Stoacılar, bireyi zengin, fakir, genç, yaşlı gibi hiçbir şekilde ayırmaz, her insanın eşit olduğunu düşünürler. Mutluluğun da insanın içinde bulunduğu sosyal çevre, ekonomik durum ve benzeri şartlar yüzünden ortadan kalkmayacağını savunurlar, mutluluğun dış koşullara değil bize bağlı olduğunu söylerler.
Stoacılık hayatta mutlu olmak isteyenlerin hayat felsefesidir.
Mutlu olmak için gerçekten Stoacılara ihtiyacımız var mı?
Stoacıların görüşleri neden bu kadar çok konuşuluyor son zamanlarda?
Acaba onların basit anlayışları ve anlaşılır düşünceleri mı çekiyor bizi onlara?
Yoksa mutluluğa ulaşmak için aslında hepimizin gayet iyi bildiği yolları gösterdikleri için mi onları bu kadar konuşuyoruz?
Epiktetos “Ey dost! Önce kendini ıslah et! Sonra, insanlara felsefenin ıslah ettiği bir adam göster” der.
Ayrıca Stoacılar, bireyi zengin, fakir, genç, yaşlı gibi hiçbir şekilde ayırmaz, her insanın eşit olduğunu düşünürler. Mutluluğun da insanın içinde bulunduğu sosyal çevre, ekonomik durum ve benzeri şartlar yüzünden ortadan kalkmayacağını savunurlar, mutluluğun dış koşullara değil bize bağlı olduğunu söylerler. Gerçekten de her şey insanın kafasında bitmiyor mu? Dünyanın en kötü ortamında, en korkunç durumunda da kalsak bunlar yüzünden içimizde oluşan huzursuzluğu bertaraf etmek ve mutluluğa ulaşmak bizim elimizde değil mi?
Alın yazından şikayet etmek yerine iyi yönden bakmalı ve iyiye döndürmelisin. “Neye katlandığın değil, nasıl katlandığın önemlidir” der Seneca.
Stoacılara göre hayatın amacı mutluluğa ulaşmaktır. Mutluluğa giden yol ise onların etik anlayışlarında saklıdır. Stoacıların etik anlayışında doğaya uygun hareket etmek vardır. Kusursuz olarak tasarlanan varlıkta ve tabiatta her şey yerli yerindedir. İnsan da bu tabiatın ayrılmaz bir parçasıdır.
Stoacıların tabiattan kastı yalnızca canlıların yaşadığı doğal çevre değil evrensel yasanın ta kendisidir. Bu bakımdan bakıldığında bitkinin doğası beslenmek ve büyümek, hayvanın doğası bunlara ek olarak ruh ve duygu sahibi olmaktır. İnsanın doğası ise tüm bunlarla birlikte akıldır. İşte insanın doğaya uygun yaşamasından bahis, akla uygun yaşamasıdır.
Doğaya uygun yaşayan insan böylece hayatını düzene sokacak ve zorluklarla baş edebilecektir. Zira insan aklı sayesinde elinde olan şeylerle olmayan şeylerin ayırt edebilecek Epiktetos’cu bir yaklaşımla elinde olanların en iyisini yapacak, diğer bütün her şeyi geldiği gibi karşılayacaktır.
Buna göre, hayatın amacı olan mutluluk, erdemden yani fıtrata uygun yaşamaktan ve insan eyleminin doğal yasayla uyuşmasından, insanın iradesinin Allah’ın iradesine uygun düşmesinden meydana gelir.
Erdemi istikametine alan kişi bilge kişidir. Yanlış eylem ile doğru eylem arasından doğru olanı seçmek erdemi meydana getirdiği gibi insanı da mutluluğa götürür; dolayısıyla erdemsizlik fıtrat kanunlarına, doğa yasalarına karşı gelmenin bir sonucudur. Erdem ve erdemsizlik, fazilet ve faziletsizlik Stoacılar için iki uç noktadır. Bu noktaların ortası yoktur. Yani Stoacılar biraz erdemli veya biraz erdemsizin varlığını kabul etmez. Bu bağlamda Stoacıların bu katı tutumu biraz can sıkıcı olabilir. Ancak bu tutum Stoacıların erdeme, fazilete verdiği büyük önemi gösterir.
