1982 Anayasasının zorunlu hale getirmiş olduğu “Devletin denetim ve gözetimi altında yapılan” “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi” dersi Danıştay 8. Dairesinin vermiş olduğu bir karar ile “Sorunlu” hale geldi. Şimdi her kafadan bir ses çıkmakta ve “Din Dersi”ni ne yapacaklarını ve nereye koyacaklarını bilememektedirler.
1982 Anayasasının zorunlu hale getirmiş olduğu “Devletin denetim ve gözetimi altında yapılan” “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi” dersi Danıştay 8. Dairesinin vermiş olduğu bir karar ile “Sorunlu” hale geldi. Şimdi her kafadan bir ses çıkmakta ve “Din Dersi”ni ne yapacaklarını ve nereye koyacaklarını bilememektedirler.
Eğitim-Sen Genel Başkanı Alaaddin Dinçer bu karara istinaden bu dersin tamamen kaldırılmasını talep ederken öğrencilerin “Din Eğitimi” değil, lise son sınıflarda “Dinin öğretisi, dinler tarihi ve kültürlerinin öğretisi” şeklinde olmasının kabul edilebileceğini belirtmektedir. İnançlara, mezheplere ve kimliklere ait bilgilerin “Sosyoloji, Tarih ve Felsefe” gibi derslerin içinde de verilebileceğini söylemektedir. Dini dogma, teoloji ve hurafe olarak gören düşünce yapısında bilim olarak gördüğü “Pozitif bilimler” ile beraber okutulamayacağı görüşündedirler. “Bilimsel Demokratik Eğitim”i savunanların dini savunmalarının da mümkün olmayacağını ifade etmektedir. Tabii ki Danıştay’ın verdiği karar bu düşüncelerle örtüşmektedir.
Zorunlu din dersi 1982 Anayasası ile okullarımıza girmiştir. Daha önce Din Dersi yok mu idi? Vardı ama Anayasal zorunluluk olarak değil, Milli Eğitimin Müfredatı içinde ve zorunlu olmadan vardı. 1982 Anayasasının “Din ve Vicdan Hürriyetini” düzenleyen 24. Maddesi şöyledir: “Herkes, vicdan, dinî inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir." 14. üncü madde hükümlerine aykırı olmamak şartıyla ibadet, dinî âyin ve törenler serbesttir. Kimse, ibadete, dinî âyin ve törenlere katılmaya, dinî inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dinî inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz. Din ve ahlâk eğitim ve öğretimi devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Din kültürü ve ahlâk öğretimi ilk ve orta-öğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır. Bunun dışındaki din eğitim ve öğretimi ancak, kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanunî temsilcisinin talebine bağlıdır. Kimse, devletin sosyal, ekonomik, siyasî veya hukukî temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasî veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.”
“Din ve Vicdan Hürriyeti” ibadet, dini ayin ve törenler 14. Madde ile sınırlanmaktadır. Nedir 14. Madde? Bu madde temel hak ve hürriyetleri sınırlayan bir maddedir. Buna göre “Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbirisi, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin varlığını tehlikeye düşürmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, devletin bir kişi veya zümre tarafından yönetilmesini veya sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde egemenliğini sağlamak veya dil, ırk, din ve mezhep ayırımı yaratmak veya sair herhangi bir yoldan bu kavram ve görüşlere dayanan bir devlet düzeni kurmak amacıyla kullanılamaz” demektedir.
Danıştayın “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi” dersinin zorunlu olmasının hukuksuz bulmasının gerekçesini “Devletin, eğitim ve öğretimle ilgili olarak üzerine düşen görevleri yerine getirirken, müfredatta yer alan bilgilerin nesnel ve çoğulcu bir şekilde aktarılmasına dikkat etmesi ve ebeveynlerin dini ve felsefi kanaatlerine saygı göstermesi gerekmektedir” şeklinde ifade etmiştir.
