainatın bir amaca göre tasarlanarak dengeli bir sistem içinde Allah’ın kaderi ile yaratıldığına ve insan gibi canlı bir organizma olduğuna inanırlar. Doğaya, fıtrata ve tabiata uygun yaşarlar, Allah’ın kanunlarına uyarlarsa huzura ve mutluluğa kavuşurlar. İnsan için önemli olan mal ve mülk değil, erdem, ahlak ve bilgeliktir.
Zenon’dan sonra Orta Stoacılar “Vurdumduymazlık” peşine düştüler. Onlara göre ideal ahlak insanını duygusuz, vurdumduymaz ve incinmez olmaktı. Onlar dediler ki “İnsan at arabasına bağlı bir köpek gibidir. Akıllı ise onunla koşar, durunca durur. Tabiat ile insan arasında böyle bir uyum olmalıdır ve mutluluk buna bağlıdır demişlerdir. Buna “Apati Ruh Hali” demişlerdir. Böylece insan bütün önyargılardan sıyrılmış ve her şeyi olduğu gibi kabul eden, değiştirmek için hiçbir çaba göstermeyen, her şeyi kabullenen, ruhsal derinliğe ulaşmış olur. İnsan da bu şekilde mutluluğa ulaşır ve tabiat uyum sağlar derler.
Stoacılar tutkuları dört başlık altında düzenlemişlerdir: sıkıntı, zevk, korku ve şehvet. Bu tutkuların stoacı tanımlarına dair bir rapor Rodoslu Andronikos'un Tutkular Üzerine adlı eserinde yer alır. Sıkıntı, insanların depresyona girmeyi doğru bulduğu mantıksız bir kasılma veya kötü bir şeyin var olduğuna dair yeni bir düşüncedir. Korku, beklenen bir tehlikeden irrasyonel bir kaçınmadır. Şehvet, mantıksız bir arzu veya beklenen bir iyinin peşinde koşmaktır, ancak gerçekte kötüdür. Zevk, mantıksız bir şişme veya insanların sevinmeyi doğru bulduğu iyi bir şeyin mevcut olduğuna dair taze bir düşüncedir. Bu tutkulardan ikisi (sıkıntı ve zevk) şu anda mevcut olan duygulara, ikisi de (korku ve şehvet) geleceğe yönelik duygularla alakalıdır. Dolayısıyla, iyilik ve kötülük beklentisine yönelik sadece iki durum vardır, ancak bunlar şimdiki ya da gelecekteki olmalarına göre alt bölümlere ayrılmıştır.
Aynı sınıfın çok sayıda alt bölümü ayrı tutkular başlığı altında toplanmıştır:
Sıkıntı: Kıskançlık, Rekabet, Şefkat, Kaygı, Yas, Üzüntü, Keder, Ağıt, Depresyon, Umutsuzluk.
Korku: Uyuşukluk, Utanç, İtimat, Şaşkınlık ve Yüreksizlik.
Şehvet: Öfke, Hiddet, Nefret, Düşmanlık, Gazap, Açgözlülük ve Özlem.
Zevk: Kötülük, Coşku ve Gösteriş.
Bilge kişi (sophos) tutkulardan özgür olan kişidir. Bunun yerine bilge kişi aklı başında olan iyi duygular yaşar. Bu duygusal dürtüler aşırı değildir ama aynı zamanda azalmış duygular da değildir. Bunun yerine doğru rasyonel duygulardır. Stoacılar iyi duyguları neşe, arzu ve ihtiyat başlıkları altında sıralamışlardır. Dolayısıyla, gerçek bir iyi olan bir şey mevcutsa bilge kişi ruhunda bir yükselme, bir neşe yaşar.
Stoacılar iyi duyguları da alt bölümlere ayırmışlardır:
Neşe: Keyif, İyi ruh hali
Arzu: İyi niyet, İyi karşılama, Değer verme, Sevgi
Dikkat: Ahlaki utanç, Saygı
Aşk ve Cinsellik
Erken dönem stoacılar cinsellik, romantik aşk ve cinsel ilişkiler konusundaki görüşleriyle geç dönem stoacılardan önemli ölçüde farklılaşmıştır. Zenon, evliliğin kaldırılacağı, eşlerin ortak olacağı ve erotizmin sevilen kişilerde erdemi geliştirmek için eğitici amaçlarla hem erkek hem de kız çocuklarla uygulanacağı, yasalarla değil aşkla yönetilen bir cumhuriyeti savunmuştur. Bununla birlikte, evliliği kendi başına mahkum etmemiş, aynı derecede doğal bir olay olarak görmüştür.