Fazilete bu kadar büyük önem veren Stoacılar erdemin hiçbir şartta yok olmayacağını kabul ederler. Birey hasta da olsa fakirliğe de düşse en kötü şartlarda da yaşasa erdemi yok olmaz ve böylece mutluluğu da elinden gitmez. Bu düşüncenin insanı mutluluğa götüreceği Stoacılar için aksi kabul edilemez bir gerçektir.
Senaca der ki “Nasıl ki nehirler, yağmurlar bunca şifalı sular denizin tadını bozmuyorsa, en ufak bir şekilde değiştirmiyorsa; felaketlerin hücumu da cesur insanların ruhunu değiştiremez.” Bu bağlamda içinde bulunduğumuz şartlar her ne olursa olsun iyiyi seçmek bizim elimizdedir.
Stoacılar determinist bir dünya görüşüne sahiptirler. Yani kadercidirler. Buna göre içinde bulunduğumuz şartları değiştiremeyiz çünkü bunları yaşamak bizim kaderimizde vardır. Ancak bu şartlara nasıl bakacağımız bizim elimizdedir. Bir yandan determinist olan Stoacılar bir yandan da hürriyeti savunurlar. Dış olaylar karşısında determinist görüşü savunurken, bu olaylara karşı kendi içimizde vereceğimiz tepkiyi seçmekte hür olduğumuzu söylerler. Bu görüşü köle filozof Epiktetos’un şu sözüyle açıklayabiliriz: “Ayaklarımı zincirleyebilirsiniz ama Zeus bile seçme hakkımı elimden alamaz.”
Bir köle bile hürriyetinden bu kadar eminken biz insanlar hala hür olmadığımızı nasıl düşünebiliriz ki? İçinde bulunduğumuz şartlar işkencelerle yaşayan bir kölenin -Epiktetos’un- hayatından ne kadar kötü olabilir? Amacım kimsenin hayatını ve acılarını küçümsemek değildir, ama mutluluğa ulaşmak da bu kadar zor olmasa gerek. Zira örnek almaya çalıştığımız Stoacı filozoflara baktığımızda mutluluğun çok uzakta olmadığını görürüz. Marcus Aurelius iki evladını kaybetmenin acısına rağmen koca bir ülkeyi yönetmedi mi? Bizler kendi hayatımızı neden yönetemeyelim?
Hürriyet sizin gücünüzün sınırlarını ve ilahi iradenin koyduğu fıtrat kanunlarının sınırlarını anlamanızdan sonra gelir. Epiktetos “Hayatın sınırlarını ve kaçınılmazlığını kabul ederek, onlarla savaşmak yerine onlarla çalışarak hür oluruz” der.
Stoacıların vurgusunu yaptığı bir diğer konu ise anı yaşamaktır. Onlar, kişinin her zaman anda kalması gerektiğini söylerler. Geriye ya da ileriye bakıp zaman kaybetmek boşunadır. Seneca: “Vaktinden önce mutsuz olma!” Çünkü bir acıyı düşünmek acıyı yaşamaktan daha fazla acıtacaktır insanın canını. O yüzden kişi daima bulunduğu ana odaklanmalıdır.”
Hayatını tümüyle tasarımlayarak, kendini iç düzensizliğine düşürme. Ne denli büyük ve ne denli çok sayıda sıkıntılarla karşılaşabileceğini hesaplama. Ama, karşılaşacağın bir sıkıntılı durumda: Marcus Aurelius “Dayanılamayacak ne ve katlanılamayacak ne var bu olayda?’ diye soruver kendine. Kızarırdın, gerçekten bunu açıklamak zorunda kalsaydın. Ne geçmişin ne de geleceğin, hep şimdiki zamanın yükünü taşımakta olduğunu hatırla. Şimdiki zaman kısadır” der.