1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nun 12. maddesinde “Türk milli eğitiminde laiklik esastır. Din kültürü ve ahlak öğretimi ilköğretim okulları ile lise ve dengi okullarda okutulan zorunlu dersler arasında yer alır” hükmü bulunduğu hatırlatılan gerekçede, davacının, zorunlu din dersinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 9. maddesi ile Ek 1 No’lu Protokol’ün 2. maddesine aykırı olduğunu ileri sürdüğü belirtilerek, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin Türkiye açısından bağlayıcı olduğu kaydedildi. AİHS’nin “Eğitim hakkı” başlıklı maddesinde, “Hiç kimse eğitim hakkından yoksun bırakılamaz. Devlet, eğitim ve öğretim alanında yükleneceği görevlerin yerine getirilmesinde, ana ve babanın bu eğitim ve öğretimi kendi dini ve felsefi inançlarına göre yapılmasını sağlama haklarına saygı gösterir” düzenlemesine yer verildiği kaydedildi.
Buna göre ülkede yaşayan Aleviler “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi” dersinin müfredatından müşteki olduklarını, yoksa dinden rahatsızlık duydukları için karşı çıkmadıklarını da belirtmektedirler. Müfredat davacının inançlarına uygun olmadığı için “zorunluluk” ilkesinin kaldırılması yönünde karar verilmiştir. Aslında Milli Eğitim Temel Kanunu’nun 12. maddesi kendi içinde çelişkilidir. Bu maddede “Türk milli eğitiminde laiklik esastır. Din kültürü ve ahlak öğretimi ilköğretim okulları ile lise ve dengi okullarda okutulan zorunlu dersler arasında yer alır” denmektedir. Lâiklik ilkesi ile Din dersinin zorunluluk ilkesi birbiri ile çelişmektedir.
NTVMSNBC’nin sorularına cevap veren Prof. Ülkü AZRAK Danıştayın Anayasa hükmünün iptaline karar veremeyeceğini ifade ederek Danıştay’ın “Bu ad altında verilen dersler ile o derslerin içeriği örtüşmüyor. Yani burada din kültürü ve ahlak değil, din eğitimi yapılıyor. Bu anayasanın laiklik ilkesine aykırıdır. Başka bir söyleyişle Danıştay bu hükmün uygulanmasında hukuka aykırılığı tespit etmiş bulunuyor” demektedir. Prof Levent KÖKER de Danıştay’ın kararının AİHS’ne uygun olarak karar verdiğini ifade ile “Bu içerikte bir Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersini okutursanız, sadece belli bir dini inancı empoze ediyorsunuz, anlamına gelir ve bu bahisle okutulması gereken dersler bunlar değildir demek istiyor” diyerek kararı desteklediğini anlatmaktadır. Bunun sonucunda “din Derslerinin zorunlu olmaktan çıkarılması gerektiğinin de altını çizmektedir. “Din kültürü, İslam kültürü değil ki. Farklı dinler var; İslamiyet, Yahudilik, Budizm, Şintoizm var, ateizm var... İlahiyatçılar bunu biliyorlarsa okutsunlar, ama büyük ihtimalle çoğu bu kadar bilmiyordur. Ya da din felsefesiyle uğraşanlar okutsunlar” diyerek de “Din Kültürü” derslerinin felsefe ve sosyoloji hocaları tarafından okutulan dersler olması gerektiğini söyleyerek meseleye açıklık getirmektedir.
Durum özeti bu…
**
Gelelim işin gerçek yönüne…
Bu milletin mayası İslamiyet ile yoğrulmuştur. Allah’ın birliğine, Kur’an-ı Kerimin Allah kelamı olduğuna ve peygamberin (asv) Allah tarafından görevlendirildiğine ve her sözünün doğru olduğuna inanmaktadır. Hal böyle olunca imanlı bir insan Allah’ın kitabını ve peygamberin sözlerine değer verir. Bu imanının gereğidir. Aksi taktirde kişinin imanı tehlikeye girer.