Toplum ve Siyaset Felsefesi
Stoacılar dünya vatandaşlığı ve insanlık kardeşliği anlayışına sahiptir. Her insan hayatın ve tabiatın bir parçasıdır. Bu sebeple insanların ırk, renk, coğrafya veya zenginlik gibi farklılıklardan dolayı ayrıma uğraması yanlıştır. İnsanlar, evrensel eşitliğe sahiptir. Evrensel bir devlet olmalı ve tüm insanlara eşit davranmalıdır.
Stoacılar, insanlar arasında var olduğu söylenen zengin-fakir, özgür-köle, çirkin-güzel, asil-barbar gibi farklılıkların önemli olmadığın iddia etmişler ve asıl farklılığın Allah’ın kaderinden kaynaklandığını belirtmişlerdir. Allah birini hür, diğerini köle yaratmıştır ve insan bunu kabullenmelidir. Bir köle de gerçekten hür olabilir. Hürriyet insanlara dışarıdan sunulan bir şey değil, insanın bilgeliği sayesinde zihninde ürettiği bir durumdur. Böyle bakıldığında zengin biri kendi duygularının kölesi, fakir bir insan ise zihninin efendisi olabilir.
İlk dönem Stoacıları devlet, ve paranın olmadığı bir toplum düzeni tasarlamışlardı. Geç Stoa döneminde ise bilgeler tarafından yönetilen dünya devleti anlayışı gelişmiştir. Günümüzde bu bir bilge-monarşi düzeni olarak değerlendirilebilir.
Stoacılığın Yeniden Canlanması
Stoacılığın 20. yüzyılda yeniden canlanması, 1971'de A. A. Long'un Problems in Stoicism adlı kitabının yayımlanmasına ve 20. yüzyılın sonlarında erdem etiğine olan ilginin artmasına dayandırılabilir.
Sonuç
Bir imparator olan Marcus Aurlius ile azat edilmiş bir köle olan Epictetos'un aynı felsefe öğretisini benimsemiş olmaları, Stoacı ahlakın tüm insanları eşit ve kardeş görmesinin bir işaretidir. Belki de bugünün küresel dünyasında tartıştığımız dünya vatandaşlığı, yani yeryüzünde yaşayan insanların ırk, renk, dil ve inanç ayrımı olmaksızın dünyanın vatandaşları olduğu anlayışı kökenini Helenistik dönem stoa öğretisinden almaktadır. Stoa öğretisi hem kendi döneminde hem Rönesans döneminde ve hem de çağdaş denemde etkilerini sürdürmüş hatta Montaigne, Descartes ve Pascal gibi filozoflara esin kaynağı olmuştur.
Stoacılar Kıbrıslı Zenon vasıtasıyla ilk defa felsefe konularını mantık, fizik ve ahlak olmak üzere üç disipline ayırmışlardır. Başka bir ifadeyle felsefenin ana konusu olan ahlak felsefesinin yanında fizik ve mantığı da işin içine katmışlardır. Stoacılara göre mantık, bir düşünme biçimi olup kavram geliştirmek, yargıya varmak ve fikir alışverişinde bulunmaktır. Stoa fiziğinde evren, ancak evrensel bir akıl ile açıklanabilir. Stoa ahlakının hedefi ise, insan ruhunun evrensel akıl içinde şekillenmesini ve doğaya bilinçli olarak uymasını sağlamaktır.
Stoacılara göre, mantık, fizik ve ahlak arasında kesin bir sınır çizmek mümkün değildir. Bunlar birbirinden ayrılmayan bütünün parçalarıdır. Stoacılar, felsefenin işlevini bir yumurtaya benzeterek açıklarlar. Buna göre fiziği yumurtanın sarısına, ahlakı yumurtanın akına ve mantığı da yumurtanın kabuğuna benzetirler. Bu benzetme bize Stoa öğretisine göre bu üç disiplinin vazgeçilmez ve birbirleriyle nasıl iç içe geçmiş halde olduklarını gösterir. Onlara göre insanlık; mantık, fizik ve ahlakı bir bütün olarak öğrenmeden mutlu bir hayat tarzı geliştirmesi mümkün değildir. Bugün de fiziğin maddeyle, mantığın bilme ile ve ahlakın da duygularımızla ilgili olduğunu söyleyebiliriz. Fizik, insanın ve evrenin madde halini; mantık, düşünme biçimimizi ve akıl yürütmemizi; ahlak ise duygularımızı da işin içine katarak diğer insanlarla ve doğayla nasıl ilişkiler kurabileceğimizi açıklamaya çalışır.
Sonuç olarak, Stoacılık ile bugünün dünyası arasında her iki dönemin her iki dönemin zaman diliminin farklı olmasına rağmen oldukça benzerlikler bulunduğu söylenebilir.