Muhabbet, uhuvvet, sevmek, İslâmiyet'in mizacıdır, rabıtasıdır. Ehl-i adâvet, mizacı bozulmuş bir çocuğa benziyor ki, ağlamak ister; birşey arıyor ki onunla ağlasın. Sinek kanadı kadar ehemmiyetsiz birşey, ağlamasına bahane olur. "Bilmediğin şeyin ardına düşme. Doğrusu kulak, göz, kalb bunların hepsi o şeyden sorumlu olur." (İsra Suresi, 17:36.)
Soru:
Hüsn-ü zan ve adem-i itimat konusunda hadis var mı? "Hüsn-ü zan mümkün olduğu sürece su-i zan etmeyiniz" hadis midir?
Cevap:
Sanmak, farz ve tahmin etmek. Zan ile ilgili bazı âyet mealleri şöyledir: "O müşriklerin çoğu zandan başka birşeye uymaz. Şüphesiz zan, haktan, ilimden birşeyin yerini tutmaz." (Yunus Suresi, 10: 36.)
"Bu putlar, sizin ve atalarınızın taktığı isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında hiç bir delil indirmemiştir. Onlar zanna ve nefislerinin aşağı hevesine uyuyorlar." (Necm Suresi, 53:23.)
"Ahirete inanmayanlar, meleklere dişilerin adlarını takıyorlar. Halbuki onların bu hususta hiçbir bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. Zan ise; hiç şüphesiz hakikat bakımından bir şey ifade etmez." (Necm Suresi, 53:27-28.)
Hz. Peygamber (asm) bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur: "Zandan sakının. Zira şüphesiz zan sözün en yalan olanıdır. " (Buhârî, Vesâyâ, 8, Nikâh, 45, Müslim, Birr 28.)Bu hadis-i şerifte sû-i zandan sakınma vardır. Üzerinde hiçbir kötülük alameti görülmeyen bir kimseyi kötülükle töhmet altına almaya "zan" denir. Bu yersiz ve sebepsiz yere birini kötülemektir. Bu şüphesiz kötü bir zandır. Allah Teâlâ şu âyet-i kerîmede mü'minleri bundan sakındırmıştır: "Ey iman edenler, zandan çokça sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır," (Hucurat Suresi, 49:12.) Yani Su-i Zan günahtır, hüsn-ü zan ise günah değildir. Günah olan Su-i zandır.
Yasak edilen zannın içine, açıkça şüpheli yerlerde gezen kimse hakkındaki zan, dünya işlerinde yapılan zan ve Allah Teâlâ'ya karşı duyulan hüsnü zan girmez. Ancak Uluhiyetle ve Peygamberlikle ilgili zanlar haram olan zanlara dahildir. Çünkü iman ve tasdik hususunda yakîn yani, kesin bilgi şarttır (Muhammed Abdülaziz el-Hûlî, el-Edebü'n-Nebevî, Terc. Sezai Özdemir, İstanbul 1982 218.)
Allah Teâlâ hakkında hüsn-i zan beslemek şarttır. Ebû Dâvud ve Müslim Cabir’den (ra) şu hadisi rivayet etmişlerdir: Herhangi biriniz Allah Teâlâ hakkında hüsn-i zanda bulunmaksızın ölmez. Yani Allah'ın, hakkında merhametli ve şefkatli olduğuna inanarak ölür" (Tac, 1:337.) Bir kudsi hadis de şöyledir: "Ben kulumun, bana olan zannının yanındayım. Beni zikrettiği yerde, ben onunla beraberim..." (Müslim Tercümesi, Kitabu't-Tevbe, Bab, 87.)
Hz. Peygamber buna dikkat çekmek için, "Bütün müslümanlara karşı iyi niyetli olmak" üzere insanlardan bey'at almıştır (Buhârî, İmân, 42.)
Bu sebeple şuurlu ve muttaki müslüman konuştuğu her kelimede ve verdiği her hükümde şu âyeti asla aklından çıkarmaz: "Bilmediğin şeyin ardına düşme. Doğrusu kulak, göz, kalb bunların hepsi o şeyden sorumlu olur." (İsra Suresi, 17:36.)
Bu emirlerin şuuruna ermiş bir müslüman ağzından çıkan her kelimenin mesuliyetinden korkar. Bu yüzden konuştuğu her kelimede onu, dikkatli ve sözlerini tartan bir vaziyette görürüz. Çünkü o, konuştuğu kelimenin kendisini Rabbının rıza makamına çıkaracağı gibi, cehennemin en alt tabakalarına indirilebileceğini de bilir. Bu hususta Rasûlüllah (asm) şöyle buyurur: "Kişi Allah'ın rızasına uygun bir kelime konuşur da bu kelimenin kendisini Allah katında ulaştıracağı yüksek mertebeyi hiç ummaz. Halbuki Allah kendine kavuşacağı güne kadar ona rızasını yazar. Bir kişi de Allah'ın azabını celbeden bir kelime konuşurda bu kelimenin onu ne dereceye düşüreceğini tahmin edemez. Halbuki Allah bu kelimeye karşılık ona kıyamet gününe kadar gazabını yazar." (Buhârî, Rikâk, 23; Müslîm, Zühd, 49, 50.)
Üstad Hazretleri bu manevi hastalık hakkında şu tespitleri yapıyor:
"Dördüncü hastalık su-i zandır. Evet insan, hüsn-ü zanna me'murdur. İnsan, herkesi kendisinden üstün bilmelidir. Kendisinde bulunan su-i ahlâkı, su-i zan saikasıyla başkalara teşmil etmesin. Ve başkaların bazı harekâtını, hikmetini bilmediğinden takbih etmesin. Binaenaleyh eslâf-ı izâmın hikmetini bilmediğimiz bazı hâllerini beğenmemek su-i zandır. Su-i zan ise, maddi mânevi içtimâiyâtı zedeler."(Mesnevi Nuriye, Katre, s. 106.)
"Elhasıl: Muhabbet, uhuvvet, sevmek, İslâmiyetin mizacıdır, rabıtasıdır. Ehl-i adâvet, mizacı bozulmuş bir çocuğa benziyor ki, ağlamak ister; birşey arıyor ki onunla ağlasın. Sinek kanadı kadar ehemmiyetsiz birşey, ağlamasına bahane olur. Hem insafsız, bedbîn bir adama benzer ki, su-i zan mümkün oldukça hüsn-ü zan etmez. Bir seyyie ile on haseneyi örter. Bu ise, seciye-i İslâmiye olan insaf ve hüsn-ü zan bunu reddeder."( Eski Said Dönemi Eserleri, Hutbe-i Şamiye, s. 349-350.)
"İnat, bazan müfrit fırka müteassıplarına, dalâl ve batılı iltizam ettirir. Şeytan birisine yardım etse, melek der, rahmet okutur. Ötekinde melek görse, libasını değiştirmiştir der, lânet eder. Su-i zan ve hüsn-ü zan nazarıyla, dürbünün iki tarafı gibi leh, aleyhtar... Vâhi emareyi burhan, burhanı vâhi emare görür." (Eski Said Dönemi Eserleri, Sünuhat, Rüyada Bir Hitabe, s.499.)
Sonuç: Bu açıklamaların ışığında baktığımız zaman "Hüsn-ü zan mümkün olduğu sürece su-i zan etmeyiniz" veciz ifadesi lafzen hadis olmasa da “Manay-ı Hadis” denebilir. Veya hadisten iktibas edilen güzel bir sözdür. Mü’minler hakkında “mânay-ı hadis” olarak nakli de caizdir.