Bu bakımdan:
1. Bilimsel Demokratik Eğitim “Din Eğitimini” bilimsel bulur ve demokratik bir hak olarak görür. Devlet dini vatandaşlarına doğru öğretmezse din istismarcıları insanların dini zaaflarından faydalanarak vatana ve millete zararlı hale getirirler. İşte o zaman “vatanın bölünmez bütünlüğü, din, ırk ve mezhep ayırımları” söz konusu olur. Bu sayılan hususlar dinde yoktur; dini istismar edenlerde bulunur. Çünkü “din gerçeğin ve bilimselliğin ifadesidir.” Din duygusu ise insanda gerçeği arama arzusu olarak tezahür eder. Din bir dogma değil, aklın ve gerçeğin sesidir. Bu bakımdan Eğitim-Sen Genel Başkanı Alaattin DİNÇER yanılgı içindedir.
2. Biz Alevileri “Müslüman” kimliği ile tanıyoruz. Din dersi İslamiyeti öğretiyor ise neden rahatsız olduklarını anlamakta güçlük çekiyoruz. Diyanet islamı dolayısıyla bütün mezhepleri ve tarikatları temsil eder. Camiler de bütün Müslümanlara mezhep ve tarikat ayırımı yapmadan açıktır. Alevilik bir din olmadığına ve İslamiyet içinde bir mezhep dahi olmayıp bir tarikatı temsil ettiğine göre Diyanetten ve Camilerden neden çekindiklerini anlamakta zorlanıyoruz. Cemevi ise bir tarikat evidir ve kendi tarikatı dışındakilere kapalıdır. Hal böyle olunca Alevi kardeşlerimizin ülke ve milletin bütünlüğüne zarar verenlerce istismar edilebileceklerini veya edildiklerinden endişe ediyoruz. Bu konuda maalesef Alevi kardeşlerimiz yanıltılmaktadır.
3. Lâiklik devlete ait bir kavram olup, devletin bütün dinlere eşit mesafede olması ve hangi dinden olursa olsun bütün vatandaşların dinlerini serbestçe yaşamalarına zemin hazırlayan ve yardımcı olan bir devlet felsefesi olarak biliyoruz. Böylece devlet farklı dine inananlar arasında ayırım yapmayan bir siyasi yapıyı oluşturarak “Din ve Vicdan Hürriyetini” sağlamayı amaçlar. Bu anlamda Osmanlı Lâik bir devlet yapısını yansıtırken Cumhuriyetin dini kontrol eden ve dindar insanlardan şüphelenen ve onlara baskı yapan bir anlayışı uygulamaya koyduğunu görerek endişe ediyoruz. Zira Diyaneti kuran ve devlete bağlı bir dini yapılanmayı gerçekleştiren, İmam-Hatip Liselerini açan ve Okullara zorunlu “Din Dersi” koyan devlet elbette dinden endişe eden ve onu kontrol altında tutan bir Lâiklik anlayışına sahiptir.
4. Din Eğitiminin bağımsız ve hür olmasını inananların kendilerine bırakılmasını her zaman savunuruz. Bu durumda devlet Lâikliği “Din ve Vicdan Hürriyeti”nin teminatı olarak uygulamalıdır. Dinden endişe etmek yerine bütün anarşinin ve ahlaksızlığın kaynağı olan dinsizlikten endişe etmelidir. Diyanet de devlete bağlı olmaz ve yaptığı çalışmalar ve kurduğu vakıflar aracılığı ile faaliyetlerini sürdürür. İnananlar da kurdukları dernek ve vakıflar aracılığı ile dine hizmet eder ve çalışanlarına maaş verir. Devlet zaten denetleme makamındadır. Din ve Lâiklik gibi tartışmalar da ortadan kalkar. Dinin ve din eğitiminin devlete bağlı olmaması bizim en büyük arzumuzdur.