Allah’a iman eden elbette ona itaat edecektir. İtaat ise Allah’ın emirleri olan farzları yapmak, öfkesini çekmemek ve azabından korunmak için yasakladığı ve haram kıldığı şeylerden sakınmak ve kaçınmaktır. “Allah katında en üstün olanınız en çok muttaki olanınızdır.” (Hucurat, 49:13)
“Allah katında en üstün olanınız en çok muttaki olanınızdır.” (Hucurat, 49:13)
Yüce Allah insanların Allah katında en üstün olanının takva sahibi olan kişi olduğunu bize haber verir, bunun dışındaki üstünlük iddialarının boş ve anlamsız iddialar olduğunu beyan etmiştir. Bediüzzaman Said Nursi hazretleri “Takva günahlardan içtinap etmek, amel-i salih emir dairesinde hareket ve hayrat kazanmaktır” ifadeleri ile salih amel ile takvayı birbirinden ayırmış ve tarifini en güzel şekilde yapmıştır.
Takva, çekinmek ve korkmak anlamına gelmektedir. Allah’a iman eden onun rahmetini umarak ümit içinde olurken, azametini ve asilere azabının dehşetini de bilerek ondan korkacaktır. Korkunun alameti ise Allah’ın yasakladığı ve öfkesine sebep olacak şeylerden sakınmak ve çekinmektir.
Allah’a iman eden elbette ona itaat edecektir. İtaat ise Allah’ın emirleri olan farzları yapmak, öfkesini çekmemek ve azabından korunmak için yasakladığı ve haram kıldığı şeylerden sakınmak ve kaçınmaktır. Allah’tan korkan Allah’ın kesin olarak haram kıldığı kebâir denen günahlardan sakınır ve farz olarak emrettiği namaz, oruç, zekât ve hac gibi emirleri yapar. Allah’ın emrini yerine getirmemeyi büyük günah olarak görür. Ayrıca Allah’ın kullarına karşı tevazu sahibi olur ve herkesi kendisinden daha iyi ve hayırlı olarak bilir.
Bediüzzaman Said Nursi hazretleri “bu ahir zaman fitnelerinin her yeri kuşattığı, dinin emirlerine uymanın zorlaştığı ve inananların horlandığı zamanda farzları yapan, haramlardan kaçan ve deccalın fitnelerine kapılmayan kurtulur” demektedir. Bu husus gerçekten önemlidir. Ahir zamanda deccal ve süfyanın fitnelerine kapılmayan, onları tanıyarak onlarla mücadele eden, farzları yapıp haramlardan kaçanların Allah’ın sevgili kulları olup cehennemden kurtulacağını bize haber vermiştir.
İslam bilginleri İslamiyet’in iman, ibadet ve ahlaktan ibaret olduğunu belirtirler. İlmihal kitaplarını bu nedenle “İman, ibadet ve ahlak” bölümleri halinde yazmışlar, son kısmına da peygamberimizin (sav) hayatını ve örnek ahlakını anlatan “Siyer” bölümünü ilave etmişlerdir. İslamiyet’in peygamberin (sav) uyguladığı sünneti ile belirlenen ibadet ve ahlakı olduğu gerçeğini bize öğretmişlerdir.
İbadet, Allah için yaptığımız Allah’ın bizden istediği, peygamberin (sav) de hayatında uyguladığı ve bize yaparak gösterdiği amellerdir. Bir amelin ibadet olabilmesinin iki şartı vardır. Birincisi, niyettir. Niyet, bu yapılan amelin Allah için ve dinin emri olduğu için yapacağını kalbinden geçirmektir. Dili ile söylemek kalbinden ibadet niyetini geçirmek şartı ile güzeldir ve namaz, oruç gibi ibadetler için farzdır. Ancak niyetin yeri kalbdir. Kalbinde ibadet amacı ve niyeti yoksa dil ile söylemek riya/gösteriş ve süm’a/işittirme olduğu için o ameli ibadet olmaktan çıkarır ve günaha çevirir. Bu nedenle niyet ibadetin hayatıdır. İkinci şartı ise ihlastır. İhlas, Allah’ın emri olduğu ve peygamberim sünneti olduğu için o ameli yapmak, başka bir beklenti ve menfaat düşüncesi taşımamaktır. Allah’ın rızası dışında herhangi bir beklenti içinde olmak, dünyevi bir menfaat veya insanların beğenmesini kast ederse ibadetteki ihlas kaybolduğu için ibadetin Allah katında makbul olmasına engel olur. O ibadet de makbul olmaz. Bu nedenle ihlas ibadetin ruhudur. Bunun için islam bilginleri “ibadetin hayatı niyet, ruhu da ihlastır” demişlerdir. Hayatsız ve ruhsuz bir ibadet şekilden ibaret kaldığı için ne dünyada ve ne de ahirette insana hiçbir fayda sağlamaz.
Sonuç olarak imadan sonra takva, haramlardan kaçınmak ve farzları yapmaktır. Müttaki ise iman ve ibadetine Allah rızası niyetini ve ihlasını katarak amellerini dünyevi hiçbir beklenti içine girmeden Allah için yapan ve Allah’ın “takva sahipleri için cennet vardır” buyurarak cennetine alacağını vaat ettiği sevgili kuludur.