Tüm bunlar birlikte düşünüldüğünde görülecektir ki mutluluk kişinin elindedir. Birey, yaşadığı ‘anda’, içinde bulunduğu şartlar ne olursa olsun fazileti ve ahlaklı olmayı bırakmamalı, daima iyiyi düşünmelidir. Anlaşılacaktır ki en dayanılmaz gelen durumlar bile geçecektir, elimizde kalacak olan sadece o hallerde ne yaptığımız, nasıl tepki verdiğimiz olacaktır. Kişi, Stoacı filozofların görüşleriyle aydınlatacak olursa fıtrat ile tam uyum içinde, başına gelenlere karşı çıkmadan, onlarla yaşamayı öğrenecektir. O zaman, mutluluğun tadına da varacaktır.
Epiktetos der ki: “Hayatında olup biten şeylerin dilediğin şekilde olmasını dileme. Nasıl oluyorsa öyle olmasını arzu et! Böyle davranırsan her daim mutlu olursun.”
İç Huzurun Sağlanması
Milattan sonra 50-60 yıllarında Frigya’nın Hierapolis şehrinde, bugünkü Denizli yakınlarında bir kentte doğan Yunan filozofu Epiktetos, köle olarak doğmuş olup, daha sonra Roma’da imparator Neron tarafından azat edilmiştir. Roma’dayken, felsefe okuma imkânı bulmuş olan Epiktetos, hürriyetine kavuştuktan sonra felsefe öğretmenliği yapmıştır. Domitianus’un tüm filozofları Roma’dan kovması üzerine, o da Nikopolis’e gitmiş ve Stoa felsefe ilkelerini öğretmeye başlamış. Orada vefat etmiştir.
Stoa Felsefesinin temsilcilerinden olan Epiktetos, felsefesinde Allah’a güvenmek, vicdanın sesini dinlemek, insanların kardeşçe yaşamalarını istemek esasına dayanmaktadır. Arkasında hiçbir yazı bırakmayan Epiktetos, çağında büyük bir etki bırakmıştır. Felsefesi, onu seven öğrencileri tarafından o öldükten sonra kitap haline toplanmıştır.
Epiktetos bütün hayatını mutluluk, doluluk ve sakinlik yolunda harcamıştır. Yetkinleşmek yerine gelişmeyi vurgulayan Epiktetos, günden güne geliştirilen erdemli ve ahlaklı hayatı savunur. “A Manul For Living” kitabından Türkçeye çevrilen “İçsel Huzur İyi Yaşamın Kapısını Açar” kitabı, bu sözü edilen erdemli yaşama nasıl ulaşılacağını anlatır. Mutluluk, doluluk ve sakinlik yolunda altın bir rehber olacak kitap, konu maddeleri şeklinde düzenlenmiştir.
Epiktetos’un ilham verici sözlerinden birkaçı:
-Kontrol edebileceğiniz ve edemeyeceğiniz şeyleri öğrenin ve kontrolünüz dışındaki şeylerden dolayı endişelenmeyin.
– Başkalarının işine karışarak boşa zaman harcamayın. Dikkatinizi gerçekten sizi ilgilendiren şeyler üzerine odaklayın.
– Harici şartları kendiniz seçemezsiniz fakat onlara nasıl cevap vereceğiniz ve nasıl yargılayacağınız sizin seçiminizdir.
– Umutsuzluğa düşüren, dışımızdaki olayların kendileri değil, fakat sizin onlar hakkındaki düşüncenizdir. Sizi rahatsız eden şeyler değil onları yorumlama biçiminizdir.
– Kendiniz dışında başka biri olmaya çalışmayın. Kendi kontrol alanınızda kalın.
– Öncelikle kendi arzularınızın gerçek doğasını düşünün ve kendi yeterliliğinizi ölçün. Kendinize karşı dürüst olun. Güçlü ve zayıf yanlarınızı açık seçik şekilde değerlendirin.
– Her şeyin iki kulpu vardır. Hangisinden tutacağınıza karar verin.”